Prof. Dr. Ebru Özgen: Artık Sürdürülebilir İyilik Dönemi Başladı

Güncelleme Tarihi: 2 Ekim 2021

Coronavirüs salgınının tüm dünyayı etkisi altına almaya başlaması ile yeni bir farkındalık dönemi yaşıyoruz. Bu dönem, aynı zamanda ülkesine katma değer üreten kurum, firma ya da markaların ne derece sosyal sorumluluk bilincine sahip olduklarının gözlemlendiği ve sorgulandığı bir süreç.

Sosyal sorumluluk ve sosyal fayda anlayışının evrildiği bir çağa geldiğimizi belirten Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi akademisyeni Prof. Dr. Ebru Özgen ile pandemide kurum ve markaların sosyal sorumluluk anlayışı, pandeminin getirdiği yeni iletişim biçimleri ve değişen alışkanlıklar, sürecin sosyolojik etkileri, yabancılaşma, hızla ilerleyen dijitalleşme ve yeni adaptasyonlarımız üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Ebru Hocam merhaba, sizi tanımak isteriz…

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunuyum. Halkla İlişkiler alanında yüksek lisans ve doktora yaptım. Doçentliğimi “Halkla İlişkiler” alanında aldım. Çekirdekten halkla ilişkiler akademisyeniyim. 2018 yılında Profesör oldum. Fakültede halkla ilişkiler, medya yönetimi, yeni medya ve markalama, sosyal sorumluluk projeleri gibi konularda dersler veriyorum dolayısıyla daha çok etik, sosyal sorumluluk ve dijitalleşme konularının halkla ilişkiler ile ilişkisi üzerine çalışıyorum. Dijitalleşme ile birlikte halkla ilişkilerin dijital dönüşümü ve bu sürecin etik ve sosyal sorumluluk boyutu ile kriz süreçlerinde markaların sosyal sorumluluk iletişimleri bu aralar en önemli ilgi alanım arasında.

Üniversite hayatınızdan tutun da akademik kariyere kadar tüm bu süreçleri Marmara Üniversitesi’nde gerçekleştirdiniz. Bu kuruma tam bir aidiyet duygusu ile yaklaştığınızı görüyorum diyebilirim. Dolayısıyla motivasyonunuz nedir?

Söylediğin gibi ciddi bir Marmaralıyım. Öğrenciliğimden beri fakültedeyim ve doğal olarak aidiyetim çok yüksek seviyede. Ancak motivasyonumu sadece Marmaralı olmaktan almıyorum, aynı zamanda bu içsel bir durum. Herkesin en önemli sorumluluğunun işini en iyi şekilde yapmak olduğunu ve bunu yaparken içinde bulunduğu ekosisteme faydalı olma kaygısı gütmesi gerektiğini düşünüyorum. En önemli motivasyonum hep daha iyisini yapmak ve rutinden çıkmak. Sadece kendisi için değil çevresi için de iyiyi üretmeli insan, sanırım en önemli motivasyonum bu.

“İletişimde Fijital Süreci Yaşıyoruz”

 

– Bundan yıllar önce iletişim fakültelerinde bize öğretilen ve şu ana göre konvansiyonel kalan halkla ilişkiler bakış açısı ve uygulamaları, yeni dünya düzeni içinde farklı bir boyut kazandı. Artık her şey dijitalleşirken PR ve ilgili eğitim sektörü de bu değişimden nasibini alıyor. İletişim sektörünün bu dönüşümü nasıl sırtlandığını düşünüyorsunuz?

Fotoğraf: Marvin Meyer

Dijitalleşme sadece halkla ilişkileri değil pek çok alanı dönüştürüyor. Ama bu geleneksel halkla ilişkilerin yok olduğu anlamına gelmiyor. Fijital bir süreci yaşıyoruz. Yani geleneksel yöntemlerle dijital yöntemlerin halkla ilişkiler stratejileri doğrultusunda birbiriyle entegre kullanıldığı bir iletişim sürecini ifade etmeye çalışıyorum.  

Çok hızla dijitalleştiğimiz bir süreçteyiz. Pandemi dijitalleşme hızını iki katına çıkardı. Yapay zekaları, robotları, makine öğrenmesi, derin öğrenme, artırılmış gerçeklik gibi pek çok konuyu konuşuyor ve halkla ilişkiler disiplini açısından kullanımı üzerine çalışıyoruz. Halkla ilişkiler disiplinini pozitif toplum mühendisliği olarak tanımlarsak dijitalleşmenin, halkla ilişkileri tanımlarken kullandığımız toplum mühendisliğinin bu pozitif yönünü koruma tarafına hizmet etmesini sağlamak gerekliliği vardır.

