Onarım Atölyesi’nin kurucusu Ekin Al ile beraberiz. Ben Ekin’i uzun süredir tanıyor ve neler yaptığını yakından takip ediyorum. Bugün bu buluşmayı da özellikle yapmak istedim çünkü Ekin’in yaptığı işlerin bir parçası olduktan sonra dünyanın değişebileceğine dair inancım arttı. Hiç değişmez denilen sistemlerin, küçük grupların el ele tutuşarak büyümesi ile değişebileceği umudunu Ekin sayesinde hissettim.
“Dünyayı kurtarmak isteyen Ekin…”
Ekin hoş geldin. Ben bugün Ekin’in kim olduğunu hiç bilmeyenler için en baştan başlamak istiyorum. Eğitimin, bu yola girişin nasıl oldu?
Bana bu fırsatı verdiğin için çok teşekkür ederim Bihter. Aslında bu soru benim için biraz zor. Çünkü nesiller arası adaletle ilgili yaptığım işlerden bahsettiğimde bu yaşta bunların imkansız olduğunu ve yapılamayacağını söylüyorlar. Özellikle şirketlerde ‘danışman’ titriyle yer almamın imkansız olduğundan bahsediyorlar ama bunu da seviyorum. Bu şaşkınlığın da zaman içinde azalmasını mesele ediyorum.
Çok uzun süredir daha iyi bir dünya için çalışıyorum. Farklı yönleriyle nasıl daha adil sistemler yaratabileceğimizin peşindeyim. İlk çıkış yolum ekonominin nasıl bir sosyal bilim olduğunu görmek ve ekonomik hamlelerimizin, kararlarımızın tüm dünyanın gidişatına nasıl yön verdiğini keşfetmekle başladı ve eğitimim o sebeple ekonomiye yöneldi. İyi bir devlet lisesinde okudum ama dürüst olmam gerekirse çok özel bir eğitim de almadım. Kendi şartlarım içerisinde birçok şeyi tırmalamayı, öğrenmeyi ve merak etmeyi çok seven bir çocuk ve genç oldum. Bunun devamında dünya için bir şey yapmak isterken dünyada bazı kavramlar olduğunu fark ettim; sürdürülebilirlik, sosyal etki, onarıcılık… Pek çok şey konuşuluyordu ama maalesef bunlar Türkiye’ye tam anlamıyla gelememişti.
Ben global hareketlerin peşine düştüğümde de Donut Ekonomisi diye bir ekonomik modelle ve yeni iş modelleriyle tanıştım. Aslında önceki hayali CEO olmak, yönetici olmak, genel müdür olmaktan dünyayı kurtarmak isteyen bir Ekin’e evrildim. Sonra kendimi de denklemden çıkarıp sadece dünyayı kurtarmaya odaklandım.
Dünyayı kurtarmak dedik. Aslında yaş ayrımcılığı da yapmak istemiyorum çünkü seni tanıdıktan sonra kafamdaki tüm yaş kavramları gerçekten yok oldu. Dünyayı kurtarmak çok büyük bir söylem ve sen böyle bir söyleme ekonomiden dahil oluyorsun. Bence ekonomi bu konunun kırmızı çizgisi. Sen bu yaşında çok büyük firmalara da yıllarca bu konuda akademisyenlik yaptığını söyleyenlere de kafa tutuyorsun. Bu gücünü nereden alıyorsun?
Aslında bu gücü aldığım nokta, hikayemde de o sistemin dağıttıklarının dışına bakmakla ilgiliydi. Çünkü sistem kendi yarattığı düzenin içerisindeki hiyerarşilerle; erk olma, egemen olma halleriyle bizi o kadar iyi yerlerden baskılayabiliyordu ki… Bu gücü de daha iyi bir dünyanın olabileceğine dair bir hayalden alıyorum. Bunu engelleyen statükolara çarpmaktan korkmamaktan alıyorum. Çünkü genel olarak benim yaş grubumda ileriyi görememekten, kendini var edememekten, bir kariyer sahibi olamama korkusundan birçok şeye baş kaldıramayabiliyorsunuz. Ama gelecekten o kadar umutluyum ve biz gençlerin onu tasarlayacağına o kadar inanıyorum ki o hiyerarşi sınıflarından da korkmuyorum.
