Seni Öldürmeyen Şey Delirtir

Güncelleme Tarihi: 14 Nisan 2024

Peki, kimler delirebilir? Kimlerin delirmeye hakkı var?

Zenginlerin mi? Güce sahip olanların mı? Sanatçıların mı? 

Geçen gün hazır cevaplılığı ile ünlü komedyen ve aslen senarist olan Hasan Can Kayanın katıldığı, Pınar Sabancı’nın “Yaşadım demek için ne yapmalı?” isimli soru-cevap formatındaki programının tanıtımına denk geldim.

Tanıtım videosunda Pınar Sabancı, Hasan Can Kaya’ya Nietzsche’nin “Seni öldürmeyen şey güçlendirir.” sözü hakkındaki yorumunu soruyor. Hasan Can Kaya ise Joker’in “Seni öldürmeyen şey delirtir.” sözüne daha yakın olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: “Sen Sabancı’sın, Nietzsche kim oluyor…”

Hasan Can Kaya, bir anti kahraman olan Joker’e gönderme yaparken hala içindeki anti kahraman ruhunun, mevcut ününden ve  banka hesabındaki paradan daha ağır bastığı izlenimini veriyor.

Bu diyalog ilgimi çekti ve programın tamamını izledim.

Programının ismi de böyle yaşama dair varoluşçu bir iddia taşıdığından, Hasan Can Kaya’nın yaşam felsefesini irdeleyen konseptine bağlı bazı ek sorular da oluştu kafamda…

İşte aklımda deli sorularla izlediğim programdan yazıya kalanlar:

Hasan Can Kayanın Jokerden yaptığı alıntının orijinalinde delilik ötekilik, yabancılık olarak ifade ediliyor. “I believe that whatever doesn’t kill you, simply makes you stranger.”

Jokerin tek kişilik dev kadro deliliğine aşkın karıştığı Joker: Folie à Deux (İki Kişilik Delilik)’’ 2024 Ekimde vizyona giriyor. Merak edenler için tanıtımı paylaşıyorum.

Delirme sebebi toplumsal sınıflar arasındaki uçurum olan bir kişi, delirme nedeni üzerinden yaratıcı bir iş yaparak tabanında bulunduğu uçurumun tepesindeki sınıfa icra ettiği sanat üzerinden erişebilir, hatta eleştirebilir mi? Biraz daha ileri gidecek olursak, hücum edebilir mi?

Bu konu üzerine biraz araştırma yaptım ve Mehmet Sıddık Turan’ın ‘’Sanatta yıkıcı mizahın delilik ve gülme anlatımı.’’ başlıklı çalışmasına denk geldim.

Sıddık’ın çalışmasında yıkıcı mizah üzerine en çok düşünen edebiyatçılardan, “İnsanın kendi karakterini en açık biçimde ele verdiği zaman, başkalarını tarif ettiği zamandır…” diyen Jean Paul ön plana çıkıyor.

“Yıkıcı mizah; Jean Paul’un Romantik groteski ifade etmek için kullanmış olduğu bir ifadedir. Bu ifade, grotesk bağlam içinde kaba güldürüye karşılık gelen veya kaba güldürüyü daha da abartılı bir biçime sokan anlatımları ifade eder. Jean Paul’un bu yaklaşımı, mizahın radikal anlatımı üzerinde çok durduğu ve mizah anlatımların yıkıcı özelliğinden kaynaklı yabancılaştıran ve dehşet özellikli iki yol üzerinde açıkladığı görülür (Bahtin, 2005: 70). Bu anlatım biçiminin Victor Hugo başta olmak üzere birçok Fransız Romantik yazarın benimsediği dil olduğu bilinmektedir. Özellikle Rönesans ve öncesi dönemlerin mizah anlayışlarına ilgi duyan bu yaklaşımın, Rabelais ve Shakespeare’den oldukça beslendikleri ifade edilir. Nitekim söz konusu yazarların ortak noktası, eserlerinde bir taraftan dehşet yaratımı ile insanın hayvani, cani tarafını afişe eden diğer taraftan komik ve maskara olanla insanın hataları üzerine aşağılayıcı nitelemelerle alaycı ifadeler kullanmalarıdır.

