Bir Fantezi Olarak Ekoloji

Bir Fantezi Olarak Ekoloji

Ekoloji, hemen her zaman oldukça teknik bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Genellikle sürdürülebilirlikten, dönüşümden, üretim modellerinden, politikalardan ve pratiklerden söz ediyoruz. Fakat bir de işin çevre okumaları çatısında doğru konumlandırmamız gereken kurgusal boyutu var. Gittikçe derinleştirmek istediğim bu meseleye insan fantezisinden yazınsal fanteziye doğru bir giriş yapmak istiyorum. Umuyorum ki bu hepimiz için ekolojik bilinç ve hayal gücünün kesiştiği yere doğru heyecan verici bir seyahat olacak.

İnsanın çevre ile kurduğu bağı, bilgi ve kavramak boyutuna indirgemek hata olacaktır. Bu, hem doğa ve insanı karşılaşan iki yabancı gibi görme yanlışını olumlamak hem de insan ve doğa ilişkisinden coşkuları çıkartıp bu bağı tekdüzeleştirmek olur. Fakat biliyoruz ki doğa, bizler için basitçe bir bilgiden çok daha fazlasıdır. Bu büsbütün bir aidiyet meselesi gibi gözüküyor. Tıpkı çevre aktivisti Vandana Shiva’nın dediği gibi:

‘’Yeryüzü insana değil, insan yeryüzüne aittir.’’

Bir Fantezi Olarak Ekoloji
Fotoğraf: Pixabay

Bu aidiyet, insan özelinde bahsedebileceğimiz en kapsayıcı şeydir herhalde. Uzunca doğa/insan ilişkisini irdelemek istemiyorum. Lakin ‘’doğal’’ yanımız bir yana, bütün yapıp etmelerimizde doğanın bir ilham, bir taklit unsuru olarak orada olduğunu görebiliyoruz. Haliyle doğada düşünmek, doğayı düşünmek ve doğa için düşünmek fikir ve hayal dünyamızda oldukça geniş bir yer kaplıyor. 

Tüm bu meseleler ışığında tarih boyunca insan fantezisinde doğanın konumlanışı fazlasıyla dikkat çekici. Semavi dinlerdeki arzuların sonsuzca tatmin edildiği cennet imajı bile pek çok zaman gür ağaçların lezzetli meyveleri ile tarif edilirken bu hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. Basitçe düşlerden masallara, şiirlerden bilimkurguya bütün zihin tasarımlarımızda doğaya bir paye biçiyoruz.

Ben bu konuya eğilmeye Karel Çapek’in Bahçıvanın Bir Yılı kitabından okuduğum bir bölüm üzerine karar verdim. Metinde bahçıvanın gündelik işleri öylesine bir hayranlıkla betimleniyor ki bahçıvanı bir nevi toprağın peygamberi olarak hayal etmekten kendinizi alamıyorsunuz. 

Metni okuduktan sonra bahçıvanzalığın bir insan için en kutsal uğraş kabul edildiği, bütün sistemin merkezinde tıpkı bir anayasa gibi ekolojik dengenin yer aldığı ve bütün toplumsal düzenin bu merkez üzerine inşa edildiği bir ütopyayı düşledim. Uzun bir pastoral güzelleme gibi, ormanda kaybolan çocuklara çamların yardım ettiği bir masal gibi, bir solarpunk kurgu gibi…

Öncesinde böyle bir temel atmayı anlamlı bulduğum önümüzdeki günlerde yazın dünyasından ekoloji ütopyalarını sergilediğim yazılar kaleme almayı planlıyorum. Nitekim sanatçıların zihninde inşa edilmiş ekoloji ile uyumlu toplum hayatı fantezilerine bir bakış atmak, bugün için bir şeyler yapabilmek adına da son derece faydalı olacaktır. 

Elbette doğanın kaderi, birilerinin onu düşleyip onu sevmesine teslim edilemez. Fakat doğayı düşlemek, sevmek ve hayal etmekten de bir zarar görmeyiz öyle değil mi?

Kapak Fotoğrafı: Pexels | walidphotoz