Hikayem de kafa tutmakla başladı. Ben hep sosyal girişimcilik, sivil alan, hak savunuculuğu tarafındaydım. Özel sektöre deliler gibi parmak sallayan tarafta, sürekli suçladığım bir noktadaydım. Masaya oturmayı da asla kabul etmezdim. Ben işin hep sosyal girişimcilik tarafında, hak savunuculuğu tarafında kalacağımı düşünürdüm. Ta ki bu Donut Ekonomisi ile tanışıncaya ve iş dünyasının radikal dönüşümü içinde olmamız gerektiğini anlayana kadar.
Bu sefer de en çok mücadele etmemiz gerekenlerle masaya oturmaya başladım. Onları içeriden eleştirmeye başladım. Hep de onları bu kadar sıkıştırıp laf ederken beni nasıl yanlarında tuttuklarını soruyorum. Ama o kurumlardaki “changemaker”ları, yeni oyun tasarlamak isteyen insanları bulunca, özel sektördeki o dönüşümün de sızıntılarını buluyor oluyorsunuz. Şu an durduğum yerde aslında inovasyon, sürdürülebilirlik, onarıcılık, yaratıcı endüstriler gibi pek çok noktayla ilgilensem de bunların hepsinin temelinde daha onarıcı, daha dağıtıcı, daha adil bir ekonomik model nasıl olabilir ve tüm paydaşlarıyla bunları nasıl hayata geçirebiliriz, bunlara kafa yoruyorum.
Burada benim gözlemlediğim kadarıyla hiçbir şey yapmadan dışarıdan sistemi eleştirdiğin zaman – aslında ben kendimi de bu konuda eleştiriyorum – ya görünmüyor ya da sesini duyuramıyorsun. Ama sen içeri giriyorsun ve o insanlara dışarıdan yorum yaparak değil aslında içgörüler paylaştığın için hatalarını anlamalarında yardımcı oluyorsun. Bugüne kadar dünyanın da dönüştüğü, ülkelerin kendi içinde de bölündüğü noktada, bilenle yanlış yapan arasındaki iletişim bozukluğunun etkisi de olmuş olabilir mi?
Kesinlikle. Tabii ki kurumlarla çalışırken veya çalışmama kararlarımızı alırken kırmızı çizgilerimiz olmalı ama dönüştürmek istediklerimizle aynı masaya oturmalı ve o masayı genişletmeliyiz. Çünkü günümüzün en büyük sorunu; sosyal girişimcilik, hak temelli aktivizm gibi çalışan gruplarla kamu ve iş dünyasının bir araya gelememesi. Biz doğru diyalogları o kadar kuramadık ve birbirimizi o kadar anlamadık ki bu kolektif dönüşümü de tasarlayamadık.
Bugün benim asıl amacım hem onlarla masaya oturarak onların dilini anlamak, dönüşümün kolay olmadığını fark edip onlara yol arkadaşı olmak ama bunu yaparken de birbirinden farklı dilleri konuşan gruplar arasında tercüman olmaya çalışmak. Çünkü dönüşümün ancak bu şekilde olacağına inanıyorum. Hala çok kızdığım, kabul etmediğim noktalar var ama bizler sisteme direkt dokunarak müdahale etmezsek de dünyayı kurtarma şansımızın hiç kalamayacağını düşünüyorum.
“Dünyanın yeni bir çıkış noktasına ihtiyacı var.”
16-17 yaşlarında kendi kendime ‘Karanlığa küfredeceğine, bir mum yak.’ demiştim. Yani aslında bu toplumda asıl düşünebildiğimiz ve hareket edebildiğimiz yerlerde kimliksiz olarak görüldüğümüz için işe yaramadık. Sen bu noktada bir fırsat yakaladın ve derinlere sızabildin, şu an kapitalist sistemin damarlarında dolaşan bir kansın. Ben çok eğitimin de biraz zararlı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bazen de eğitim sistemleri insanı kariyer, title gibi aşamalara odaklıyor. O kapalı dünyanın içerisinde dünyadan bağımsız, büyüme ekonomisinin bir çarkı, parçasına mı dönüşüyor insan?