Fotoğraf: Gerd Atmann

İletişim sektörünün bu sürece hızla adapte olduğunu düşünüyorum. Daha pandeminin en başında artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylüyorduk zaten. Çünkü alışkanlıklar değişmeye, yeni davranış ve hayat biçimleri oluşmaya başladı. Bu dijital adaptasyonun geri dönüşü olmaz, her halükarda bir gün bu pandemi bittiğinde yeni alışkanlıklarımızla hayatlarımıza devam edeceğiz. Online süreçler işlemeye devam edecek.

“Markaların toplumsal duyarlılıkla hareket etmeleri gerekir”

– Son dönemde popüler haline gelen bir konu da sosyal sorumluluk projeleri. Özellikle büyük ölçekli markalar, hedef kitlesi nezdinde itibarlarını koruyabilmek, yarışta bir adım öne geçebilmek ve dünyaya karşı sorumluluk bilincinin de bir parçası olmak adına çalışıyorlar. Sürdürülebilir bir marka varlığı için kurumsal sosyal sorumluluk çalışmalarının payı nedir?

Fotoğraf: Freepik

Kurumsal sosyal sorumluluk projelerini esasen birer pazarlama iletişimi aracı olarak değerlendirmek gerekli. Markaların bilinirlik, farkındalık, olumlu imaj, itibar yaratmak ve sıcak satış sağlamak ya da pazar payını artırmak adına yaptıkları bir iletişim aracı. Markalar sosyal sorumluluk projelerini hayata geçirirken hedef kitle ile arasında duygusal bir bağ kurma amacını hedefliyorlar, dolayısıyla markaların toplumsal duyarlılıklarının olduğunu göstermek ve bunu da samimiyetle yapabilmek sözünü ettiğimiz bu duygusal bağı oluşturuyor. Tabii ki markaların bu projelerin içinde samimiyetle varlık göstermesi çok kıymetli. Bunu bir ödev ahlakı ile yapmak ve içinde bulunduğu topluma karşı ödevlerini, görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirmek çok büyük katma değer sağlar. 

Fotoğraf: Alexas Fotos

Artık paydaş ekonomisinin hayata geçtiği bir süreçteyiz. İçinde bulunduğu ekosisteme fayda üretmek, bu ekosistemdeki paydaşları hesaba katarak strateji geliştirmek ve onların da fayda sağlayacağı iş süreçlerinin içinde olmak, üretim ve hizmet süreçlerinde insan sağlığını ve çevreye dost anlayışı gözetmek, iletişim süreçlerinde manipülasyona gitmemek, ayrımcılık yapmamak, adaleti ve insan haklarını gözetmek, yasalara uymak ve etik ilkelerle hareket etmek; işte gerçek sorumluluk anlayışı, bu süreçleri markaların felsefelerine kodlamalarıdır. Bu temel sorumluluk anlayışlarının üzerine yapılan tüm sosyal sorumluluk projeleri yarar üretir.

“Daha eşitlikçi bir dünya için sosyal sorumluluk projeleri üretmeli.”

Günümüzde daha önce tanımadığımız bir gerçeklik ile yüzleşiyoruz. Covid19 Salgını ve pandemi krizinde kurumsal sosyal sorumluluk projeleri nasıl olmalıdır?

Fotoğraf: Anna Shvets

Pandemi dönemi, insanların sağlığını etkileyen ölümle her an burun buruna gelme tehlikesi yaşadıkları, yakınlarını kaybettikleri, tam anlaşılamadan milyonlarca insanın ölümüne sebep veren bir süreç oldu, olmaya devam ediyor. Bu kaos döneminde bir anda karantinalar yaşandı, insanlar çocuk, genç yaşlı demeden evlere kapandı. Ciddi iş kayıpları yaşandı, ekonomik sıkıntılar ortaya çıktı. Geçim sıkıntısı, işsizlik oluştu ve bu durum, krizin yan etkileri olarak yeni krizleri yarattı. Biraz hazırlıksız yakalandık hepimiz açıkçası. Kaos dönemleri karmaşa ve belirsizlik dönemleridir o nedenle de büyük bir bilgi kirliliği ile kriz içinde daha büyük krizlerin oluşması için de çok elverişli ortamlardır. Pandeminin başladığı mart 2020’den itibaren bugüne kadar ülkenin içinden geçtiği durumu iyi okuyabilirsek içinde çok ciddi derslerin olduğunu görebiliriz. Bu süreç en çok paydaş kapitalizminin gerekliliğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Sosyal fayda yani paydaşlarına faydalı iş modellerinin düşünülmesi ve üretilmesi gereken bir dönemdeyiz. Toplumsal kalkınmanın homojen dağılımını sağlamanın bir parçası olabilmek çok önemli. Kurumun içinde bulunduğu ekosistemi nasıl daha yukarı çekebileceğini çalışması gerekli. Dolayısıyla kurumların içinde yaşadıkları ekosisteme duyarlı olabilmesi çok önemli. Daha eşitlikçi bir dünya düzeni adına sorumluluk projeleri üretmek gerekliliğini hep vurgulamanın önemine inanıyorum.