Hasan Can’ın program sunucusu olan Pınar Sabancı’nın eşinin hususi genelevi olmasına dair yaptığı espri, zengin olduğu için fakirlerle empati yapamayacak olması, anti kahraman konumundaki konuğun acılarını anlayamayacak olduğunu söylemesi yukarıdaki paragraf ile programın içeriğinde paralel bulduğum bazı noktalar.

Genel bir ifade ile yıkıcı mizah anlatımında delilik anlatımları ve deli beden, mutlak kabullerin dışında ifadeler içeren ve ciddi muhalefet anlatımlarında ezici hükmü olan ifadeler bütünüdür. Delilik, bir iktidar fobisi olarak tarih boyunca varlığını marjinal ve ürkünç şeklinde ortaya koymuştur.’’

İşte tam da bu ifadeden yola çıkarak delilikte yaratıcılık olduğunu ve yaratıcı eylemin deliliği ölüme karşı canlı bir savunma kalkanı olarak düşünüyorum.

Yaratıcı eylemi gerçekleştiren kişinin de, sistem eleştirisi içeren sözünü söylemek için belli bir mertebeye ulaşması gerekiyor.

Tıpkı Hasan Can Kayanın bu programda yapabildiği gibi.

Burada kral çıplak diyebilmenin ötesinde, kralın çıplaklığının çarpıklığı deliliğin sanatçıya verdiği yetki ile dile geliverebiliyor.

Hasan Can Kaya programda delilik üzerine şunları söylüyor : 

Delilik, toplumla aynı düşünmeyenlere verilmiş bir ruhsattır. Sonradan haklı çıkınca da dahi” olarak anılıyorsun. Yetenek ve yeteneğiyle ünlü olma fırsatı aynı anda çok az insanın eline geçer. Messi gibiler… Mesela Van Gogh yaşarken ona Ne kadar güzel resim çiziyorsun” diyen olmadı.’’

Bir gün aileyle zıtlaşırsam sizinki muhtemelen sizinki olmaz kral.

Benim hayattaki duruşum güçlünün yanında, mazlumun karşısında bir hayat duruşum var.  Sinan Oğan’ı örnek alıyorum bu konuda.

Fotoğraf: priscilladupreez

Delilik ölüme karşı verilen büyük bir mücadele olabilir mi?

Fikret Muallâ’nın ölesiye dövüldükten sonra, ölmesin diye arkadaşları tarafından korunma amaçlı Bakırköy Akıl ve Ruh Sağlıkları Hastanesi’ne yatırıldığını biliyor muydunuz?

O dayak Fikret Mualla’yı öldürmemiş ama delirtmişti. Fikret Mualla, öteki olarak yaşadı ve öldü. Hayatı akıl hastaneleri ve anlamsız bir sefillik içinde sürüp gitti. 

Peki, Fikret Mualla deli olduğu için mi bu kadar iyi resim yaptı? 

Hayır, deliliği sadece yaptığı taşkınlıkların ve etrafına verdiği zararın, yakın çevresi tarafından hoş görülmeye yakın bir kabulünü sağlamıştır. 

Van Gogh deliliğini kabul eder, sadece resim yaparken iyi olduğunu kendi ağzı ile söyler.

Delirmek ve bu deliliği sanat üzerinden ifade etmek bir başka açıdan bakıldığında da ölüme karşı verilen büyük bir mücadele olarak tarif edilebilir. Bu ölüm fiziksel de olabilir, statü ya da itibar kaybına bağlı yaşarken ölü hissetmek gibi manevi de.

‘’Umutsuzluk, kalbin intiharıdır.’’ Jean Paul

Tabii bunu yapamayanlar da var. Stefan Zweig, 1942 yılında, sürgünde olduğu Brezilya’da karısı ile birlikte intihar eder. Bir Alman Yahudisi olarak kendi topraklarında kendi ırkına yapılan eziyetlere dayanamaz… Kendi otobiyografisinde de depresif olduğunun altını çizer ama bu yaşadıkları onu deliliğe değil, ölüme sürükler.

