Güncelleme Tarihi: 25 Eylül 2021
Doğanın işleyişini ve ekolojik sorunları anlayabilmek için, ekoloji terimlerini iyi bilmemiz gerekiyor. Çağlar boyunca kavramların adı ve anlamı değişir. Aynı şey, ekoloji kavramları için de geçerlidir. Önceki yazıda, “İklim Değişikliği” kavramının, bugün geldiğimiz noktada “İklim Krizi”ne nasıl dönüştüğünü anlatmıştık. Kuraklığın, aslında sadece barajlardaki doluluk oranı ile ölçülemeyeceğinden, bugün yüz yüze olduğumuz kuraklığın çok daha derin bir soruna, doğadaki su döngüsünün gerçekleşemiyor olmasına işaret ettiğinden bahsetmiştik. Bu ay da hem dönüşen “Küresel Isınma” kavramını ve büyüyen ısınma krizini, hem de doğanın işleyişini kavramamızı sağlayacak “Besin Zinciri” kavramını anlatacağız. Ve elbette, bir de çözüm önerisi içeren “Biyotaklit” kavramına bakıp ilham alacağız.
Küresel Isınma Nedir? Küresel Isıtma Nedir? (Global Warming -> Global Heating)
Fotoğraf: The Digital Artist by Pixabay
Gezegenimiz, sanayi devriminden bu yana ısınıyor. Atmosfere salınan sera gazlarının artması, bununla birlikte gezegenimizin karbon yutak alanlarının (Havaya salınan karbondioksiti tutan ve fotosentez ile oksijene dönüştüren doğal yaşlı ormanlar ve okyanus/ deniz çayırları) azalması, gezegenimizi ısıtıyor. “Küresel Isınma” atmosfere salınan sera gazı miktarının artması ve sera gazlarını tutacak destek sistemlerinin azalması nedeniyle gezegenimizin ortalama sıcaklığının artmasını ifade eden bir kavram.
Bilim insanları, 2019 yılında, gezegenimizin sanayi devrimi öncesi döneme göre ortalama 1,1 derece ısındığını ortaya koydu. 1,1 santigrat derecelik bu artış, her yerin 1,1 santigrat derece ısındığı anlamına gelmiyor, gezegenimizin ortalama sıcaklığının 1,1 santigrat derece arttığını ifade ediyor. Yani, dünyanın bazı yerleri daha az, bazı yerleri daha çok ısınmış olabilir. Bazı yerlerde sıcaklık hala mevsim normallerinde kalırken, bazı yerler çok daha fazla ısınmış olabilir.
1,1 derece çok küçük bir sıcaklık artışı gibi görünse de gezegenimizdeki pek çok yaşamsal dengeyi bozabilecek bir seviye. Üstelik bu sıcaklık artmaya devam ediyor. Bu artışa eskiden “Küresel Isınma (Global Warming)” deniyordu, şimdi “Küresel Isıtma (Global Heating)” diyoruz. Neden mi?
2016’da bilim insanları, fikir önderleri, Birleşmiş Milletler ve ülke ile sivil toplum temsilcilerinin katılımıyla Paris’te bir iklim zirvesi düzenlendi. İklim zirvesinde, gezegenimizdeki ortalama sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlamazsak bizden sonraki nesillere yaşayan bir dünya bırakamayacağımız, gezegenimizin yaşam veren sistemlerinin çökeceği söylendi ve tüm ülkeler, karbon salım politikalarını değiştirmek üzere bu konuda sorumluluk almaya davet edildi. Üstelik bunu nasıl yapılacağı tüm bilimsel modelleme ve teşvikler ile de hazırdı, çalışılmıştı. Kısacası bilim bize, gezegenimizin daha fazla ısınmasının önüne geçmenin niçin yaşamsal öneme sahip olduğunu, bunun da mümkün olduğunu ve nasıl yapılabileceğini söylüyordu. Çözüm vardı ve oradaydı… Fakat ülkeler ve şirketler, bu konuda bugün hala gerçek bir adım atmadılar. Dolayısıyla da “Küresel Isınma” kavramı, “Küresel Isıtma”ya dönüştü. Zira Dünya, kendi kendine ısınmıyor. Bizler, bu konuda hiçbir şey yapmayarak, hala fosil yakıtlara bağımlı enerji politikalarımız ve sürekli artan karbon salımlarımızla, Dünya’yı ısıtmaya devam ediyoruz.