Fotoğraf: Alexandra Koch

Biyoteknoloji üzerine odaklanılmalı, özellikle pandemi dönemi bize bu gerçeği hatırlattı. Dolayısıyla markalar bu gerçeği iyi çalışmalılar. Her zaman vurguladığımız gibi öğrenen organizasyon olabilmenin unsurlarını markaların kendi iç dinamiklerinde bulundurmaları çok gerekli.

“Türkiye, sosyal sorumluluk konusunda geride değil.”

Türkiye’de pandemide doğru uygulandığını düşündüğünüz kurumsal sosyal sorumluluk proje örnekleri var mı? 

Sosyal sorumluluk ve sosyal fayda anlayışının da evrildiği bir dönemi yaşıyoruz. Artık Sosyal Sorumluluk 3.0 dönem. Bu dönem iş ve sosyal sorumluluğun birlikte yürütülmesi gereken yeni bir anlayışın gerekliliğini hissettirdi. Artık Sürdürülebilir İyilik dönemi başladı diyebiliriz. Sosyal Sorumluluk 1.0 sadece ihtiyacı karşılamaktan ibaretti. Sosyal sorumluluk 2.0 ihtiyaç sahiplerine bu ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ortam sunmaktı oysa sosyal sorumluluk 3.0, ihtiyaç sahibine ihtiyacını hangi ortamda, hangi hareket kabiliyetini kazandığında çok daha verimli olabileceğini göstererek en iyi ortamı yaratmayı hedefliyor.

Fotoğraf: Ivabalk

Türkiye sosyal sorumluluk konusunda geride değil, bu konular bizim kültürel değerlerimizin içinde zaten olan konular olduğu için adaptasyonumuz kuvvetli. Sadece yerel markaların çok daha profesyonel davranmaları için kurumsal felsefelerini geliştirmeleri gerektiğini düşünüyorum. 

Fotoğraf: koronavirus.ibb.istanbul

Pek çok giyim markasının pandemide oluşan maske ihtiyacını karşılamak için fabrikalarında kendi üretimlerini durdurup maske üretimine geçmesi, e-ticaret sitelerinin pandemide bazı işkollarına yardım edecek bir bütçe oluşturması, markalar tarafından yürütülen sosyal mesafe, hijyen ve maske takmanın önemi hakkında yürütülen farkındalık kampanyaları, markaların daha yönetmelik çıkmadan bu dönemde işten personel çıkarmayacaklarını açıklaması güçlü örnekler olarak verilebilir. 

Pandemide başarılı, tutarlı ve süreklilik arz eden sosyal sorumluluk çalışmaları nasıl yürütülmeli?

Fotoğraf: You X Ventures

İhtiyacı iyi tespit eden, mutlaka o faaliyet alanında uzun soluklu varlık gösteren bir sivil toplum kuruluşu ile iş birliği içinde olan, ilgili yerel yönetimlerden destek alan, paydaş iletişimine önem veren, ölçümleme kriterleri iyi seçilmiş, ulaşılabilir, şeffaf, katılımcılığı destekleyen, hesap verebilir, raporlama sistemlerini oturtmuş, küresel ilkeler sözleşmesi ışığında hareket eden sosyal sorumluluk projeleri iyi düşünülmüş projelerdir ve çevrelerine katma değer sağlar.

Pandemi döneminde yürütülecek sosyal sorumluluk projeleri için de aynı şeyleri söylemek mümkün. Hangi ihtiyaca yönelik yürütülecek, kimleri kapsayacak, hangi açığı kapatacak, hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığı nasıl ölçümlenecek, süreç hangi paydaşlarla yürütülecek, zamanlama planı ne olacak, duyurusu nasıl yapılacak, ilgili kitleye nasıl ulaşılacak ve nasıl bir yarar sağlayacak yani nasıl bir toplumsal çıktı elde edilecek gibi soruların cevabı net olmalıdır. 

“Kişi, ödev ahlakına sahip olmalı.”

