Camus’nün Sisifos Söyleni Kitabına Günümüzden Bir Bakış

Güncelleme Tarihi: 12 Eylül 2022

1942 yılında 2. Dünya Savaşı’nın ortasında, ünlü Fransız yazar ve düşünür Albert Camus tarafından deneme olarak yazılan ve Tahsin Yücel’in çevirisini yaptığı “Sisifos Söyleni”, 20. yüzyıl felsefe tarihinin en önemli yapıtlarından biri olarak görülür.  Varoluşun sorgulandığı bu kitabın yankıları günümüzde hala sürmekte. 

Denemede; bir kral olan Sisifos, Yunan Mitolojisine göre tanrılar tarafından sonsuza kadar sürecek bir cezaya çarptırılıyor. Büyük bir kayayı, bir dağın en yüksek tepesine çıkarmakla cezalandırılan Sisifos, zirveye her vardığında taşın tekrar aşağı yuvarlanması gerçeği ile yüz yüze kalıyor ve bitmek tükenmek bilmeyen bir kısır döngünün içine giriyor. Her defasında taşı tekrar zirveye çıkarıyor.  İşte Albert Camus’ye göre bu döngüyü trajik yapan da Sisifos’un her deneyişinde tekrar düşeceğini bile bile taşı çıkarmaktan yılmaması oluyor. 

Fotoğraf: yasemincekitapp.wordpress.com

Aslında kitapta anlatılan bu çaba, kahramanın vardığı noktayı anlatmanın çabasıdır. İşte tam bu noktada Sisifos Söyleni ile günümüzdeki yeni dünya düzeni arasında bir bağdaştırma yapabiliriz.

Özellikle pandemi ya da koronavirüs ile gelen yeni gerçekliklerin, insanı adeta bir bilim kurgu sahnesine itiyormuş gibi hissettirdiği bu dönemde hepimiz yeni sorgulamalara başladık. Bundan yıllar önce yazılan distopik romanlar ve çekilen filmler, sanki hayat bulmuş gibi değil mi? Hatta 202O gelmeden ve henüz Covid-19 salgını ortaya çıkmadan önce The Economist dergisi 2019’un son kapağında, salgını sözde haber veriyordu.

Fotoğraf: www.worldhelptime.com

2020 yılı sadece felaketlerin yılı olarak tarihe geçmedi. Sosyolojik açıdan değerlendirdiğimizde son bir yılda farklı kırılımlara, evrimleşen bakış açılarına, daha fazla sanallaşmaya, gerçeklik algısının tanımının değişmesine tanıklık ettik. Dünyamızı evlerimizin içine sığdırmaya çalışırken, zihinlerimize de yeni sınırlar çekmeye başladık. Aydınlanmalar da yaşadık elbette ancak yıkımlar da oldu. Hızla dijitalleşmemiz, sosyal mesafe ve insanlardan soyutlanmanın getirdiği iletişimsizlik ile bağ kurma ve ait olma ihtiyacını sanal ile doldurmaya çalışmamız biraz kopuk değil mi? Her gün, birbirinin aynısı gibi geliyor olabilir. Manipüle edilen bir oyunun parçası mıyız diye de düşünüyor olabiliriz. Kurgulanmış senaryoların içinde her birimiz habersizce birer figüran haline de gelmiş hissedebiliriz.

Bazen hissettiğimiz çaresizlik; bizi umutsuzluğa, tükenmişliğe sevk etse de konuyu böyle değerlendirmememiz gerektiğini şöyle örnekleyebilirim: Hızlıca akan bir nehirde akıntıya kapıldığınızı ve kurtulmak için suda debelendiğinizi düşünün. Kendinizi kıyıya ulaşmak adına bir sağa, bir sola atmaya çalışıyorsunuz ama nafile; bir türlü olmuyor. Sonra bir fark ediyorsunuz ki bu böyle sürüp gidecek, hep  akıntının içinde kalacaksınız. İşte o zaman çırpınmayı bırakıp suyun gücüne uyumlanmayı seçtiğinizde değişim de başlıyor. Bu pes etmek değildir aslında. Bir bakıma kabulleniştir ama sürüyle hareket etmemiz gerektiğini göstermez. Bazen uyumsuz olarak uyumlu kalabiliriz.

Fotoğraf: hurriyet.com.tr

İşte tüm bu yorumlamalarımın üzerine metaforik bir gönderme yapacak olursam Sisifos’da Albert Camus, “saçma” kavramını ele alır. Yaşamın anlamsızlığı, varoluşumuzun saçmalığı gibi bazı çıkarımlarda bulunsa da yaşamın beyhudeliğinin ve kısır döngünün bilincinde olan insan, yine de pes etmez der. Çünkü O’na göre “saçma” bir umut da verebilir. “Dağın zirvesine doğru tek başına bir kaya ile didinmek bile yüreğini doldurmaya yeter” diye yazar. Aslında “uyumsuz insan” kavramını ele alan Camus’nün, dünyaya uyumsuzluğunu da kabul ettiğini görürüz. Kaya, tepeden her yuvarlanışında Sisifos’un yüzünde beliren gülümseme çok şey anlatır. Sisifos o yuvarladığı taş olmuştur. Asıl vurucu nokta onun uyumsuzluğunu benimseyerek yaşamasıdır. Anlaşılamayacak da olsa mutlu bir dünyalı olarak yaşanması gerektiği ifadesi, kitap boyunca ele alınan felsefi intihar sorunsalına da son bir nokta koyar ve aslında umudun temsilcisi olur.

Fotoğraf: www.ancient-origins.net

Dolayısıyla 21. yüzyılda salgın boyutuyla yüzleştiğimiz dünyamızda, edinmek zorunda kaldığımız yeni alışkanlıklar, değişen yaşam koşulları ve yeni iletişim biçimleri, bazı noktalarda bizi sarssa da hepimiz birer çıkış noktası bulmaya çalışıyor, uyumlanmayı deniyor ve kısacası umut etmeyi bırakmıyoruz. Varoluşumuz devam ettiği sürece, iyileşmeyi, Albert Camus’nün “saçma”sı ile “uyumsuz”undan sıyrılmayı, mutlu olmak için değişim ve dönüşümün bir parçası olmayı denemeliyiz diye düşünüyorum.

Fotoğraf: twitter.com

Tıpkı Camus’ün Sisifos Söyleni’nde geçen şu bölüm gibi:

“Bıkkınlık, makinemsi bir yaşamın edimlerinin sonundadır ama aynı zamanda bilincin devinimini başlatır. Onu uyandırır, gerisine yol açar. Gerisi, bilinçsiz olarak yeniden zincire dönüş ya da kesin uyanıştır. Uyanışın ardından da sonuç gelir zamanla; intihar ya da iyileşme. Tek başına ele alınınca, bıkkınlıkta tiksindirici bir şey vardır. Burada, iyi bir şey olduğu sonucunu çıkarmam gerekiyor. Çünkü her şey bilinçle başlar. Her şey ancak onunla bir değer taşıyabilir.”

Fotoğraf: www.theeconomist.com

Tam bu noktada Sisifos ve günümüzde yaşanan boyutun benzerliği, bu ikisi arasında etkileyici bir ilişki kurmamıza neden oluyor. Kitapta direnen ve düzene başkaldıran, daha doğrusu yılmayan insanın duruşu; çağımızdaki kötülüğe, felaketlere, birtakım küresel olaylara karşı aldığımız duruşa bir örnek olabilir. Her ne yaşanırsa yaşansın insan varsa, varoluş devam ediyorsa umut da vardır. Ve mutluluk, başkaldırı ile mümkündür.