Stefan Zweig’ın biyografisini yazan Serge Niemetz, 1997de Zweiga özel bir dosya hazırlayan Magazine Litteraire’e verdiği röportajda; Zweig’ın kendi ülkesinde dikkate alınmadığını, Fransa’daki okur gözünde kendi ülkesinden daha fazla değere sahip olduğunu söylüyor.

Çağdaşı ve arkadaşı olan edebiyatçı Hermann Kesten, Zweig’ın ölümünün ardından mutluluğun savunucusuydu, bir filozof gibi öldü diyecektir.

Peki Biz? İzleyenler? 

Biz mesela, sıradan insanlar, şu an gözümüzün önünde sosyal medyada kaydırdığımız görseller arasında 10 binlerce çocuğun soykırıma uğradığını görüyoruz. Depremde betonlar arasında kalmış küçük bir kızın elini tutan bir babanın fotoğrafını görüyoruz ve devam ediyoruz.

Delirmiyoruz. Ya da deliriyor muyuz? Yavaş yavaş….

Peki, net delirsek? Bir gün işe gittiğimizde ortalıkta soyunsak. O kadar ileri gitmeyelim. Sadece temel haklarımızı görmezden gelen yönetici ya da patronun yüzüne gerçekleri açıkça söylesek? 

Bunları söylerken küfürler de etsek mesela! Delirdi derler. İşten atarlar. Değil mi?

Ama öyle bedavaya delirmek olmaz. Kafa tutacaksan bu sisteme, önce ipleri eline alacaksın. Sermaye karşısında dik duracak kadar bir sermaye de sende olacak. Kiminin sermayesi delilik, kiminin para, kimininki bilinirlik. Ünlülük kısaca.

Yazının tam da burasında Küçük İskenderin 1988 tarihinde yayımlanan ‘’Gözlerim sığmıyor yüzüme’’ ilk şiir kitabından çok sevdiğim birkaç dize paylaşmak istiyorum.

Nerede kalmıştık oradan ağlayalım halimize

nerede kalmıştık

oradan ağlayalım halimize

daracık bir sokağın darağacı sessizliğinin altındadır bizim

evimiz

ahşaptır, ahbaptır gelip geçen yabancı, yalancı bulutlara

bir ressamın fırçasında: annemin camdan uzanmış kafası

babamın eşikten girerkenki donuk yaşlılığı

kızkardeşim ergenliğini verir aynalarda yanaklarına

abim iştedir, işte, üç beş kuruşun dalaverası..

doğumla ölümün arası

topu topu bir savaş parçası

sahi, kaç kilometreydi yaşantım/ kaç litre hava çektim

ciğerlerime

ve kaç litre yaş döktüm

yüzölçümü neydi yüzümün

para birimi duygularımın ve bayrağı düşüncelerimin

yüreğimin dini neydi/ nasıl bir yönetim şekliydi bedenim!

Bir Deli Kuyuya Taş Atmış Kırk Akıllı Çıkaramamış

Programa geri dönecek olursak; Pınar Sabancı’nın konuk listesi Agah Uğur, İlber Ortaylı, Zülfü Livaneli gibi çok değerli isimleri içeriyor.

Bu isimlerin hepsinin nasıl oluyor da bu kadar yeni bir formata peşi sıra katıldığını düşünürken, Hasan Can Kaya’nın Pınar Sabancı’ya “Sen Sabancı’sın, Nietzsche kim?” dediği an aklıma aşağıdaki sorularla birlikte geliyor…

  • Hasan Can Kaya bu programa neden davet edildi? 
  • Konuklar arasında nasıl bir bağlantı var?
  • Bu programın hedef kitlesi kimdir ve amacı nedir?

Danışıklı Sövüş

Güzel ve çirkin, zengin ve fakirin hikayesi her zaman satar mı?

Satır aralarında maddi olarak imkanlarının kısıtlı olmasının yanında, entelektüel bir alt yapıya sahip olduğunu da tekrar tekrar vurguluyor. Fakir ama varoş asla değil. Kendi tanımı bu. Çünkü fakirlik de kendi içinde katmanlı bir yapı. Varoş ve entelektüel olarak ikiye ayrılıyor.

