PlumeMag, beş yıla yakın bir süredir sürdürülebilir yaşam trendlerine odaklı içerikler üretiyor. Sürdürülebilir yaşam trendleri, bizim için sanat ve kültürden bağımsız ele alınabilecek bir konu değil. Bizim için çok değerli olan Kültür-Sanat kategorisinde yer alan ”Art Niyetli Sohbetler”, sanatın her alanından değerli isimlere yönelttiğimiz sorularla sanat üzerinden hayatı, doğayı ve gezegenin geleceğini sorguladığımız bir seri. Mey|Diageo’nun destekleriyle hazırladığımız bu serinin on ikinci bölümünde konuğumuz Zorlu PSM Genel Müdür Yardımcısı Levent Dokuzer.
Kendisiyle yine MeyIDiageo’nun desteklediği ve Türkiye’de tiyatro alanında genç yeteneklere alan açmak için hayata geçirdikleri PSM Atölye projesini konuştuk. ‘Art Niyetli Sohbetler”in yer aldığı Kültür-Sanat kategorimizin destekçisi Mey|Diageo’ya sanatın her alanındaki daimi destekleri için çok teşekkür ediyoruz.
Hoş geldiniz Levent Bey.
Hoş bulduk. Siz de hoş geldiniz.
Çok sakin, hiç de alışmadığımız bir günde burada sizinle, mekan bize ait bir şekilde buluştuk…
Tam olarak öyle aslında. Yaz aylarında gündüz sirkülasyonumuz biraz azalıyor. O yüzden bence bu program için çok uygun bir gün ve saat oldu.
Arkamızda da Zorlu PSM’nin bir kronolojisi var. Çok hoş bir arka plan ile birlikteyiz.
Haziran ayında dört tane çok değerli oyunla PSM Atölye projesinin üçüncüsünü gerçekleştirdiniz. Ben PSM Atölye’den başlamadan önce, sizin Levent olarak biraz tiyatro ile ilişkinizden bahsetmenizi rica edeceğim.
Tabii… Hepsini anlatmak biraz zor ama ben 20 yıldır kültür sanat sektöründe çalışıyorum. Her alanında da çalıştım. Dolayısıyla ben kültür sanatın her alanını çok iyi tüketen ama aynı zamanda da mutfağında olup detaylarına çokça hakim olan biriydim. O yüzden ben zaten tiyatro izlemeyi, konuşmayı, yorumlamayı seven birisiyim.
“Türkiye’deki En Güzel Tiyatro Sahnesi…”
Ama tabii ki de spesifikasyonum tiyatro değil. Çalıştığım mekan ve kurumlar, her zaman çok daha kapsamlı bir çerçevede kültür sanata yaklaştılar. O yüzden her bir alanına biraz dokunma fırsatı buldum. Zorlu PSM’de de dokuzuncu senem benim. Açıldığı günden bu yana da Zorlu PSM’de tiyatro, her zaman çok geniş bir şekilde yer aldı.
Biz şu anda Türkiye’deki en donanımlı sahnelerden bir tanesine sahibiz. Ana sahnemiz 2200 kişilik oturmalı düzende, döner sahnesi olan, son teknoloji ekipmanlara sahip, çok deneyimli bir ekibin yönettiği bir sahne. Bununla birlikte biz “küçük sahnemiz” diyoruz ama birçok yere göre çok da büyük bir tiyatro sahnesi olan ikinci sahnemiz, drama sahnemiz var. Burası da 770 kişilik bir sahne…
Bence -Levent olarak söyleyeyim- Türkiye’deki en güzel tiyatro sahnesi. Burası yılın 365 günü açık. O yüzden de tiyatronun burada her zaman var olduğu, etkinlik yoksa bile prova döneminde var olan, okuma provaları olan, oyuncuların, yönetmenlerin, yapımcıların hepsinin girip çıktığı, gün içerisinde bizim ofis koridorlarında karşılaştığımız, konuşma fırsatı yakaladığımız bir atmosferimiz var.