Esasında sosyal sorumluluk denince, konunun hem bireysel hem devlet hem de özel sektör boyutu var. Her kesim şüphesiz üzerine düşeni yapmalı. Bir akademisyen olarak bu görev bilincinin neresindeyiz, nasıl değerlendirirsiniz?

Fotoğraf: Rawpixel.com

Ben sosyal sorumluluk anlayışının bireyden başladığına inananlardanım. Dolayısıyla aileden başlayan bir terbiye olduğunu düşünüyorum. İnsanın çevresine ve topluma karşı duyarlılığı önemli bir öğreti gerektirir. Toplumu meydana getiren tüm yapı taşlarının bu bilince sahip olması ve üzerine düşeni en iyi şekilde yapması bir ödevdir. Yanı bu durum Kant’ın sözünü ettiği ödev ahlakını gerektirir. İnsanın önce kendini bilmesi, tanıması ve kendi versiyonunun en iyisi olabilmesi için çabalaması, sonra da içinde yaşadığı sisteme katkı sunması gerekir.

Sosyal sorumluluk bireyden başlayan bir sorumluluk olmakla birlikte insanların meydana getirdiği tüm yapıların da bu ödevi üstlenmesi önemlidir. Kurumlar, devletler sorumluluk anlayışlarını kendi genetiklerine kodlamalıdırlar

Bazı marka ya da firmaların sosyal sorumluluk projelerinde, halk nezdinde birtakım duyguları uyandırıp, yeni bir internet tabiri ile “duyar” kastıklarını düşünüyor musunuz, bu alanda da bir suistimal söz konusu olabilir mi?

Fotoğraf: Rawpixel.com

Bu tamamen bir internet dili. Ben samimiyet meselesini değerli buluyorum. Sözde değil özde bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi olup olmadığı ile ilgileniyorum. Elbette göstermelik yapılan samimiyetsiz uygulamalar var. Ölçümlemesi olmayan, raporlama yapmayan, uzun soluklu olmayan, iletişimi doğru yapılmayan, toplumsal ihtiyacı iyi belirlemeyen, ulaşılabilirliği olmayan kısaca üzerine zaman ve emek harcanmamış hatta doğru düzgün düşünülmemiş her proje bu sizin söylediğinizin tanımına girer.

Eğriyi doğrudan ayırmanın eğitimle ve farkındalıkla olacağına inanıyorum. Bu şeffaflığı sağlamak kimlerin sorumluluğunda sizce?

Fotoğraf: www.lymec.eu

Bu esasen sorgulamakla ilgili. Sorgulamanın önemini anladığımızda ve bu anlayışı eğitim sistemimizin temeline koymaktan çekinmediğimizde sistem iyileşecek bence. Felsefe, sanat, spor, iletişim gibi alanların eğitim sisteminin temeline konması birey olmayı sağlayacak. Sorumluluk duygusunu oluşturacak ve geliştirecek, ezberlemeyi değil anlamayı ve içselleştirmeyi sağlayacak. Esas değerli olan sorgulamanın değerinin farkındalığına ulaşabilmek. Bu şeffaflığı sağlamak tüm sisteme dahil olanların birlikte üstlenmesi gereken bir sorumluluk.

“Ciddi bir yabancılaşma süreci yaşıyoruz.”

Hocam biraz da pandemi ile birlikte gelen yeni yaşam şekillerinden bahsedelim. Covid-19 tedbirleri derken hepimiz evlerimizde kaldık. İletişimlerimiz daha da kopuklaşmaya, neredeyse üst komşumuzla bile telefonla görüntülü konuşma yapmaya başladık. Müzeleri bile dijital ortamda geziyoruz. Android ve iOS’lara gelen uygulamalar, bizi iyiden iyiye bir sanallaşmanın içine itti. Bu kabuk değişimi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyorum.

Fotoğraf: Tirachardz

Ciddi bir yabancılaşma süreci yaşıyoruz. Bir değişim süreci ama dijitalleşmenin çok hız kazanmasıyla birlikte sanal ile gerçeklik ve bu gerçekliğin muğlaklaşması arasında hayatı ve tüm olan biteni anlamaya çalıştığımız bir dönemdeyiz. Yalnızlaşma ya da insanın yalnızlığını fark ettiği ve bununla yüzleşmek zorunda kaldığı bir dönem. Bu yalnızlığı ortadan kaldırmak için çeşitli yollar aradığı ve yaşam şekillerini yeniden gözden geçirdiği bir dönem. 