Kesinlikle öyle. Aslında içeride bazı şeyleri göremiyorlar. İş dünyasıyla ilgili en büyük problem; dönüştürücü gücün ne kadar mümkün olabildiğine, insanların yeni iş modelleriyle de para kazanabileceklerine; adil bir şekilde iş yapmanın mümkün olabildiğine inanmıyorlar. Söylediğin gibi eğitim sistemi bizden merakı ve sorgulama yeteneğimizi alıyor, yerine bir statüko koyuyor. Bu noktada da sistemin içerisinde sadece onun söyledikleriyle var olabilirmişiz gibi bir yere geliyoruz. Ama bugün baktığımızda krizlerin içine doğan yeni bir ekonomiden bahsediyoruz.
Bizi bugüne getiren yeteneklerimiz, eğitimimiz, ekonomik zihniyetimiz bizi daha iyiye götürmeyecek. Çünkü bu dünyanın artık yeni bir çıkış noktasına ihtiyacı olduğu bir dönemden geçiyoruz. O noktada içeride dolaşmak ve o kanın içinde olmak şu açıdan da çok önemli; çok uzun süredir süregelen büyük bir sistemde devasa bir paradigma kaymasını hedefliyoruz. Bunu yaparken de hemen yarın yapalım, bugün bir şeylerden vazgeçelim gibi tutumların da gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Çünkü şunu görmek gerek; dönüşüm çok zor, çok virajlı. Ve bu virajların da birbirini yönetmesi gerek. Bizim biraz yorulup yıpranarak bazen istemediğimiz şeylere bile katlanmak zorunda kalarak o virajları göze almamız gerekiyor. Gençleri bir çalışandan başka gözle görmeyen kurumların, çalışmalarımız sonucunda nesiller arası adalet kavramını konuşmaya başladıklarını duyuyorum. Ben dört sene önce bu yola çıktığımda gençleri ya da küçülme ekonomisini hiç anlamadıkları için vazgeçmiş olsaydım sistem belki de aynı şekilde dönmeye devam edecekti.
Sen çok iyi bir üniversiteden mezun ve çok iyi bir başka üniversitede master’ını tamamlamış bir Ekin olarak girdiğin bir şirkette de aynı Ekin olarak sözünü dinletebilir miydin?
Biraz daha zor olacağını düşünüyorum. Çünkü o zamanki Ekin’in daha farklı hayalleri, çıkarları ve durması gereken noktalar olurdu. Bir kurumun parçası olduğunda o kurumu dönüştürmenin daha zor olduğunu düşünüyorum.
Yani aslında gücünü bağımsızlığından alıyorsun da diyebilir miyiz?
Kesinlikle diyebiliriz. Ben bir kurumda çalışmıyorum, kurumlarla çalışıyorum. Benim durduğum noktadan kurumlara doğru yolu göstermeye çalışmak çok daha kolay. Aslında onların karar alma mekanizmalarında toplumu ve doğayı temsil etmeye çalışan bir ses gibiyim. Çünkü onlar kararlarını her zaman sermaye ve büyüme için almaya çalışırken, ben bu kararları toplum ve dünya için de aldırmaya çalışıyorum. Bunu içeriden yapmanın daha zor olacağını düşündüğüm için de onlardan bağımsız olmak bana bu özgüveni veriyor.
Biz de ‘sürdürülebilir yaşam trendleri’ mottosuyla içerik üreten bir mecrayız ama ben artık sürdürülebilirlik lafının da içinin boşaltıldığını düşünüyorum. Sen aslında bu konsept üzerinden bir şeyler yapmıyorsun. Asıl sürdürülebilirliğin dönüp dolaşıp tıkandığı noktada ekonomiden yola çıkarak ekonomiyi dönüştürmeye çalışıyorsun.
Peki, arkanda nasıl bir destek olsaydı daha hızlı büyüyebilirdin? Bugüne kadar bu müthiş yolculuğun nerelerinde takıldın, nasıl bir güce ihtiyacın var?