O yüzden kişisel olarak da kurumsal olarak da tiyatronun benim ve bizler için çok önemli olduğunu söyleyebilirim. Ama tabii ki Türkiye’nin tiyatro yolculuğu sürekli değişiyor. Pandemi bunlar arasında çok önemli bir kilometre taşı diyebilirim. Gerçekten hepimizin hayatında bir çok şeyin değiştiği bir dönem. PSM açısından da öyleydi.
PSM’de çok çok büyük müzikaller, hem yerli yapımlar hem yabancı yapımlar sahne alıyor. PSM’nin alametifarikası birazcık da aslında yurt dışından müzikalleri getirebilen tek kültür-sanat kurumu olması ile de çok uzun süre bilindi. O yüzden çok yönlü şeyler söyleyebilirim bununla alakalı; hem yerel yapımla alakalı hem de yabancı yapımla alakalı…
“Zorlu PSM Sadece Bir Mekan Değil.”
O zaman ben tam bu noktada sözünüzü balla kesiyorum… Bu, yurt dışından gelen çok büyük ölçekli müzikli tiyatrolar sizin gerçekten fark yaratan bir tarafınız. Tam bu noktada da yereldeki genç sanatçıların, tiyatroya gönül verenlerin de bu büyük sahnede, bu büyük yapımlarla paralel bir şekilde yol alabilecekleri PSM Atölye’yi kurdunuz. Konuşmayı bunun çıkışına bağlayabilir miyiz?
Tamam. Hatta şöyle biraz da geriden alabilirim. Biz PSM olarak belki çok büyük bir cümle gibi duyulacak ama dünyada olan en güncel ve en iyi işleri Türkiye’ye getirmeyi her zaman misyon edindik kendimize. Dolayısıyla Türkiye’deki kültür-sanat tüketicileri de çok güzel projeleri, çok güzel oyunları, çok güzel müzikalleri izleme imkanına eriştiler. Türkiye gerçekten çok büyük bir market ve dünyadaki en öncü marketlerden bir tanesi bu açıdan. Hem televizyon sektöründe hem tiyatro sektöründe diyebiliriz…
O yüzden bu yapı, Türkiye’deki oyuncuları da yapımcıları da yönetmenleri de “Bunlar neden Türkiye’de de olmasın.” bakış açısına birazcik itti. Hele ki demin bahsettiğim gibi elimizde böyle imkanlar varken. O yüzden çok güncel olmakla beraber çok hızlı gelişen bir alan oldu burası. Fakat bu kadar hızlı büyüyen, bu kadar fazla ürün üreten bir sektör o kadar fazla mutfakta çalışacak personele sahip değildi diyebilirim. Biz pandemi ile birlikte bu boşluğu çok hızlı fark ettik ve çok güzel doldurduk diye düşünüyorum. Zorlu Performans Sanatları Merkezi sadece bir venue (mekan) değil. Aynı zamanda kültür-sanat konusunda da çok ciddi çalışmaları olan bir kurum.
Bizim birçok denememiz vardı. Ama herhalde ilk “en büyük” olarak telaffuz edebileceğimiz yapımımız Alice Müzikali idi… Burada ID İletişim ve BKM ile ortak gerçekleştirdiğimiz en büyük ana sahne yapımımız, ilk yapımımız Alice Müzikali idi. Çok güzel dönüşler aldık. Biz çok şey öğrendik bu süreçte. Ondan sonra daha hızlı bir şekilde devam etti.
Neler vardı bunlar arasında?
Kibritin Ucunda oyunumuz vardı. Bu sezon sahneye koyduğumuz Aşık Shakespeare, Balina, Aile Yalanları gibi oyunlar PSM prodüksiyonu ve ortak yapımlar olarak sahnelendi. Cumhuriyet’in 100. yılına özel yaptığımız ve hala sahnelenmekte olan 1923 Müzikali’miz var… Bunların hepsi bizim için çok değerli ve bizim de her birinde yeni şeyler öğrendiğimiz yapımlar.
