2021 yılına artık saatler kaldı… 365 günlük sanal düşmanımızla artık vedalaşıyoruz. Yaklaşırken yepyeni umutlar, kocaman hayallerle gelen 2020 senesi, kısa bir sürede dünyadaki tüm insanların ortak nefreti haline geldi. “Bit artık 2020!” isyanlarını duymadan ya da dillendirmeden bir gün bile geçirmez olduk. Peki neden? 2020’nin suçu neydi? Ya da şöyle soralım: Suçlu gerçekten 2020 mi?
Sanal Düşmanlarla Yüzleşmek
Fotoğraf: Stefano Pollio
Tabii ki tüm bu sanal düşman yaratma güdüsünün olayları karikatürize ederek biraz daha çekilebilir kılma isteğinden kaynaklandığını biliyoruz. Yani aslında 2020’nin hiçbir suçunun olmadığının hatta aslında 2020 diye bir şey olmadığının hepimiz farkındayız. Bu sayılar, yalnızca evrenimizdeki en bilinmez kavramlardan biri olan zamanı biraz olsun anlamlandırabilmek için bizim uydurduğumuz terimler. Yani 2020’nin de yaratıcısı biziz. Tıpkı 2020’de başımıza gelenlerin olduğu gibi…
Bugünlerde Covid 19’dan fırsat buldukça ve ülke gündemindeki kadın cinayetleri, depremler, ekonomik sorunlar izin verdikçe tüm gezegen için mevcut olan büyük resme biraz daha fazla bakmaya başladık. “Kuraklık” sözcüğü mesela… İlkokuldaki coğrafya derslerinde Afrika gibi kıtalar ya da daha yumuşatılmış haliyle İç Anadolu’nun bazı bölgeleri için duyduğumuz bu terim, artık coğrafya fark etmeksizin hepimizin yaşamında mevcut bir gerçek haline geldi. Örneğin bu yazı yayınlandığında İstanbul’da havanın 16 derece olması bekleniyor. Ve bu yazı, yalnızca birkaç sene öncesine kadar karlar altında ya da dondurucu soğuklarda geçirmeye alıştığımız yılbaşı gününde yayınlanacak. Sizce bu olağanüstü değişim, 2020’nin tek başına yapabileceği bir şey mi?
Her şeye rağmen var olmak ve varlığımızı sürdürebilmek için umuda, motivasyona ve hayallerimize ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Yılın son yazısında bu denli karamsar bir giriş yapmış olmak istemezdik fakat artık birazcık silkelenmenin tam zamanı! Öyle ya; yarasaları, Çinlileri, 2020’yi ya da Bill Gates’i; kısacası kendimizden başka herkesi suçladık. Yılın son gününde gelin biraz dürüst olalım…
Yeni koronavirüsün ortaya çıkmasının herhangi bir yarasayla bağı olduğu halen şüpheli fakat biz bu hikayeyi doğru kabul edelim ve üzerine biraz düşünelim.
Pandeminin sorumlusu o minik yarasa mıydı?
Hayır, hiçbir canlı gibi tabii ki o da başka herhangi bir canlının akşam yemeği olmak istemezdi.
O zaman pandeminin sorumlusu bu yarasayı yemek olarak tüketen Çinli olabilir mi?
Hayır, hiçbir insan gibi o da yarasa gibi lezzet veya besleyicilik açısından çok da matah olmayan bir yemek tüketmek istemezdi. Üstelik virüsün ortaya çıkmasında yenilen hayvandan çok saklama koşullarının etkili olduğu söyleniyor, yani hayvan pazarları…
Tamam! O zaman hayvan pazarlarını kuranlar, yani Wuhanlılar suçlu?
Hayır, Çin’de 1 milyardan fazla insan yaşıyor. Doğal olarak bu durum da belli bir kesimde olağanüstü bir yoksulluğa neden oluyor. Bu yoksulluğun sonucunda insanlara doğal gıdalar yetmediği için mecburi şartlar nedeniyle sağlıklı olmayan beslenme alışkanlıklarına sahip.
Ama onların kültüründe var, onlar hep öyle şeyler yiyorlar. Demek ki pandeminin sorumlusu Çin kültürü ve dolayısıyla Çin?
Hayır, onların kültürlerinde var ancak kültürler, diğer kültürlerle olan etkileşimler sonucunda oluşur. Ya da bir diğer deyişle hiçbir kültür, dünyadaki diğer gelişmelerden bağımsız değildir. Çin’de vahşi hayvanların veya kemirgenlerin tüketilmesi alışkanlığı, tarihteki savaşlara ve yoksulluklara dayanıyor.
İyi de şu an savaş yok, ekonomileri de çok iyi durumda. Pizza söyleseler olmaz mı?
Devlet ekonomisi iyi durumda evet, fakat 1.3 milyar insanın öyle değil. Çünkü devlet ekonomisinin iyi durumda olması için çok sayıda insana ihtiyaç var. Çünkü o “iyi ekonomi” hiç durmadan üretime dayanıyor. Peki neden hiç durmadan üretiyorlar?
Biz hiç durmadan tükettiğimiz için…
Yani kısacası; yarasalarla, Çinlilerle, Bill Gates’lerle, çiplerle uğraşmayı bırakmak için pek fazla vaktimiz kalmadı. Tüketim alışkanlıklarımızı olabildiğince hızlı ve radikal bir şekilde değiştirmemiz gerekiyor. Sürdürülebilir bir gelecek için yarından itibaren aksiyon almaya başlamazsak artık çok geç olabilir. Üstelik geçtiğimiz dönemden de anlaşılacağı üzere “sürdürülebilirlik” sorunu artık yalnızca çocuklarımız veya torunlarımızı değil direkt olarak bizi ilgilendiriyor.
Peki Hiç mi Umut Yok?
Fotoğraf: Andres Hasslinger
Kelimelerce kendi türümüzü eleştirdiğimize göre artık biraz klişe de olsa güzel sözler söylemenin vakti geldi. Stephen Hawking’in “Yaşamın olduğu yerde umut da vardır!” sözünü cebimize koyalım ve yarattığımız sanal düşmanı geride bırakırken 2021’yi yepyeni bir geleceğin ilk adımı sayalım. Evet, geride bıraktığımız dönem, durumun aslında sandığımızdan da kötü olduğunu hepimize gösterdi. Fakat sayısız şey de öğretti. Üstelik büyük değişimler için büyük krizlerin ne kadar faydalı olduğunu hepimiz biliyoruz.
Kim bilir belki de bundan 100 yıl sonra torunlarımız, “2020’de pandemi mi ne varmış o olaydan sonra akıllanmışlar; yoksa şimdi yemeye domates bulamayacaktık!” diyecekler.
2020’nin son yazısında sizleri PlumeMag ekibinin yeni yıl dilekleriyle baş başa bırakıyoruz.
Herkese mutlu yıllar…
“2021, sevgileri yarınlara bırakmadığınız, yarımları tam yapabilme cesareti gösterdiğiniz ve ömrünüzce yürümek istediğiniz yolu nihayet keşfedebildiğiniz mutlu bir yıl olsun…”
Gizem Deniz Suna | Dijital İçerik Koordinatörü
“Hiçbir ‘ben’ dünyaya sahip olacak kadar büyük değildir. Bu nedenle bencillikten vazgeçerek tüm insanların ve canlıların yaşam hakkına saygı duyduğumuz, en önemlisi nefes aldığımız her an mutluluk ve barış içerisinde yaşamak için adım attığımız bir yıl olsun!”
Tuba Kiraz | Editör-Sosyal Medya Yöneticisi
“Hem doğaya hem birbirimize sarılabildiğimiz bir yıl olsun.”
Pelin Özkan | Editör
“2021’de kendini iyileştiren bir dünya için değişim ve dönüşümün bir parçası olmamızı ve bunun için kolektif bir bilinçle hareket etmeyi diliyorum.”
Hülya Çayoğlu Kurtkal | Editör
“Verilecek her kararın, atılacak her adımın sonunda bizi karşılayanın hep mutluluk olması ve ruhumuzun sevgi ile iyileşmesi dileğiyle…”
Zeynep Kırbaş | Editör
“2021, gönlünüzden geçen tüm dileklerin gerçekleştiği yılların başlangıcı olsun.”
Leyla Akçura | Editör