Sergi İncelemesi: “Boşlukta” Metin Ünsal

Sergi İncelemesi: “Boşlukta” Metin Ünsal

Geçtiğimiz hafta sonu kızım Derin (6.5) ile Metin Ünsal’ın Galeri Işık Teşvikiye’de yer alan “Boşlukta” isimli sergisini gezdik.

Galeriye girdiğimizde serginin sonundaki duvarda çıkışı olmayan bir merdiven gözüme çarptı. Bu anlamsız mimari ögenin, mekana uygulanan bu estetik şiddetin sorgulamasını sadece içimden yapıyordum ki Derin’in ‘’Anne neden hiçbir yere çıkmayan bir merdiven var?’’ sorusunu yüksek sesle sorması ile ben de soruyu serginin küratörü Rafet Arslan’a yönelttim.

Rafet Bey de galerinin bir kısmının  kahveci olduğunu söyledi. Sanata ayrılmış bir mekanın ticari kaygılarla açılacak bir mekana dönüşmesi için bu ne acele? Bunu daha estetik bir forma sokmayı hiç mi bekleyememişler ya da bu sanat alanını kahveciye çevirmeselermiş olmaz mıymış?

Sergi İncelemesi: “Boşlukta” Metin Ünsal
“Boşlukta”

Boşlukta asılı kalmış bu merdiven; kimliksiz, biçimsiz, boşlukta asılı kalmış formlar üzerinden yokluk, hiçlik, boşluk temaları etrafında şekillenen serginin bir metaforu gibi geldi bana.

Burada kısa bir parantez açmak istiyorum. Psikanalize olan ilgim sayesinde insanların rüyalarında çıkmaz sokak, kapısı olmayan oda gibi şeyler görmesinin bilinçaltındaki çaresizlik olduğunu öğrenmiştim. Bu görüntü de bana kötü bir rüya gibi geldi.

Sergi İncelemesi: “Boşlukta” Metin Ünsal

Sanata daha çok alan ayırmanın yollarını arayan bir grup insana karşı, mekanların bu estetikten yoksun bir şekilde sadece vakit geçirme odaklı tüketim alanlarına çevrilmesindeki hızı ve estetik vahşetini çok düşündürücü buluyorum. Bunu, devletin kültür sanat politikası olmamasının bir uzantısı olarak da düşünebiliriz.

Halbuki Cumhuriyet tarihine baktığımızda, 2. Dünya Savaşı sonrası İstanbul’da yaşayan birçok ressamın sanatı yaymak üzere Anadolu’da görevlendirildiği kültür sanat politikalarımız olduğunu görüyoruz. Köy enstitüleri ile tarla, ev, çocuk üçgeninde boğuşan kadınların eğitime, sanata ulaşabilmeleri o şartlarda sağlanabilmiş. Ancak günümüz Türkiye’sinde yan kafede zaman öldüren gençleri, duvarın arkasındaki sergiye götürmek için bir çaba sarf edilmiyor. Yerel yönetimlerin sarf ettiği çabaları ayrı bir yerde tutuyorum.

Sergi İncelemesi: “Boşlukta” Metin Ünsal

Sergiye dönecek olursak, Metin Ünsal’ın sergisinin kalbinde olan şiddet eylemlerine günün her saatinde, ülkenin ya da şehirlerin her köşesinde ‘’Tanıklık’’ ediyoruz. (Sergiye paralel çıkarılmış ‘’Tanıklık’’ adındaki içinde çok değerli makalelerin olduğu yayını da okumanızı tavsiye ediyorum.)

Bu tanıklık, bazen algıda geçicilik bazen de ‘’aman canım sende’’ciliklerle yaşadığımız birçok şiddet eyleminin arasında kaybolup ya da üst üste binip kendi varoluşunu sürdürmeye devam ediyor.

Tam da bu noktada Metin Ünsal’ın konu aldığı şiddete maruz kalan, boşlukta bırakılan kadınların ruhlarındaki taşıması zor yükten bahsetmek istiyorum.

İnsanın en büyük özelliği, ne olursa olsun akıl ve mantık yoluyla hayatına, yoluna devam edebilmesidir. Ta ki ufuk çizgisi silikleşmeye ya da yolun sonundaki ışık görünmemeye başlayana dek… Tıpkı merdivenlerin bir duvarla kesilmesi gibi…

Dünyada ve özellikle Türkiye’de kadına şiddet, her gün daha da artıyor. Kadınlar bir şekilde tüm bu baskıya rağmen yoluna devam etmeye çalışsa da üst üste gelen bu baskı, müdahale ve fiziksel şiddet eylemlerinin ruhtaki görüntüsü, kendi bedenini taşıyamayan ve kendi içinde sürekli taşıp yayılan kütlelere dönüşüyor.

Metin Ünsal sergi

Sergi boyunca yağlı boyalarda bu kütleleri farklı boyut, form ve renklerde izledikten sonra, Metin Ünsal’ın bu kütleleri 3 boyuta taşıdığı heykeller ile merdiveni hiçbir yere çıkmayan duvara doğru yaklaşıyoruz. Sergi süresince insanın içine dolan ağır duygu yoğunluğu, sanatçının belli belirsiz kadın seslerinin yer aldığı Uğur Engin Deniz iş birliğinde hazırlanan 3D animasyon ile tepe noktaya ulaşıyor. Bu iş, serginin duyusal çeşitliliğini artırıyor ve boşlukta salınan ruhları tıpkı bir hologram etkisiyle izleyicinin gözünde görünür kılıyor.

 

 

 

Bu video çalışmasındaki serzeniş ve yardım çağrısını andıran belli belirsiz kadın sesleri, bir süre sonra sanki kişinin kendisinden çıkıyor gibi garip bir ikilem yaşatıyor. Kadınların yaşadıkları zorluklar ve maruz kaldıkları şiddet altında ezilen ve şişen ruhlarını tasvir eden kütlenin döngüsel haraketi ise bir hortum gibi insanı içine çekerken renkten renge ve formdan forma geçerek kadına karşı yapılan şiddetin sınırsızlığını izleyicinin tüm bedeninde hissetmesine sebep oluyor.

Kadına şiddetin kökeninde merdiven önüne örülen duvar, çarpık yapılaşma, beton aşkı, boya ile yapılan restorasyonlar, orman kıyımları kısacası estetik dışı tüm eylemler yer alıyor. 

Bu sarsıcı sergiyi gezerken girdiğim duygu durumundan ve sorgulamalardan kapıdan dışarı adım atara atmaz yüzüme kar soğuğu gibi çarpan insan kalabalığı ve sesiyle çıkıyorum. Ama hafta içi, hafta sonu, kaldırımların, restoran ve kafelerin, mağazaların tıka basa dolu olduğu Nişantaşı’nın göbeğinde, üstelik de ücretsiz gezilebilen bir sergiye insanların neden daha fazla ilgi göstermediğini anlayamıyorum. 

Günlük tempoda ve kullanılan haber dilinde sıradanlaşan her türlü şiddete karşı farkındalığın sanat ve estetikle mümkün olduğunu düşünerek, sadece evde içmeyi sevdiğim Türk kahvemin hayaliyle sergiden ayrılıyorum.