Pandemiden sonra da bu süreçte gördük ki gerek yaratıcı yazarlık gerek yönetmenlik gerek yapımcılık alanında gerçekten çok ciddi bir iş gücüne ihtiyaç var. Bu iş gücünü de sanırım gençler arasından seçmek, gençleri eğitmek, sektöre kazandırmak ve sektörün sürdürülebilirliğine katkı sağlamak çok güzel bir fikir ve çok güzel bir misyon. Biz bunu sahiplenmeyi gerçekten çok seviyoruz. Atölye de aslında bu bakış açısıyla ortaya çıktı. Üç sezondur devam ediyor. Son iki sezonunda Mey|Diageo bizim tek destekçimizdi ve çok başarılı işler yaptık.
Biraz içeriğinden bahsedeyim isterseniz…
Evet, ama ben sizden önce biraz kadrodan bahsetmek isterim. Çünkü çok değerli bir kadro var; özellikle büyük ölçekli müzikal yapımlardan da tanıdığımız Serdar Biliş başta olmak üzere… Özlem Özhabeş, Cem Görk, Evrim Zeybek, Murat Mahmutyazıcıoğlu, Mehmet Ergen, Mehmet Karaca, Özlem Hemiş, Philip Arditti, Suzanne Bell, Ayşegül Beyazdağ, Aylin Alıveren, Blanche McIntyre, Hakan Silahsızoğlu, Ali Yalgın, Cemil Demirok, Ahmet Sami Özbudak, Barış Arman ve Pelin Ekinci Kaya… Bunları özellikle saydım. Çünkü çok büyük ve dev bir kadro…
Çok teşekkür ederim. Gerçekten hiçbirini unutmak istemeyiz.
“300’ün Üzerinde Öğrenci Başvuruyor.”
Aslında biraz Serdar Biliş’in kürasyonu ile bu atölyeler ortaya çıktı. Dediğim gibi bu atölyelerin üç bölümü var; yaratıcı yazarlık, yönetmenlik ve tiyatro yazarlığı. Böyle söylediğimizde bunlar kulağa çok teorik dersler gibi gelebilir. Ama şunun altını çizmek isteriz ki bu eğitim yedi ay sürüyor. Gerçekten burası bir okul gibi. Son sezonumuzu değerlendirecek olursak 300’ün üzerinde öğrenci başvurdu ve çok detaylı elemelerden sonra 19 öğrencimiz atölyeye girmeye hak kazandı. Gerçekten bu 300 öğrenci ne yapmak istedikleri ile alakalı çok değerli sunumlar yapıyorlar.
Bu yaptıkları sunum ve seçilecek olan proje tamamen talep edenlerin inisiyatifinde mi yoksa sizin bir yönlendirmeniz var mı?
Bizim sadece şu kadar bir yönlendirmemiz var; üç bölümü saydım, onların hangilerine başvurucaklarsa yani yazarlık mı yönetmenlik mi yapımcılık mı… Ona göre bir hazırlık yapmaları gerekiyor. Zaten atölye başladığı andan itibaren hangi bölümde oldukları belli oluyor. Sonrasındaki süreç gerçekten çok keyifli. Saydığınız isimler arasında yerli önemli isimler olduğu gibi yabancı, dünyada çok tanınan, çok bilindik isimler de var. Shakespeare’s Globe’dan da eğitmenlerimiz oldu… O yüzden bence katılımcılar için çok heyecan verici. Biz bu heyecanı hep gördük.
Süreç de aslında birazcık şöyle işliyor; yazarlık bölümüne seçilenler çok ciddi biri yazarlık eğitimi alıyorlar ve senaryoları oluşturuyorlar. Bu esnada yönetmenler ve yapımcılar da tiyatro yapımcılığı ve yönetmenliği ile alakalı bütün teknik bilgileri başta teorik olarak almaya başlıyorlar. Ama bunun çok ciddiye alındığını söyleyebilirim… Yani yapımcılık tarafındaki bir öğrenci gerçekten bir tiyatro bütçesi yapmayı, o bütçeyi yönetmeyi, sonuna kadar takip etmeyi öğreniyor burada ve deneyimliyor. Çünkü hakikaten ortaya çıkan yapımda gerek seçtikleri oyunculara verdikleri para, gerek prova tarihlerinin takvimlerinin ayarlanması, gerek ekibin bir arada harmonik bir şekilde çalışabilmesi… Bunların tamamını, yani gerçekten sahneye konulacak bir tiyatroda ne yapılıyorsa bire bir bunu deneyimlemek durumundalar.