Aslında pek çok şirketle çalışıyorum. Çok fazla kurumdan insanla tanışıklığım var. Buradaki ihtiyacım olan nokta; beni birinin kurumun içine çekmesi. Buradaki en büyük zorluk, en dış kabuğu kırmakla ilgili. Çoğu şirketle de kurumu bilen, kurumun içinden biriyle ilerledik. Aslında sistemleri tanımama izin verdiklerinde, o şirketin gidebileceği yol haritasını daha iyi görebiliyorum. Bu şirketin onarıcı ekonomisini nasıl oluşturabiliriz, gerçek amaçlarını nasıl belirleyebiliriz, nasıl bir sosyal iç girişim kurabiliriz gibi soruları görebilmek için ihtiyaç duyduğum tüm şeyler; şirketin iç yapısını daha fazla anlama ihtiyacını doğuruyor.
Evet bu işten para da kazanıyorum ama aslında bu alanda çalışıp en az para kazanmaya gayret eden isimlerden biriyim. Şirketlere ilk adımlarımı maddi kazanç üzerine atmıyorum. Ana amacım para kazanmak değil o dev şirketlerin dönüşümlerinin ilk adımını atabiliyor olmak. Büyüme üzerine kurulu bu ekonomide en çok başka bir şekilde var olamayacağımızdan korkuyoruz.
“Doğada fazla büyüyen şey kanser olur.”
Kendi iş yapış modelimde benim de sıklıkla karşıma bu sözle çıkıyorlar; ‘Kapitalist sistem böyle, büyüme odaklı…’. Ben ‘Şirketler neden büyüyor?’ diye sorunca konu aslında ölümsüzlüğe geliyor. İnsanlar ölmeme çabası içindeler. Aslında senin 13 Kasım’daki Global Donut Day‘in açılış konuşmasında dediğin ‘Akdeniz’de yüzemeyeceğiz…’ lafı çok önemli. Bu yaz Fransa’nın güney sahillerine kızımızı götürdük ve hiçbir yerde yüzemedik. Plajlar deniz kirliliğinden ötürü kapalıydı. Yani kendini ölümsüzleştirebilecek zengin de sıkıştı. Büyüyen şirketlerdeki en pahalı otellerde kalan, teknesi olan insanlar da o denize giremiyorlar. Yani bu insanlar, bu şirketler nereye büyüyor?
Donut Ekonomisi’nde söylenenlerden biri de bu aslında. Doğada fazla büyüyen şey kanser olur. Aslında bu büyüme bizi kanserli ve ölüme götüren bir noktada. Donut Ekonomisi’ndeki en önemli noktalardan bir tanesi radikal dönüşüm. Şimdi şunu biliyoruz; aslında en büyük kapitalistler, bu politikaları oluşturanlar da bu büyümenin doğru olmadığının farkındalar.
Harvard Üniversitesi’nde Rebecca Henderson Reimagining Capitalism üzerine yayınlar yapıyor, kitaplar yazıyor. Rebecca hikayeye çok daha çıkarcı bir noktadan bakıyor: ‘Ben bir kapitalistim ve amacım şirketlere kazandırmak ama böyle giderseniz ölü bir gezegende hiçbir şey üretemeyeceksiniz ve kendi varlığınızı sürdüremeyeceksiniz.’
Ölü bir gezegende yaşayan ölümsüz insanoğlu…
Evet, zaten bu durum kendi içinde bir tezatı da beraberinde getiriyor. Çünkü burada sadece tek bir grup değil – evet hala en dezavantajlı gruplar, en yoksullar dünyanın sorumluluğunu en çok üstleniyor. – herkes etkileniyor. İklim krizinin olduğu, biyoçeşitlilik kayıplarının olduğu bir noktada tek bir grubun etkileneceğini konuşmak mümkün değil. Artık o paradigma kaymasında, büyümenin ötesinde gelişmeyi de görmemiz gerekiyor. Bu gelişmeyi ekonomik parametrelerle, finansal büyümelerle değil; çevresel sınırlardaki baskımızı kaldırıp kaldırmadığımıza ve temel refahı sağlayıp sağlayamadığımıza bakarak elde edebiliriz.