Besin Ağı Nedir?
Fotoğraf: Heron by Pixabay
Bitkiler toprakta yetişir, çekirge bu bitkiyi yer, fare çekirgeyi yer, kartal fareyi yer… Bu son derece basit bir besin zinciridir. Fakat doğadaki besin ağı, bu basit yeme –yenme, avlama-avlanma ilişkisinden çok daha karmaşık bir sistemdir. Tırtıl yaprağı yer, bu yaprağın yenmemiş kısımları toprağa düştüğünde, topraktaki mikroorganizmalar yaprağı ayrıştırır. Sonra tırtıl kelebeğe dönüşür, kelebek bir başka canlının, örneğin bir kuşun besini olur fakat bitkilerin tohumlarını yiyen kuşlar da vardır. Rakunlar kuş yumurtalarını yer, tilkiler fareleri, çakallar da bazen tilki yavrularını. Ölen tilki ve kartalların yenmemiş kısımlarını da sinek larvaları ve böcekler yer. Geri kalan parçaları ise topraktaki mikroorganizmalar parçalar ve toprak için besin haline getirir. Bu hikaye, bir besin ağının çok ama çok basit bir parçasıdır. Bizler bu ağı daha iyi anlayabilmek için basitleştirir ve “üreticiler, tüketiciler, ayrıştırıcılar” denen ögelere böleriz.
“Üreticiler” bitkilerdir. Fotosentez yaparlar, besin ve tohum üretirler. Onları ve birbirlerini yiyen canlılar tüketicilerdir. Besinleri toprağın yeniden kullanımına uygun hale getiren mikroorganizmalar ise ayrıştırıcılardır. Bu hikayede en büyük biyokütle üreticilerindir. Daha sonra ayrıştırıcılar, en son da biz insanların da içinde bulunduğu tüketiciler gelir.
Bu besin ağında asla israf yoktur. Bir başka deyişle, doğa gıdayı israf etmez ve çöp çıkarmaz. Gıdayı yeteri kadar yer ve atık olanı da yeniden kullanmak için dönüştürür. Tabii, insan hariç. Biz insanlar hem gıda israfı yapıyor, hem aşırı tüketiyor hem de bolca çöp çıkarıyoruz.
Biyotaklit Nedir?
Fotoğraf: Jack Young
Tam da bu noktada, harika bir kavrama geldik: Biyotaklit. Doğada gıda israfı ve çöp yoktur demiştik. Doğada enerji israfı da yok, aşırı tüketim de… Tembellik de yok, aşırı çalışma da… Bunlar insanda var ne yazık ki. Biyotaklit, sorunları çözmek ya da yeni icatlar çıkarmak için doğanın işleyişini ve sistemlerini taklit etmek anlamına geliyor. Örneğin, güneş panellerinin icadına ilham veren, bitkilerdir. Biz güneş panelleriyle güneş ışığını elektriğe dönüştürmek istiyoruz, klorofilli bitkiler yüzlerce yıldır güneş ışığını fotosentez ile besine ve oksijene dönüştürüyor. Yaprakları taklit etmek, onları incelemek, bunu nasıl yaptıklarına bakmak ve benzer bir icat çıkarmak harika olmaz mıydı!
Gezegenin ısı yalıtımcılarına da göz atabiliriz. Arı kovanları, harika ısı yalıtımlı evlerdir. Doğada ısı yalıtımı konusunda bu kadar başarılı benzerleri çok azdır. Ve bunu, hiçbir zararlı madde kullanmadan, tamamen doğal, doğa dostu malzemelerle yaparlar. Biz insanlar da keşke ısı yalıtımı için binalarımıza katman katman doğa dostu olmayan materyal döşemek yerine arı kovanlarını incelesek.
Doğada israf yoktur. Enerji verimliliği vardır. Hiçbir kaynak, besin, enerji, yaşam alanı, su, gereğinden az ya da fazla kullanılmaz. Bugün yapmaya çalıştığımız şeylerin çoğunu, doğa aslında yüzlerce yıldır yapıyor. Umarım, büyük küresel sorunların çözümleri ve doğa dostu bir yaşam için icatlarımız ve yöntemlerimizde doğayı taklit eder, ondan ilham alır ve biyotaklite başvururuz.