Sonra oyunlar seçiliyor. Katılımcılar biraz organik bir şekilde kendi içlerinde ekiplerini oluşturuyorlar. Bu 19 öğrencimiz kendi içlerinde toplamda dört tiyatro oyununun ekibine kendileri karar veriyorlar. Sonra her biri yine eğitmenlerimizden seçilen bir supervisor eşliğinde oyunlarını sahneye koymak üzere yedi ay boyunca her hafta çalışıyorlar.
Peki öğrencilerin bu yedi aylık eğitim sonunda elde ettikleri belge neye denk geliyor acaba?
Bu resmi bir belge değil tabii ki. Ama bu alanda çok az eğitim var. Performans Sanatları Merkezi olarak biz birkaç farklı eğitimi gerçekten çok kapsamlı bir şekilde sahiplendik. Bunun devamı ve fayda sağlaması için başta PSM prodüksiyonları olmak üzere atölyeden mezun olan öğrencilerimize iş imkanı tanıdık. Şu an atölyeden üç sezonda toplam 69 öğrencimiz mezun oldu. Toplamda da 22 oyun sergilendi. Atölyelerimizin ilk mezunlarının bir kısmı televizyon dizilerinde yazarlık yapıyorlar. Birçok PSM prodüksiyonlarında çalışıyorlar. PSM dışındaki tiyatrolarda oyuncu olarak da görev alanlar var. Yine yapımcı, yapımcı asistanı, reji… Birçok farklı alanda görev alan öğrencilerimiz var. Dolayısıyla kurumun kurumsallığı, verilen eğitimin kapsamı, süresi, eğitmenlerin sektördeki öneminden dolayı birçoğu da zaten şu an sektörde görev aldılar bile…
Bu çok hoş. Çünkü çoğu mezunun en büyük problemi okulda okuduklarının hayatla örtüşmemesi, teorik bilgilerin pratikte kullanılmasının zorluğu ve en önemlisi network dediğimiz o ağ… Sizin programınızda belki resmi belge almıyorlar. Ama çok uzun bir iş deneyimi geçirmiş kadar tecrübeye ve çevreye sahip oluyorlar. Bu da bence çok değerli bir şey.
Yüzde yüz öyle… Aslında şöyle düşünebiliriz; 1923’ten (müzikal) bahsettik biraz önce. Cumhuriyet’in 100. yılında çok değerli projelerden bir tanesiydi ve birçok arkadaşımız bu projede yer aldı.
Kızımın da en sevdiği oyun…
Ne kadar güzel! Bizim de gururla sahneye koyduğumuz, her izlediğimizde çok duygulandığımız, bütün değerlerimizi hatırladığımız bir müzikalimiz…
Ama bu sektörün farklı alanlarında eğitim almış, almaya devam eden, bu sektörde var olmak isteyen birçok insana göre hem teoride hem pratikte çok önemli bir yol katetmiş oluyorlar bu yedi ayın sonunda. Bizim de öne çıkanları çok kolay fark edebildiğimiz ve sisteme sokabildiğimiz bir yapı var. Çok keyifle devam ediyoruz bu eğitimlere. Umarız ki bu eğitimleri çok uzun seneler daha verip sektöre çok daha fazla kalifiye eleman ve bu alanda bilirkişi kazandırmayı hedefliyoruz.
“Sahnenin Arkasında Çok Kalabalık Bir Ekip Var.”
Her sektör için çağın en çok konuşulan problematiği, genelde gençlerin sosyal medyada çok ünlülere çok hızlı bir şekilde erişiyor olması ve hep sahnede görünen insan olmak istenmesi… Sizin burada sahne arkasının da o kadar değerli olduğunu bir şekilde onlara anlattığınız ve sahne arkasındaki o değerleri bir araya getirdiğiniz farklı algısal bir durumunuz da var diyebiliriz.