Bu yazımı okuyan herkes çok ayrıcalıklı. Çünkü bir şekilde çok fazla şeye ulaşabiliyor. Bugün dünyada; elektriğe, suya, gıdaya, eğitime çok fazla şeye ulaşamayan o kadar çok sayıda insan var ki… İnterneti daha önce hiç kullanmamış milyonlarca insan var. Bu noktada herkese temel refahı sağlayabildiğimiz bir dünya düzeni oluşturmak zorundayız. Bunu var olmak için değil, önce var etmek için yapmamız gerekiyor. Reimagining kapitalizmindeki ‘kendimi kurtarmak için başkasını kurtarmak’ bakış açısını sevmiyorum. Donut’un dediği gibi; adil bir yaşamı birlikte var etmek için bölüşmenin önemli olduğunu düşünüyorum. ‘Gezegen B yoktur o yüzden bunu korumamız gerek.’ değil, gezegen B veya C olsaydı da bu gezegene bunları yapma hakkımız olur muydu diye sormamız gerekiyor.
Donut’a geri dönmek istiyorum. Global Donut hepimizin yeni yeni kavradığı bir kavram. Türk usulü donut’un da ‘gevrek’ olduğunu seninle öğrenmiş olduk. Sen peki bu global sistemin nasıl bir parçası oldun?
Ben beş sene önce Donut Ekonomisi diye bir modelle tanıştım. İnanılmaz heyecanlandım çünkü yepyeni bir çerçeve, yeni kavramlar, yeni temalar ve dünyada altının doldurulabileceği muazzam bir platform kuruluyordu.
Herkes ‘Çıkış ne?’ diye soruyor. Maalesef sürdürülebilirlik Türkiye’de PR şirketlerinin, iletişim alanlarının ayakları altında harcanıp gidiyor. Kimse sürdürülebilirliği görmüyor. Geldiğimiz noktada sürdürülebilirlik de yeterli değil. Dünyayı geleceğe bu şekilde de taşıyamayız. Yani aslında ne olduğunu bile çok bilmeden Donut’u sırtıma attım ve yola çıktım.
Önce sosyal girişimcilerden başlayacağım, beni en iyi onlar anlar dedim ama anlayamadılar. Dalga geçtiler, çok ütopik buldular. Ardından yönümü özel sektöre çevirdim. Özel şirketlerin yönetim kurullarına, liselere, üniversitelere gittim – şanslıydım ki kapılar açıldı tabii – üç yıl içerisinde elliden fazla atölye düzenledim. İnsanlara Donut’u anlatıp neye ihtiyaç varsa hedefleri beraber belirlemeyi önerdim. Bu anlatma çabam zaman içerisinde bizi bambaşka bir noktaya taşıdı. Bu ekonomik modelin daha farklı işleyişlerini yapmaya başladım. Bu uygulamaları gerçekleştirmek, somut projeler üretmek için de Onarım Atölyesi’ni kurdum.
Bunca yıldır bireysel olarak yaptığım şeyleri Donut Ekonomisi’nin İngiltere’deki Action Lab’iyle iletişime geçip duyurma kararı aldım.
“Donut Ekonomisi, Onarım Atölyesi’ni doğurdu.”
Donut’un o zamanda senden haberi yoktu ve sen aslında Donut’un seni görebileceğini de düşünmeden bir adım attın.
Evet yoktu, o zamana kadar yurt dışıyla bir bağ kurmalıyım gibi bir düşüncem hiç yoktu. Çalışmalarını uzaktan takip ettim. Oranın yerel topluluklarıyla ilgilenen Rob’a yazdım ve yaptıklarımı anlattım. Elimdeki verileri onlarla paylaşmak istediğimi söyledim ve daha sonra tanıştık. Yaptığım podcast’ten bahsettim. Türkçe bildiği için Erinch’le tanışmamızı istedi. Erinch de yıllardır özellikle Linkedin’den çalışmalarını takip ettiğim isimlerden biriydi.