Fotoğraf:Tumisu

Bazı iş kollarının kayba uğradığı ancak dijital tabanlı iş kollarının kullanım grafiklerinin arttığı bir dönem. Medyanın yapısından eğitime, tanıtım süreçlerinden eğlence anlayışına, arkadaşlıktan aile olmaya kadar yaşam kalıpları şekil değiştirmeye başladı. Geriye dönmek bana çok olası gözükmüyor. Yüz yüze iletişimi çok özlesek de çoktan hepimiz değiştik bile. Bu dönemde sosyalleşmesi gereken çocuklar, üniversite ortamlarında olması gereken gençler, dışarıda olmanın ve dost sohbetinin özlemini çeken yaşlılar, evde geçirilen sürenin artmasıyla beraber şiddetle daha çok yüzleşen kadınlar konusunda çok düşünmediğimizi ve bu durumun çok önemli sonuçlar yaratacağını gözlemliyorum. 

Fotoğraf: Ivan Samkov

Bu süreçten en çok fayda sağlayarak çıkanlar ise iyi düşünülmüş mobil uygulamalar oldu. Sohbet uygulamalarının giderek arttığı, online oyunlarda geçirilen sürelerin arttığı bir dönem. Bu dönemden bize çok ciddi bir sosyolojik, iletişimsel çalışma konuları çıktı bile.

“Yapay zekâ, blockchain, robot teknolojisi yanlış yönetilirse büyük bir felaket haline gelebilir”

Dolayısıyla yeni yaşam şekilleri, yeni yaşamda ilişkiler ve yeni yaşamda iletişim nasıl olacak, nereye doğru eviriliyoruz?

Fotoğraf: Edward Jenner

Dediğim gibi hala en güvenilir iletişim biçimi yüz yüze iletişim. Bu iletişime ulaşmaktan ya da onu tercih etmekten vazgeçecek bir insanlık şu an için düşünemiyorum. İleriye dönük çok distopik bir tablo çizmemiz lazım bunu düşünmemiz için. Önemli olan dijital evrenin bize sunduğu avantajları hayatımıza nasıl entegre edebiliriz bunu ortaya koymak. Yapay zekâ, blockchain, robot teknolojisi doğru yönetilirse büyük bir şans ama yanlış yönetilirse büyük bir felaket haline gelebilir. Sürece bu açıdan bakmak gerekli. Yapay zekânın iletişim biçimlerinde önemli bir fonksiyona sahip olacağı çok açık. Yapay zekânın giderek akıllanması ve hatta duygusal bir boyut kazanması müşteri ilişkileri yönetimini ve pek çok farklı iş kolunu etki altına alacak gibi duruyor.

“Dijital dünya, dijital bir esaret yaratabilir”

Sosyal medyanın bu değişimdeki gücü nedir sizce?

Fotoğraf: Nordwood Themes

Sosyal medya çok güçlü bir alan. Ancak bu ortamları kullanırken ciddi şekilde gözetim altında olduğumuzu, tüm davranış şekillerimizin kontrol edildiğini biliyor olmamız kendimizi ve kişisel verilerimizi mümkün olduğunca koruyabilmemiz açısından önemli. Algoritmalar inançlarımızı, beğenilerimiz, tercihlerimizi kontrol altına alarak biz farkında olmadan bizde yeni ihtiyaçlar yaratabilir, yeni düşünce kalıpları oluşturabilir ve isteğimiz dışında yeni normaller oluşturabilir. Bu farkındalığın gereğini yerine getirmek önemli.

Önlem olarak, kişisel verilerimizi her daim korumalı, mobil uygulamaları indirirken, sözleşmeleri imzalarken verilerimizin üçüncü şahıslarla paylaşılmasına izin vermemeliyiz. Dijital dünyanın sunduğu avantajlara odaklanış dezavantajları görmezden gelmek dijital bir esaret yaratabilir.

“İyiyi üretmenin derdinde olmalıyız”

Hocam, son olarak yaşadığımız süreçle ilgili mesajlarınız var mı?

Fotoğraf: Gerd Atmann

Hayat durağan değil, sürekli bir değişim yaşanıyor. Bizler de bu değişime göre bir adaptasyon sürecinden geçiyor ve değişiyoruz. Değişime direnç göstermek yerine en mantıklı şekilde kendimizi bu değişime uyarlamak gerektiğine inanıyorum. Hayatın içinde hepimizin bir misyonu var ve en temel misyonumuzun kendimiz dışındakilerin de farkında olmak olduğunu ve içinde bulunduğumuz topluma katkı yapmak olduğunu düşünüyorum. Kendini bilmek ve etrafına katkıda bulunmak, iyiyi üretmenin derdinde olmak çok önemli.

Bu yararlı sohbetiniz ve vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ediyorum.