İMALAT-HANE, Antonio Cosentino’nun Öğleden Sonra başlıklı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. 24 Ağustos’a kadar görülebilecek olan gösteriye aynı isimli bir de kitap eşlik ediyor. Kitapta çeşitli sergi ve eser görsellerinin yanı sıra sanatçının sergi için üretim sürecinde bulunduğu esnada kaleme aldığı uzunca bir metin de yer alıyor.
“Sanatçı, bir üçleme olarak görülebilecek “cigara viski kolileri denizlerde, ferâre sevgilim” (2016), “Yaz Güzel Bir Gündü” (2018) ve “JPEG Takımadaları” (2020) adlı kişisel sergilerinin ardından “Öğleden Sonra” ile yeni bir panorama sunuyor. Cosentino’nun kent kavramı etrafında şekillenen sanatsal pratiği, sanatçının eserlerini bir nevi görsel şehir envanterine dönüştürüyor. Sanatçı, sokak manzaralarının rastlantısal günlüğünü tutan bir kent gezgini gibi, çalışma sürecinde de sergisini bir maceraya dönüştüren çağrışımlara ve anlık etkilere izin veren açık bir yol izliyor.”
Pier Paolo Pasolini, Ostia’daki bir plajda öldürülmeden dokuz ay kadar önce İtalya’daki İktidar Boşluğu başlıklı bir makale yayınladı. Daha sonra bu makale Ateşböcekleri Makalesi olarak yeniden yayınlandı ve bu isimle meşhur oldu. Söz konusu makalede Pasolini, İkinci Dünya Savaşı sonrası faşizmin yenildiğini sanarak yanıldığımızı iddia ediyordu. Tabii ki de bir devir kapanmıştı. Fakat bu faşizmin küllerinden daha derin bir faşizm ve daha büyük bir felaket doğmuştu. Ona göre “hristiyan demokrat rejim, faşist rejimin düpedüz ve kusursuz bir devamıydı.” Burada söz konusu olan masumiyetin yok oluşu, ateşböceklerinin kayboluşu ve hiçbir entelektüelin bunun farkında olmayışıydı.
Bunun yanı sıra Pasolini bir tür kültür soykırımından bahseder. Ona göre “hakiki faşizm halkın değerlerini, ruhunu, dilini, jestlerini ve bedenlerini hedef alandır.” Pasolini Ateşböcekleri Makalesini yazmadan az evvel şu sözleri sarf eder;
“Senden etrafına bakmanı ve trajedinin farkına varmanı istiyorum. Peki nedir bu trajedi? Trajedi şudur; artık insanoğlu yok ve yalnızca birbirleriyle çatışan tekil makineler görüyoruz.”
Oysa Pasolini’nin kent manzaraları ve insana dair tutkusu ellili yıllardaki yazılarında ve altmışlı yıllardaki filmlerinde açıkça görülür. Bölgesel ağızları şiirlerinde kullanır ve yapıtlarında alt sınıfları ön plana çıkarır. Dilenci gibi filmlerinde varoşların sefaletini tasvir ederken bu insanların kendilerine has jestlerini, argosunu antropolojik bir kabiliyetin yansıması ve bir tür direnme kapasitesi olarak sergiler.
Peki böylesi bir romantik yaşadığı bu karamsar kırılmadan, tüm politik, şiirsel ve sinematografik enerjisinin temeli olan fikirden vazgeçişinden sonra üretmeye devam edebilseydi sözgelimi Napoli’ye ve Napolitenlere dair bizlere ne gösterecekti?
Kente ve kentin insanına bakış, kaynağı nereden doğarsa doğsun bir saik ile doğrudan ilişkiliyse bakışın talihi saikin selametine bağımlıdır. Buna karşın benzer manzaralara gebe bir bakış, iyi ve meraklı bir gözlemcinin salt tanıklığından vuku bulabilir. Antonio Cosentino için her şey yüzeyde işte bu kadar basittir. Öğleden Sonra kitabında şöyle bir pasaj yer alır;
“Sanki evrenin bir parçası olarak, bana evreni gözlemleme yetkisi verilmiş gibi abartılı bir duyguyla seyrediyorum her tarafı… Gene kendime yarı-tanrı görevi biçtim. Bunu düşününce bir gülümseme geliyor.”
Cosentino bir saikten ziyade bir duyguyla seyrettiği için neyin önemli olduğuna karar vermiyor, hiç değilse resmetmeden önce… Bunun muhtemel pek çok sonucu olduğunu söyleyebilirim.
Her şeyden önce resimlerindeki şeylerin bir aradalıklarına sebep olan başat sebebin sanatçının zihin tasarımında oradalıkları olduğunu söyleyebiliriz; bir teneke kapak, bir ayak ve bir vapur bacası…Aura Şehir’de Adalet Bakanlığı, Roma Bahçesi ile marketi birbirine bağlar. Meteliksiz Aşıklar kendilerinkinden başka bir niyetle sarılmazlar birbirlerine. Resmedilen her lavabo süzgeci tamamen yeni ve başkadır. Ne kendisi ne de seyirci için yeni hayal alanlarına ket vurmaz. Her karşılaşmada yeni izlenimlerin imkanı capcanlı durur.
“Önemli bulduğum hafıza parçacıklarını, temaları, iç içe geçtiğim nesneleri, kişileri, üsluplar arası, anti sistematik bir sezi ile bir arada tutmaya çalışıyorum. İşlerle aramda kurup tasarlamış olduğum ve anlamına inandığım duyusal bir bağ olmalı. Bazen melodram denebilecek sahneler, alegoriler, odaklandığım nesneler, durumlar üzerine bir sezi ile yaklaşırım, ne tür anlamların oluştuğunu iş meydana geldikten sonra düşünürüm. Öngörülemezlik, belirsizlik temel çıkış noktam. Sergi oluşurken bir lahzada oluşan durumlar arzu ettiğim düzeneğe iyi geliyorlar, daha doğrusu tek ve büyük hayalim öngöremediğim durumların ışıması, izleyici her zaman ışıyan durumu dikkatlice fark ediyor. Işıyan yapıt kendi hikâyesini ve gerçekliğini oluşturuyor.”
Antonio Cosentino Kimdir?
Antonio Cosentino, 1994’te Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Adnan Çoker Atölyesi’nden mezun oldu. 1996 yılında Hakan Gürsoytrak ve Mustafa Pancar ile birlikte Hafriyat adlı bağımsız sanat inisiyatifini kurdu ve Hafriyat Grubu ile birlikte 1996-2010 yılları arasında küratörlüğünü de üstlendiği 16 sergiye katıldı. Birlikte üretmek, kolektif çalışmak isteyen sanatçılar için kurdukları sergi mekanı Hafriyat Karaköy 2006-2009 yılları arasında faaliyet gösterdi.
Cosentino kendi işlerinin de yer aldığı “Aileye Mahsustur” ve “Yurttan Sesler” (Karşı Sanat Çalışmaları, İstanbul, 2001-2002) ile “Yerli Malı” (Elhamra Sanat Galerisi, İstanbul, 1999) sergilerinin küratörlüğünü sergi arkadaşlarıyla birlikte üstlendi.
Tüm fotoğraflar Barış Özçetin tarafından çekilmiştir.
Kapak Fotoğrafı: Öğleden Sonra sergisinden genel görünüm, Antonio Cosentino