Çevre Felsefesi Nedir?

Çevre Felsefesi Nedir?

Hükümet, ormanlık bir alana yapılacak fakat gerçekleştikten sonra binlerce insana istihdam sağlayacak büyük bir yapı projesini onaylamalı mı? Ölümcül bir hastalığa çare bulmak için hayvan deneylerinin yapılması doğru mu? Bitkiler mi yoksa hayvanlar mı daha değerli? Canlı ve cansız varlıklar arasındaki fark nedir? İnsanlar doğadan ne kadar sorumlu? Eğer insanların doğaya karşı bir sorumluluğu varsa, bunun nedeni sürdürülebilir bir çevrenin insan varlığı ve refahı için gerekli olması mı yoksa doğanın insandan bağımsız içkin bir değere sahip olması mı? Doğal çevremizin yıkımı bizi hiçbir koşulda etkilemeseydi, iklim kriziyle mücadelemiz yine de devam eder miydi? Bu sorular, çevre felsefesi içerisinde kendine yer bulan sorulardan sadece birkaçı…

Çevre felsefesi, insanın doğayla olan ilişkisini ve varlıkların değerini sorgular. Nesli tükenen türler, bitkilerin ve hayvanların etik değerleri, eşitlik ve sürdürülebilirlik gibi pek çok konu, çevre felsefecileri tarafından incelenir. Çevre felsefesi, 1970’lerde, insanın doğayla olan etkileşimini artırma girişimiyle çıkmış ve felsefenin bir alt dalı olmuştur. Çevre felsefesini oluşturan sorular; ontoloji, estetik, etik ve metafizikle doğrudan ilişkilidir ve bir bakıma temellerini Antik Yunan’dan alır diyebiliriz. 

Doğanın Değeri

Çevre Felsefesi Nedir?
Çevre felsefesi nedir: Doğanın önemi

 Fotoğraf: Hossein Ezzatkhah

Çevre felsefesini incelemeye başladığımızda, belki de bu felsefenin en temel sorunlarından biri olan “doğanın değeri” konusuyla karşılaşırız. Doğa, “araçsal değer” mi yoksa “içkin değer” (çevreden bağımsız, varlığın kendisinde bulunan değer) mi taşıyor? Bu tartışmanın, çevre felsefesiyle beraber daha birçok etik tartışmanın da yönünü belirlediğini düşünüyorum. Doğa, araçsal bir değer taşıyor dediğimizde, çevremiz sadece bir şeye hizmet ettiğinde bir anlam ifade ediyor demiş oluyoruz. Eğer sürdürülebilir içeriklerle ilgileniyor ve şu an bu yazıyı okuyorsanız, büyük ihtimalle doğanın araçsal değerden fazlasını taşıdığını düşünüyorsunuz. Fakat tarih boyunca, insanların küresel ısıtmayla, iklim kriziyle ve felaketlerle sonuçlanan davranışları, insanlığın doğaya araçsal bir değer verme eğiliminde olduğunu gösteriyor. Bu durumda “Doğa, kendiliğinden, içkin bir değer taşıyor.” demek hayati bir önem taşıyor çünkü bu yaklaşım, doğayı pratik kaygıların aracı olmaktan kurtarıp hak ettiği saygıya ve ahlaki ilgiye kavuşturuyor. 

Çevre Etiği Nedir?

Çevre etiğinde karşılaştığımız en büyük problem, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, doğaya, insan merkezli (anthropocentric) ve araçsal bir değer atfetmek. İnsan merkezli bir bakış açısıyla çevre etiğinden bahsetmek sürdürülebilir olmasa da günümüzde geldiğimiz noktanın, çevre etiğine olan pratik ihtiyacımızı artırdığı ortada. 

Günümüzde iklim krizi mücadelesi için geliştirilen politikaların hepsi, aslında şu ya da bu şekilde çevre etiğinin verdiği dersleri ve soruları barındırmak zorunda. Adalet, sürdürülebilirlik, yeterlilik, merhamet, dayanışma ve katılım gibi çevre etiğinin üzerinde çalıştığı kavramları politikalarımıza katmak, iyileşme sürecini hızlandırır. Bu kavramlar iç içe ele alınır. 

Çevre etiğinin adalet ilkesi çevreye, hayvanlara ve insanlara eşit bir yaklaşım sergilemekle ilgilidir. Sürdürülebilirlik ise gelecek nesil de dâhil, her kesimin ve varlığın ihtiyaçlarının eşit ve yeterli bir biçimde sağlanması ile ilişkilendirilebilir. Merhamet, katılım ve dayanışma gibi kavramlar da bu ihtiyaçların sağlanmasının yapı taşlarıdır. 

Ayrıca çevre etiğinde, “Doğaya karşı sorumluluğumuz nedir?”, “Çevreye en az nasıl zarar verebiliriz?”, “Çevreye karşı davranışlarımızın sonuçları nedir?” gibi sorulara cevap aranır. Çevre etiğinin bu sorularına cevap verdiğimizde, harekete geçmemiz gerektiğini hissederiz. Belki çevre felsefesinin de 1970’lerde ortaya çıkma sebebi, doğaya verdiğimiz zararın görünürlüğünün artması ve çaresizliğin sonunda bizi bu soruları sormaya itmesidir.

Ekofeminizm

Çevre Felsefesi Nedir?
Çevre felsefesi ve ekofeminizm

Fotoğraf: Miguel Bruna

Feminist mücadelenin çevre felsefesindeki yeri göz ardı edilemez. Ekofeminizm kavramıyla 1970’lerin ortalarında, ataerkil toplumun, yalnızca kadınları değil, aynı zamanda toplumdaki azınlık ve ezilen kitleyi, hayvanları ve doğayı sömürdüğü de gündeme getirildi. Bu dönemde Ynestra King gibi feminist yazarlar, erkek egemen kültür veya ataerkilliğin birbiriyle bağlantılı dört şey tarafından desteklendiğini savundu: cinsiyetçilik, ırkçılık, sınıf sömürüsü ve ekolojik yıkım. 

Dünya, cinsiyet eşitsizliğinin, tarihsel olarak insan toplumlarındaki tahakküm kültürünün bir sonucu olduğu ve bu tahakküm kültürünün, doğanın insan tarafından sömürülmesinin de nedeni olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldı. Ekolojik sömürünün, erkek egemen kültür tarafından uygulanan baskının bir uzantısı olarak görülmesi çevre felsefesine de yeni bir çığır açtı.

Çevre felsefesi; çevre etiği, çevre politikası ve ekofeminizm gibi birçok alt başlıktan ve konudan oluşan, geniş bir alan. Bu felsefenin üzerinde durduğu soruları ne kadar içselleştirir, cevaplamaya çalışır ve cevapların getirdiği sorumlulukları üstlenirsek sürdürülebilir bir geleceğe o kadar yaklaşırız. 

Kapak Fotoğrafı: Markus Spiske