Erinch’le tanışınca hikayemde gerçekten yeni bir dönem başladı. Erinch Dünya Adil Ticaret Örgütü’nün eski genel müdürü. Sosyal girişimcilik dünyasında pek çok farklı alanda bulunmuş, çok önemli bir isim. Erinch’le tanıştıktan sonra podcast’ler yapmaya başladık, şimdi yazılar yazıyoruz. Bu sefer Donut’un iş dünyasındaki radikal dönüşümü nasıl ileriye taşıyabileceğine dair daha çok kafa yormaya başladım. İşin en güzel tarafı da geçtiğimiz yaz Arkhe Innovate Impact Fest’in ekosistem partnerlerinden biriydim ve benim orada bir atölyem olacaktı. Ben Erinch’e Donut’la ilgili yapmak istediğim atölyeden bahsettim böylece Erinch’in ve Impact Lab’in Türkiye’deki ilk faaliyetini Onarım Atölyesi ile birlikte Etki Festivali’nde gerçekleştirdik. Çok ilham alıp hayranlık duyduğum bir isimle birlikte bir atölye yapmak bana çok iyi geldi.
Daha sonra Bozcaada’da oyuncu bir ekonomi atölyesinin içeriğini beraber tasarladık. Kendimi giderek global ağın daha da içinde buldum ve çok yalnız hissettiğim noktadan, dünyanın birçok yerinde benimle aynı derdi paylaşanlarla konuşup bir şeyler yapmaya başladım. Madem Donut Ekonomisi Onarım Atölyesi’ni doğurdu, Onarım Atölyesi de Donut Ekonomisi’nin Türkiye Topluluğu’nu doğursun o zaman diye düşünerek bir yola çıktım. Donut Türkiye Topluluğu’nun da ilk gününü, 13 Kasım’da vermiş oldum.
13 Kasım’da benim de katılıp izlediğim konuşmaların çoğunda, çok büyük organizmaların bile katılımını ikna edemeyeceği isimler vardı. Bu da gerçekten ne kadar doğru bir yolda olduğunu gösteriyor.
Çok kıymetli isimler bizimle birlikteydi. O isimleri aynı gün bir araya toplamak için çok büyük bir gönüllü ekiple çalıştık. Haklarını vermek zorundayım, gerçekten arka plandaki her şeyi onlar organize ettiler. Tüm dünyada Brezilya’dan Mexico City’e, Londra’dan Pekin’e birçok yerde 13 Kasım sabahını kutlamak için uyandık. Bunu yaparken de arka planda aylarca birbirimizle neyi nasıl yapacağımız konusunda tartıştık. Ben o koşturmanın içerisinde Donut Ekonomisi Action Lab’in online organize ettiği bir organizasyonda da panelist olarak yer aldım. O gün bizim etkinliğimiz de dünyadaki çok büyük etkinliklerden biri olma şansına erişti.
En önemli noktalarından biri; iş dünyası, sivil toplum, sosyal girişimcilik, akademi, yerel üreticiler gibi her kesimden insanı bir araya getirmemizdi. Bu çok önemli bir şey çünkü yeni bir ekonomik modeli tasarlarken istisnasız herkesin söz alabileceği masalar yaratmak zorundayız. Aslında burada konuşulanlardan anladım ki çok farklı perspektifler ekonomi başlığında bir araya gelebiliyor. Global Donut Day’den sonra çok fazla mesaj, gönderi aldım. Ve herkes bunun bir hayal olmadığını, bir şeyler başarabileceğimizi hissetmiş.
Atölyelerin çıktılarını bir yerde paylaşacak mısınız?
Evet, Türkçe olarak kendi bloglarımızda, İngilizce olarak da Doughnut Economics Action Lab’in portalında yayınlayacağız.
Destek olmak isteyen gönüllüler veya firmalar ne yapmalı, nasıl ulaşmalı?