Tabii. Hele günümüzde son birkaç senedir sahneye konan tiyatro sayısını da düşündüğümüzde dediğiniz şey çok doğru. Ama bu tamamen bir ekip işi. Bence artık Türkiye’deki kültür sanat tüketicileri, sahne önündeki iyi performans kadar sahne arkasındaki iyi performansı da ayırt etmeye başlıyorlar. Sahnenin arkasında çok kalabalık ekipler var. Yine 1923 Müzikali örneğini verelim; zaten sahnede görünen yüz kişilik bir ekip var. Sahne arkasında ise bunun iki katı kadar fazla ekip çalışıyor. Gerçekten bu çok büyük bir operasyon. Hepsi uyumlu bir şekilde ve iyi çalışmazlarsa işin geneline de yansıyor. Artık bunu herkes de fark etmeye başladı.
Bu değerli eğitmenlerin verdiği eğitimlerin içinde tiyatro tarihine de mutlaka yer veriliyordur. Hem klasik tiyatro hem de güncel tiyatro türleri… Nasıl bir eğilim var acaba?
Çok esnek bir müfredat aslında… Yukarıda saydığınız gibi çok kalabalık bir eğitmen listesi var. Bu eğitmenlerimiz sektördeki en önemli kişilerden oluşuyor. Hepsinin de dörder haftalık süreleri var. Bu eğitmenlerimiz; kimi yazar kimi yönetmen kimi yapımcı… Farklı alanlarda deneyim sahibi kişiler. Çok da farklı tarzları var tabii ki. Dolayısıyla hem bu sanatsal yaklaşımların her alanını kapsıyorlar, hem de iş yapış biçimleri olarak şahıslarına münhasır birtakım yöntemleri var.
O yüzden onların deneyimlerini öğrenmek ve öğretmek bizler için çok değerli. Bu dört haftada da eğitmenlerimiz kendi oluşturdukları müfredatlar üzerinden bir eğitim veriyorlar. Bunun içerisinde tabii ki sanat tarihi de var. Çok daha pratik müfredatları olan eğitmenlerimiz de var. Bu arkadaşlarımız bazen dışarı çıkıp beraber bir oyun izlemeye gidiyorlar ve oyundan sonra bir kafede oturup bütün detayları tartışıyorlar. Yani sadece eğitim saatleri ile kısıtlı kalmayan, bu yedi ay boyunca bir araya gelebildikleri her an bu atölye kapsamında çalışan, üreten, konuşan bir ekip oluşturuyorlar. O yüzden bu müfredat çok esnek, çok geniş ve ortaya çıkan işler de tüm bunlardan harmanlanmış, bir süzgeçten geçirilmiş işler oluyor.
Tahmin ediyorum ki bu öğrenciler, PSM’deki tüm oyunlara ve gösterilere sınırsız bir şekilde erişebiliyorlardır…
Hepsini izliyorlar. Biz de onları izlemeye teşvik ediyoruz ve dediğim gibi her bir oyun üzerine de çok detaylı bir şekilde tartışma imkanları oluyor.
“Ben Bunun Bir Eğitim Süreci Olduğunu Düşünüyorum.”
Her alanda, tiyatronun dışındaki alanlarda da sizin sunduğunuz çok geniş bir yelpaze var. Ama ben tiyatro izleyicisi ile ilgili sormak istiyorum… Sizin tiyatro seyircisinin, özellikle Zorlu PSM’nin açılışı ve faaliyetlerinden sonra değişimine dair gözleminiz nedir?
İzleyicinin değişimi, biraz da sektörün değişimine paralel olarak arttı. Şu anda tiyatro oyunculuğuna da çok büyük bir ilgi var. Bizim hem çok değerli tiyatro oyuncularımız var hem de tiyatroya biraz daha fazla gönül veren, tiyatroyu daha fazla hayatına sokan, belki televizyondan daha fazla tanıdığımız ama son dönemde tiyatro yapmaya başlamış çok geniş bir kitle var. İşi tiyatro yapımcılığı olmayan, farklı yapımcılıklarda olan bir sürü kurum ve şirketin tiyatro ve müzikal yapmak üzerine çok değerli çalışmaları var. Bu da tabii ki sektörü her anlamda çok hareketlendirdi.
