Çemberin Neresindesiniz?

Çemberin Neresindesiniz?

Daha önce heteronormativite, ataerki, kadına yönelik şiddet, antroposantrizm, iklim krizi ve türcülük gibi kavramlara yönelik sohbetler etmiştik. Bugün ise tek bir metafor üzerinden tüm bu alakasız gözüken kavramları bir araya getirmeye ve hepsinde sorunun tek bir kaynaktan doğduğunu anlatmaya çalışacağım.

Aslına bakarsanız her kapıyı açan tek bir anahtarı keşfetmeye yönelik fikir yürütmeleri, içinde yaşadığımız zamanın ruhuyla pek de yakıştırmam. Fakat her şeyi daha kompleks bir hale getiren savların, yeni tartışma sahaları var ettiğine ve günün sonunda düşünmeye sevk ettiğine inanıyorum.

Her şeyi daha karmaşık bir hale getirmeye hazırsanız, başlayalım…

Çemberin Neresindesiniz?

Öncelikle yazının her aşamasında bağlayıcı unsur rolünü üstlenecek olan metaforumuzdan bahsedelim. Metaforumuz bir çember ve bir noktadan meydana geliyor. Çember bütün varlık sahasını temsil ederken nokta; birey olarak kendimizi ve ideoloji gibi farklı saiklerle kendimizi ait hissettiğimiz grubu simgeliyor. Metaforumuz bize iki seçenek sunuyor; ya noktayı çemberin üzerine yerleştirerek aynı zamanda çemberin ortasının boş olduğunu iddia edeceğiz ya da noktayı çemberin merkezine yerleştireceğiz…

Antroposantrizm ve Ekosantrizm

Antroposantrizm, varlığın merkezinde insanın olduğunu savunurken diğer her şeyin ‘’onun için’’ var olduğunu iddia eder. Buna karşın ekosantrizm, insanı doğanın ayrıcalıksız bir parçası olarak kabul eder. Yani insan da bütün canlılar gibi ekolojinin ortasında değil, içindedir. Bu ikisi de öyle bir gün bir kişinin aklına gelmiş fikirler değil elbet. Fakat bu yazı özelinde konuyu uzatmak istemiyorum. Daha kapsamlı bilgiye aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Her şeyi tam olarak bu noktadan başlatabiliriz. Eğer ekosantrizmi kendinize kerteriz alırsanız, yani kendinizi çemberin üzerine yerleştirirseniz; hemen her konuda daha eşitlikçi, adil ve sürdürülebilir adımlar atabilirsiniz. Fakat bir insan olarak kendinizi çemberin merkezine koyarsanız, her şey allak bullak olabilir. Nitekim böyle bir bakış açısıyla ‘’insan’’ ve ‘’insan için olma’’ mefhumlarını düşünmemiz ve bu mefhumlara farklı zamanlarda getirilmiş tanımlara bir bakmamız gerekir.

Türcülük

Çemberin Neresindesiniz?

Fotoğraf: Ravi Kant

Kendimizi çemberin merkezine yerleştirdiğimizde, çember ister istemez bizim baktığımız yerden şekillenecektir. Haliyle çemberin üzerindeki her şey, bizim için ifade ettikleri ile tanımlanacak ve bizim işimize yaradığı ölçüde kıymete mazhar olacaktır. Parçası olduğumuz doğaya bütüncül bir kıymet atfetmek yerine, merkezinde olduğumuz doğanın unsurlarına ‘’insan için’’ perspektifinden kıymet atfetmek elbette ki büyük sıkıntılara sebebiyet verir.

Veganlar için üzerinde büyük bir ciddiyetle durulması gereken türcülük meselesi de bu sıkıntıların başında geliyor. ‘’İnsan için’’ yargısı yüzünden bugün; insanın en iyi dostu olduğu yaygın görüşü sebebi ile Çin’de öldürülen köpeklerden rahatsız olurken, Hint Okyanusu’nda köpekbalıklarının tabiri caizse canına okuyan ölüm duvarlarından pek de haberdar değiliz.

Bu ‘’insan için’’ mantığı evrensel olsa belki bir nebze daha idare edilebilir olurdu. Fakat durum hiç de böyle değil. Eğer kemirgenleri rahatsız edici buluyor ve hayatları ile pek de ilgilenmiyorsanız bunu bir de Karni Mata Tapınağı’nda ‘’kutsal fareler’’ arasında ibadet eden Hindistanlılara anlatın.

