Lumiêre Kardeşler’in “Trenin Gara Girişi” adlı filminin ilk gösteriminde insanların trenin altında kalmamak için kaçıştığı söylenir. Bugün belki aynı etkiyi aynı şekilde yaratmasa da sinema, pek çoğumuz için hala büyülü bir şey. Peki sinemanın bir geleceği yok mu? Salonlar tarih mi oluyor?
Kısacası büyü bozuldu mu?
Hayır.
Başkalaşan Sinema
“Sinema bitti mi?” sorusu, çok uzun zamandır devam eden bir geyikten ibaret diyebiliriz. En azından ben kendimi bildim bileli sinemanın öldüğü konuşuluyor. Sürekli bir ha bitti ha bitecek havası hakim.
Fakat hiçbir şeyin bittiği falan yok.
Bütün bu meseleyi “başkalaşım” kavramıyla açıklamak mümkün. Sinemanın tarih sahnesine çıktığı ilk günden beri insanın sinemaya karşı konumlanışı sürekli değişiyor. İnsan doğasının, toplumsal dinamiklerin ve yaşam pratiklerinin sürekli irili ufaklı değişimler gösterdiği düşünülürse bu hiç de ilginç bir şey olmasa gerek. Tabii bu değişimler dönemsel olarak gerçekleştiğinden aynı dönemin insanı olanlar için benzer etkilere sebep oluyor. Haliyle sinemaya bakışımız nesiller arasında gözle görülür farklar içeriyor ve bu da kaçınılmaz olarak sinemanın değişimine sebep oluyor.
Sinemayla ilk kez karşılaşanlardan sonra gelen nesillerin “Aman trenin altında ezilmeyeyim!” diye kaçışmadığını biliyoruz. Aynı şekilde bizlerin bu neslin taşıdığı “Sinema bir mucize!” tavrını taşımadığımız da aşikar. Hal böyleyken bir ritüel olarak sinemanın sürekli bir başkalaşım içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Bana kalırsa sinemanın öldüğünü söyleyenler, aslında sadece kendi sinema ritüellerinin ölümünden şikayetçiler. Ne yalan söyleyeyim ben de yaz sinemalarını, star filmlerini ve alaska frigoları unutamadım. Hatta Terminator filmininin etkisinde kalıp evde odalara kapıları tekmeleyerek girdiğim ve “Come with me if you wanna live!” diye bağırdığım günlerin özlemi içerisindeyim. Ama tüm bunlar sinemanın öldüğü manasına gelmiyor.
Post-pandemik Sinema Ritüelleri

Fotoğraf: Cottonbro
Pandemi süresince pek çok şeyde olduğu gibi kültürel aktivitelerden de mahrum kaldık. Sinemaya gitmek de bu aktivitelerden birisi. Pandemi hala devam ediyor olsa bile günlük hayat üzerindeki etkilerinin azaldığını söyleyebiliriz. Bu da son zamanlarda insanların uzun zamandır hasretini çektiği kültürel faaliyetlere olan iştirakını fazlasıyla artırdı. Fakat bunun bir saman alevi olduğunu düşünenlerin sayısı da bir hayli fazla. Çünkü hepimizin bildiği üzere pandemi, hayatın pek çok farklı noktasında olduğu gibi film izleme ritüellerimizi de değiştirdi. Film platformlarının hayatımıza pandemiden çok daha önce girmiş olmalarına rağmen bu platformların hayatımızda tuttuğu yer, pandemiyle beraber adeta perçinlenmiş oldu. Herhalde “bir film izlemek” dendiğinde aklımıza sinemaya gitmekten önce herhangi bir internet platformunun geliyor oluşu da bunun bir kanıtı niteliğinde. Birkaç yıl önce yönetmen İlker Canikligil ile yaptığım bir sohbette kendisi bana sinema salonunun görüntü kadar ses ile de alakalı bir deneyim sunduğunu söylemişti. Fakat günümüzde emarelerini net bir şekilde gördüğümüz üzere teknolojinin yakın zamanda gelişim ve erişilebilirlik açısından evde de sinema salonunda yaşadığımız deneyimi bize sunacak olduğunu biliyoruz.
Tüm bunlar düşünüldüğünde önümüzdeki yıllarda sinema salonlarının bugün olduğu kadar yaygın olmamasını beklemek kulağa gayet makul bir öngörü gibi geliyor. Bana sorulacak olursa şayet; sinema salonları görece nostaljik bir başkalaşım göstererek hayatına devam edecek ve sinemaya gitmek; zamana direnen gece sinemaları, salonlar ve tutkunları ile birlikte tam manasıyla niş bir azınlığa hitap eden kültürel bir aktiviteye dönüşecek.
Kapak Fotoğrafı: Tima Miroshnichenko