Zaman zaman bu kadar fazla oyun olması tartışılabilir ki şu anda çok ciddi bir ilgi var. Sadece kendimiz için söylemiyorum, birçok tiyatronun biletini bulmak neredeyse imkansız. Herkes gerçekten tiyatro izlemek istiyor. Altındaki neden tartışılabilir. Ama altındaki neden, televizyonda gördüğümüz bir ünlüyü seyretmek olsa bile ben bunun bir eğitim süreci olduğunu düşünüyorum. Çünkü gerçekten tüm bu işlerin kümülatif sonucu tiyatronun çok hareketlenmesine, kültür-sanat tüketicilerinin ya da tiyatro izleyicilerinin çok fazla sayıda ve farklı tiyatroları izlemesine ve bence iyi olanı ayırt edebilmekte de bir deneyim kazanmalarına sebep oldu.
Sektörün çok daha fazla canlanmasını bekliyoruz. Biz hatta İstanbul’un Londra gibi sadece yerli kültür-sanat takipçilerinin değil, yakın coğrafyadaki herkesin de ziyaret edeceği bir nokta olacağına inanıyoruz. Bu müzik alanında oldu…
Baktığınız zaman -Zorlu PSM’nin kendi markalarını söyleyeyim- Sonar İstanbul gibi, MIX Festival gibi festivallerimiz ve markalarımız sadece Türkiye’den değil, pek çok farklı ülkeden kültür sanat turizmini destekleyecek şekilde kişi çekmeye başladı. Ben bunun yakın zamanda sahne sanatlarında da olacağını düşünüyorum.
Ben de çok inanıyorum. Bizim de PlumeMag olarak sürdürülebilirlik ve kültür-sanatı odağına alan bir yayın olarak çıkış noktamız sizin de ana söyleminiz olan “Dünyan Değişsin” mottosuna çok paralel. Çünkü ben estetik algısı olmadan, kültür-sanatla yıkanmamış bir zihnin ve bir düşüncenin gelecek nesil ve doğa için derin ve anlamlı bir bakış açısı olabileceğine inanmıyorum.
Yüzde yüz katılıyorum. Bu zaten Atölye’nin de çıkış noktasına da çok benzer bir söylem, bir bakış açısı… Yine de değinmek isterim ki Atölye bizim eğitimlerimizden sadece bir tanesi. Biz aynı zamanda sahne teknisyenliği eğitimi de veriyoruz. Bizler buradaki deneyimlerimizi bazı üniversitelerin seçmeli derslerinde, kültür-sanat yönetimi derslerinde öğrencilere aktarma imkanı buluyoruz. O yüzden çok kapsamlı bir alan.
“Dünyan Değişsin” söylemi de bizim için çok değerli. Çünkü tüm bu anlattıklarımız, buranın yapısı ile alakalı çok minik bir özet oldu ama özellikle pandemiden sonra biz şunu gördük; hepimizin morali birazcık bozuktu. Toplumsal bir depresyon vardı. İnsanların tekrar dışarı çıkmaya başlaması, kendilerine vakit ayırmaya başlaması biraz zaman aldı.
Biz bu esnada Zorlu PSM’nin bu söylemine karar verirken çok ciddi marka, pazarlama, bilinirlik araştırmaları yaptık. Buradan çıkan sonuçlar sadece PSM’ye gelen insanlar değil, Türkiye’nin her bir tarafında kültür-sanat ile öyle ya da böyle bir ilgisi olan bir sürü kişi ile yapılmış odak gruplar ve anketler sonucunda ortaya çıktı. Herkesin söylediği ortak bir nokta vardı;
“Biz evimizden çıkıp bir kültür-sanat ürününü izlemek üzere zaman ve bütçe ayırdığımızda mevcut hayatımızda bir değişiklik olmasını hayal ediyoruz.”
PSM bu ihtiyacı çok güzel karşıladı. Hem lokasyon olarak hem güvenlik olarak hem binanın kendi yapısı olarak hem program içeriği olarak hem de burada çalışan ekibin deneyimi olarak bence buraya gelen misafirlerimizin dünyalarını değiştirmek adına çok önemli bir hamle yaptı ve yapmaya devam ediyor. O yüzden de “Dünyan Değişsin” göğsümüzü gere gere sahiplendiğimiz bir söylem. Bunun da hakkını vermeye çalışıyoruz.