Aslında öncelikle beni davet edebilirler – yani kendimi davet ettirmek için söylemiyorum – ama oturup kurumları konuya nasıl bakıyor, uygulamaları nasıl, farklı departmanlara bu konuyu nasıl açabiliriz gibi soruları incelememiz gerekiyor. Bununla birlikte aslında yerel yönetimlerle ve farklı şehirlerle bağlantıları olan isimler bu çalışmaları yaymamız için bize yardımcı olabilir. Farklı şehirlerde atölyeler nasıl düzenleriz, nasıl açılımlar getirebiliriz gibi. Bu bir ekonomik model olduğu için hiçbir sektörden bağımsız değil. Herkesin iletişim kurabileceği noktada; bazen bir belediye, bazen bir lise, bazen özel sektörle bizi bir araya getirmek olabilir.
Artık kurumsal sosyal sorumluluktan sosyal etkiye geçmemiz gereken dönemde kurumlarla birlikte projeler tasarlayabiliriz. Çünkü bugün aniden Donut’a geçelim ve karımızı bölüştürelim demek gerçekten çok zor. Kurum içerisinde karlılığın da ötesinde bir yapı hayal ediyoruz. Artık bunu yaptığımız markalar da var. Özellikle Akbank’la geliştirdiğimiz süreç bunun önemli bir adımıydı çünkü orada bir Sosyal Etki Akademisi kuruldu ve altında gençlik, dönüşüm akademileri var. Sadece bu akademide çalışan bir ekip ve topluluk yapısı var. Çok uzun süredir de dış paydaşlara nasıl fayda üretilebilir sorusunun peşinden gidiyoruz. Bankanın karlılığı ile ilgili hiçbir konu burada gündemde değil.
Bir ölçüm yapılsa ve son yıllarda sürdürülebilirliği de kapsayan kurumsal sosyal sorumluluk projelerinden boşa gitmiş olanların bir finansal tablosu çıksa keşke. Bunun yerine neler değiştirilseydi gerçekten ilerleme olurdu, bakılabilse… Çünkü üzülerek söylüyorum ki çoğu proje aslında bir yere varmıyor.
Evet, en yakın örneğimiz de deprem. Çok zor günlerden geçtik, hala da geçiyoruz. Çok fazla şirketle görüşüp anlaşamayarak masadan kalktım. Çünkü bir bölgenin kalkınması için gereken çok büyük bir miktar parayı; park yapalım, çadır kurup atölyeler düzenleyelim gibi tek günlük hedeflere indirgediler. Oysa daha büyük bir alan kurup buradan sosyal girişimcileri götürerek daha büyük bir operasyonu üstlenmek de mümkündü. Bölgedeki kadınlara, tarıma daha büyük projeler üretmek, daha iyi bir çözümdü. Hep ‘Ama onu kim yönetecek?’ sorusuyla karşılaştım.
Deprem döneminde harcanıp boşa giden parayı gördüğümde çok üzülüyorum. Çok küçük bir bütçeyle çok büyük çözümler üretebiliyoruz. Gazetecilerle bölgeye gidip birkaç sivil toplum örgütünün logosuyla poz vererek çözüm üretmek doğru değil. Bir kurumun kodlama eğitimi için harcadığı – ki depremin 2. ayında kodlama eğitimine ihtiyaç yok – tüm basın ve benzeri için de harcanan bütçe yerine kentin ihtiyacı olan soğuk hava deposunu kurmuş olsalardı tarım sektörü bugün bu kadar zorlanmayacaktı. Aslında bu kadar uzun vadeli şeyler yapmak da çok mümkün, Global Donut Day’de sevgili Berivan’ın dediği gibi sadece cesarete ihtiyaç var.
Berivan’ın söylediği başka bir şey de beni çok etkiledi. Aslında kırılgan kişileri girişimci yapmak. Nasıl ki sürdürülebilirlik kapitalist sistem tarafından insanların sırtına bir yük olarak bindi, girişimcilik de yine kapitalist sistemin kişinin üzerine attığı bir zehir. Herkes girişimci olamıyor ve sonra kendine yüklenmeye başlıyor bu da bir kısır döngüye sebep oluyor. Donut aslında bunu yok etmeye çalışıyor.
