Ekofelsefe ve Çevre Etiği

Ekofelsefe ve Çevre Etiği

Güncelleme Tarihi: 11 Ocak 2023

“Var olan her şey, sadece var oldukları için eşittir.” desem… Herhalde bu sizleri pek rahatsız etmez. Hatta bana hak verirsiniz sanırım. Bir de aynı cümleyi daha farklı bir şekilde kurayım sizler için; ‘’Brezilya’nın Pantanal Bataklığı’nda yaşayan bir mikroorganizma ile herhangi bir insan aynı kıymete sahiptir.’’ Şimdi kulağa biraz abartılı gelmiş olabilir. Ancak dünya düşünsel tarihinin son zamanlarına bakılacak olursa bu görüş, artık pek de abartılı bir fikir değil.

Aslında her şey 19. yüzyılın sonlarına doğru antroposantrik bakış açısının yerini ekosantrik bakış açısına bırakmasıyla başlıyor. Bu da insanı, biraz da dekonstrüktif bir analizle  evrendeki konumunu yeniden sorgulamaya itiyor. Modern bilimsel perspektif ile kavranmış doğa olgusu, çağdaş dünyanın varlık hiyerarşisini tamamen değiştiriyor. Bütün bunlar beraberinde kuramsal olarak insanın, doğal ekosisteme ve yabanıl yaşam topluluklarına karşı davranışlarının nasıl olması gerektiğini ortaya koyan etik tartışmaları da doğuruyor.  Özetle; doğayı algılamak için kullandığımız ‘’doğa ve insan’’ başlığı, yerini yavaşça sadece ‘’doğa’’ başlığına bırakıyor. Doğaya ne denli tabi olduğumuz ve kendimizde sadece düşünebilme mefhumuyla açıklayabildiğimiz doğaya tahakküm edebilme hak görüşümüzün ne denli mesnetsiz olduğu, herhalde pek çoğumuz için hayatımıza giren iklim değişikliği kavramıyla yüzümüze vurulmuştur. Bugün görüyoruz ki doğayı gözetmeden aldığımız hiçbir kararın sorumluluğundan kaçamıyoruz.

Bunu hepimiz için daha anlaşılır kılmak adına küçük bir bilgi vermek istiyorum: 2005 yılında İngiltere’de Tony Blair hükümeti daha önce de Dünya Bankası’nda ekonomi uzmanı olan Nicholas Stern’den iklim değişikliğinin önümüzdeki yüzyıl içerisinde İngiltere ve dünya için oluşturabileceği sonuçları araştırmasını istedi. Tahmin edersiniz ki rapor fazlasıyla vahim. Stern’e göre iklim değişikliği büyük ekonomik krizlere gebe ve bu krizlerin faturası toplamda yaklaşık 5.5 trilyon euroya mal olacak. Eğer ülkeler gayrisafi iç hasılalarının yüzde birini iklim değişikliğiyle mücadele noktasında harcamazlarsa gelecekte bunun 5 ila 20 katını harcamak zorunda kalacaklar. Ekolojiye ekonomik bir bakış açısıyla eğilmek ne kadar sakıncalı olsa da sanırım para ile ölçülebilen şeyleri daha kolay anlıyoruz.

Mekanik dünya algısına tepki gösteren pek çok düşünürden biri olan Aldo Leopold, toprağın cansız bir varlık olduğu tezine karşı çıkarak toprağı, canlıların oluşturduğu devrenin içinden akan bir enerji kaynağı olarak görüyor. Ünlü doğa bilimci toprağı bize ait bir mülkmüş gibi gördüğümüz için onu sömürdüğümüze dikkat çekerek toprağı ait olduğumuz bir topluluk olarak görmenin doğru bir yaklaşım olduğunu söylüyor.

Ekosantrizm ve Derin Ekoloji

ekoloji

Ekosantrik bakış, kısaca ekosistemdeki diğer varlıkların mevcudiyetlerine karşı farkındalık sahibi olma, kendini ekosistemin ve yeryüzünün bir parçası olarak görerek düşünme ve hareket etme şekli olarak tanımlanabilir. İki tür çevremerkezci yaklaşımdan bahsetmek mümkün. Bunlardan ilki toprak etiği ve ikincisi de derin ekoloji. Derin ekoloji, kirlilik ve doğal kaynakların tükenmesi gibi konulara uzun vadeli çözümler getirmek konusunda etkisiz kalan ‘’sığ ekoloji” fikrine karşı Norveçli felsefeci Arne Naess tarafından ortaya atılmış. Bu fikir, özünde bir çevre etiğinden çok ekolojik bilgeliği yani bir açıdan ekofelsefe düşüncesini savunur. Yaşamsal gereksinimleri karşılama dışında insanların yaşam biçimlerinin çeşitliliğini azaltmaya haklarının olmadığını savunan derin ekoloji, insan nüfusunun azaltılması gerektiğinin de altını çizer. Temel ideolojik, ekonomik ve teknolojik bütün politikaların kökten değişmesi gerektiğini savunurken daha yüksek yaşam standardı algısının yerini yaşam kalitesini takdir etmeye bırakması gerektiğini söyler.

Peki ya sizce? İnsan evrenin merkezi mi yoksa sadece bir parçası mı?