Ataerki ve Kadına Yönelik Şiddet

Çemberin merkezinde olan insan tanımı, doğal olarak kime ‘’insan’’ denileceği sorusunu akla getiriyor. Öyle ya; çemberin merkezinde oturanların çemberin üzerindekileri kendilerine göre tanımladıkları gibi, kendilerini de nasıl tanımladıkları oldukça önemli. Örneğin ataerkinin merkeze oturduğu bu çemberde kadınlar insan mıdır? 

Bu nasıl soru şimdi demeyin. Çok değil, 6 sene kadar evvel Riyad’da aynı başlıklı bir seminer yapıldı. Tabii orası Arabistan ve olur böyle şeyler… Peki, 20. yüzyılın ortalarına kadar kadınların oy kullanamadığı Avrupa? Ya da özgürce düşünen kadınların ‘’cadı’’, ‘’deli’’, ‘’hasta’’ yaftaları ile yakıldığı, tecrit edildiği ve kilit altına alındığı koskoca bir ‘’insanlık’’ tarihi?

Eğitimde ve hemen her alanda fırsat eşitliğinden yoksun, aynı emeği göstermesine rağmen erkeklerden düşük ücretlere tamah ettirilen, nasıl yaşayacağına, ne giyeceğine, nerede ve nasıl konuşacağına ‘’bir başkası’’ tarafından karar verilen kadınlar; herkesin çemberin üzerinde değil de birilerinin çemberin ortasında olduğu bir düzende ne kadar var olabilirler ki?

Nitekim kadınların pek de çemberin ortasında olan ‘’insan’’ grubunda olmadığını, ‘’insan için’’ nasıl tanımlandığına bakarak görebiliriz. Tıpkı diğer bütün canlılar gibi kadın da birisine göre tanımlanır. Her zaman birinin ‘anası’, ‘bacısı’ veya ‘manitasıdır’… Lakin hiçbir zaman ‘’kendisi’’ değildir.

Heteronormativite

Çemberin Neresindesiniz?

Fotoğraf: Wendy Wei

Çemberin merkezine geçtiğinizde tabii olarak kendinize ve kendiniz gibi olanlara yönelik bir ‘’normal’’ tanımı geliştirirsiniz. Kurulan bu sistemde ‘’anormal’’ mefhumu, kimleri çemberin dışına atacağınızı ifade eder. Nitekim çemberin merkezinde olan ‘’insanlık’’ olarak her şey sizin selametiniz için vardır.

Böylesi bir sistem kendi mekanizmalarını oluşturur. Heteronormativite de bunlardan bir tanesidir. Modern bilimin ortaya koyduğu biyolojik cinsiyetin, toplumsal rol dağılımlarının ve her bireyin cinsel kimliğine yönelik tek ölçüt olduğuna inanmak da bu ucube fikrin temelini oluşturur. Bireyin kendisini nasıl tanımladığı önemsenmeksizin herkesin çemberin üzerinde olduğuna inandığım ‘’bu çağda’’ heteronormativiteyi daha fazla konuşmayı kendime zül görüyorum. 

İklim Krizi

Belki de çember ve nokta metaforunun kendini en rahat gözler önüne serdiği örnek iklim krizidir. Doğanın insan için var olduğu kanısı, sömürünün önünü açan ve bu sömürüye vicdani bir meşruiyet kazandıran başat yanılgıdır. Bizler de yazdığımız neredeyse her yazıda, giriştiğimiz her aksiyonda bu yanılgı ile mücadele ediyoruz. Sürdürülebilirlik, bizler için basitçe bir işletmenin ve dolayısıyla karlılığının sürdürülebilirliğine indirgenebilecek bir kavramdan ibaret değil. Nitekim ekolojik düzenin devamlılığındaki anlamı, onu yarın da sömürebilmekte bulmuyoruz. Parçası olduğumuz çembere sahip çıkıyoruz.

Noktamızı çemberin neresine koyduğumuz kendimizi ve çemberdekileri nasıl konumlandıracağımıza karar veriyor. Çemberin merkezindeki ‘’insan’’ tanımı da ‘’Hangi insan?’’ sorusu ile konudan konuya değişerek farklı bir grubu marjinalize ediyor. Bir tür öteki haline gelen bu grup, çemberin merkezine göre ve çemberin merkezince tekrar tekrar tanımlanıyor. Bu metafor ve akıl yürütme işçi sınıfı ile köpekbalıklarını, kadınlar ile ormanları, homoseksüeller ile engellileri tek bir çatı altında birbirlerine bağlıyor. 

Bu çatı, çemberin bir merkezinin olduğuna ve orada oturanlardan biri olduğuna inananların kılık değiştiren şiddetinden başka bir şey değil.

Soruya ‘’Ben de her şey ve herkes gibi çemberin üzerindeki bir noktayım.’’ diye cevap vermeniz umudu ile…