Evet, Donut aslında hepimiz girişimci olalım dünyayı kurtaralım gibi bir yerden bakmıyor. Hepimiz farklılıklarımızla bir araya gelelim de Donut’u birlikte çizelim, diyor. Çünkü bunun bir takım oyunu olduğunun çok farkında. Siz bir şirkette de kalabilirsiniz, esnaf da olabilirsiniz, kamuda bir personel de olabilirsiniz ve bunu yaparken bulunduğunuz sistemi nasıl daha iyi, daha onarıcı ve daha az zarar veren bir yere çekebileceğinizi düşünmelisiniz. Aksine zaten hepimiz girişimci olmak yerine farklı kurumlarda farklı disiplinlerde bunu birlikte tasarlayabiliriz.
“Özümüze ihanet ederek mutsuz oluyoruz.”
İnsanların girişimciliğe itilmesi yükünü insanlardan aldıktan sonra rekabeti de yok etmek gerekiyor. Mesela ben PlumeMag’i kurdum ve herkes oradan edindiğim trafikle bir butik açmam gerektiğini söyledi. Ama ben zaten Green Up Meetings’te yerel üreticiyi destekliyorum ve onların kendi derdini anlatacağı bir kanal oluşturmaya çalışıyorum. Bana da sürekli yapılan büyüme ve daha çok kazanma baskısı var. Yani her fırsat da değerlendirilmek zorunda mı?
Kesinlikle değil. Uygar Özesmi panelde ‘Amazon Ormanları’na dönmemiz gerekiyor.’ dedi. Çünkü orada kimsenin birbirinin alanında gözü yok ve yeni bir ekonomiyi hep beraber yaratıp onun bir parçası oluyorlar. Good4Trust’tan bahsetti. Burada hiçbir üretici ‘Ben tişört üretiyorum buradaki X üretici de tişört üretmesin.’ gibi bir yerden rekabet kavramını gündeme getirmiyor. Aslında mindset olarak büyümeyi geride bıraktığınız zaman, rekabet de yerini dayanışmaya bırakıyor.
İnsanı hep en fazlasını isteyen olarak resmettik ve bu durum bugün insanları büyük bir depresyona, yalnızlığa kadar getirdi. Oysa insanlığın tarihsel kökenine baktığımızda birlikte yaşayan, birliktelik ruhunu taşıyan bir insanlık hikayesi var. Şu an özümüze de ihanet ederek mutsuz da oluyoruz. Bugün de krizleri çözmek için tek başımıza değil, dayanışmaya ihtiyacımız var. Bugün iklim krizinden kaçabilecek hiçbir bölge ve hiçbir insan yok. Bulunduğumuz bu noktada o tekilliği, dayanışmaya çevirmemiz gerekiyor. Rekabeti unutmamız gereken bir döneme girdiğimizin göstergesi. O yüzden senin yaptığın çok önemli bir fedakarlık, kendi karından bırakabiliyor olmak çok önemli. Umarım bunun büyük şirket versiyonlarını da görebiliriz.
Çok sağ ol. Ben bunu bir fedakarlık olarak yapmıyorum. Aslında zaten bunun tersini yapamıyorum. Çünkü ben gerçekten yirmi sene önce yüzebildiğim denize, yirmi sene sonra giremediğim bir dünyayı değil plajların olmadığı, kumdan koşarak denize girdiğim bir dünyayı hayal ediyorum.
Ben Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı’nın topluluk mentörlerinden biriyim. Bir süre boyunca topluluklara destek olduk. Orada kendimize yeni agora dedik ve kapanış buluşmasında 22. yüzyılı konuştuğumuzu belirttik. Bana ‘Neden 22. Yüzyılı konuşuyoruz ki?’ dediler. 22. Yüzyılı konuşmalıyım çünkü benden bağımsız bir dönem. Ben bugün, benim var olmayacağım bir dönemin hakkını ve adaletini konuşmaya başlıyorsam bu gerçek sürdürülebilirlik, gerçek onarıcılıktır. Nesiller arası adalet için bizden sonrasını düşünebiliyorsak doğru adımı atmaya başlamışız demektir.
Her şey için çok teşekkür ederim Ekin.
Çok teşekkürler.