Pınar Sabancı ise zengin ama boş değil, eğitimli ve duyarlı.

Okurken dinlenecek şarkı önerisi: 

“Ne kibar çocuk” diyor kız içinden, “Hem samimi, hem vefalı yani”

“Bir imtihan çekeyim şuna” diyor, “Serseri mi, yoksa bir dahi mi?”

Diyor “Felsefeyi sever misiniz?”, Ali diyo’ “Biz hep dönerciyiz”

“Luther” diyor kız, “Machiavelli, hı?”, “Şampiyon biziz” diyor Ali, “Attığımız gollerden belli!”

Sanatçı Deliliği ile Sermaye ilişkisi

Özellikle çağdaş sanat dünyasında sanatçının deliliğinin “over rated” bir hal aldığını söylemekle söylememek arasındayım ama Basquiat örneğini ele alacak olursak Basquiat’nın deliliğini kullanarak kendine pay çıkartan Andy Warhol’un Basquiat ile ilişkisine bir bakmak lazım. 

Yüksek dozda uyuşturucunun etkisinde sergilediği davranışlarını dahilik olarak pazarlayarak beyaz sermaye tarafından siyahi savunuculuğu yüceltilen ve genç yaşta hayata veda eden bir insanın hayatı bu denklemde nereye oturuyor?

Koleksiyonerleri ve çevresindeki insanlar Basquiat’nın normalde kabul edilemeyecek davranış ve sözlerine ünlü ve deli bir sanatçı olduğu için tırnak içinde anlayış gösteriyorlar. Basquiat aynı Basquiat ama şoför ya da kapıcı olsa delirmek bir yana, kelimelerini hassas tartı ile tartarak konuşması gerekirdi.

Yazının başlarında bahsettiğim Fikret MUALLA da hayatının son dönemlerinde, tırnak içinde sanatına sahip çıkan bir koleksiyoner tarafından altın bir kafeste ağırlanmıştır. Bu sanat sever hanım efendi Fikret Muallaya güney Fransada bir ev ve bir bakıcı da tahsis etmiştir. Yeter ki altın yumurta yumurtlamaya devam etsin sanatçımız.

Yeter ki onursuz olmasın aşk şarkısı geldi şimdi de aklıma. 

Toplumda Yer Edinme Üzerine Çağrışımlı Hikayeler

(Aslında bu yoktu, içimden geldi) Tam yazıyı bitirecekken Alfonso Signorininin yazdığı ‘’Çok kırılgan, çok gururlu’’ isimli Maria Callas otobiyografisi gedi aklıma. Kitabı okuyamayanlar üzülmesin. Angelina Jolie ve Haluk Bilginerin baş rollerini paylaştığı film pek yakında vizyonda olacak.

Dünyanın en zengin insanlarından biri olan Aristotle Socrates* Onassis ( ikinci ismi Sokrates’i kendisi de çevresi de kullanmazmış ama ben program felsefi olduğu için kavramsal bağlama istinaden kullandım), ölene kadar Maria Callas’ı sever. Hatta Maria Callas’ın ona ölmeden önce Deauville’de tekerlekli sandalyede bacakları üşümesin diye son doğum gününde hediye ettiği Hermes yün battaniye ile gömülmek ister.

Onassis, hayatı boyunca toplumda bir yer edinme savaşı vermiş. Ne kadar zengin olursa olsun bu ona yetmemiş. Onun amacı iktidar sahibi olmak, itibarlı bir zengin olmak olmuş. Bu uğurda kendisi gibi halkın tabanından gelen Maria Callas’ı sadece geldiği yerden dolayı kendi sınıfsal kompleksleri yüzünden terk etmiş.

Maris Callas, Onassis’le aşk yaşarken dünyanın en ünlü sanatçılarından biri olmasına rağmen bu Onassis’e yetmemiş. Yaşadım demek için hırsının tepesine binmiş ve dört nala güce doğru o toplumda hak ettiğini düşündüğü yere doğru gitmiş.

Ben de hep düşünüyorum, yaşadım demek için ne yapmalı? 

İşte aklımda hep bu deli sorular…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir