İklim Krizi ve Yıkılan Sınırlar

İklim Krizi ve Yıkılan Sınırlar

Yazar Sevan Nişanyan’ın birkaç yıl önce uluslararası seyahat ile ilgili yaptığı o meşhur açıklamayı bilmeyenlerimiz pek azdır herhalde. Fakat ben yine de hatırlatmak isterim;

‘’Bir temel gerçek var; bizim zamanımızda vize diye bir bela yoktu. Şimdi vize alamıyorsun… Sebep olmadan bir yere gidemiyorsun. Ne kadar korkunç bir diktatörlüktür bu! Sebep soruyorlar, niye gidiyorsun? ‘Ananın … için gidiyorum.’ diyeceksin. Gitmek istiyorum onun için gidiyorum. ‘Bu dünya insanlığa, herkese aittir. Seni ilgilendirmez.’ diyeceksin.’’

Artık Sayın Nişanyan’ın zamanında yaşamadığımız aşikar. Ayrıca uluslararası seyahatin basitçe vize problemine indirgemenin de mümkün olmadığı bir dönemden geçtiğimiz de ortada. Sığınmacı, geçici sığınmacı, mülteci ve göçmen gibi kavramlar iç içe geçip zihinleri allak bullak ederken tüm dünyada bu kavramlara yönelik politik konumlanışlar gittikçe daha radikal bir hal alıyor. Doğu’dan Batı’ya tüm ülkelerde vatandaşların duyarlılıkları ve değişen önem sıralamaları, yeni politik figürlerin dünya sahnesine çıkmasına sebep oluyor. 

Neredeyse tüm Avrupa’da sağın yükselişi, İtalya’nın Giorgia Meloni gibi sağ popülist bir başbakana sahip oluşu ve aşağı yukarı tek görünür vaadi duvar inşa etmek olan Donald Trump’ın bir dönem Amerikan Başkanı olarak görev yapması gibi pek çok örnek, tabandaki bu duyarlılığın tezahürü olarak okunabilir.

Tüm dünyada göçe yönelik bir refleks olarak politik eksenin kayışı, basit bir siyasi eğilim olarak görülmemeli ve mutlaka bu refleksin sebep ve sonuçları dikkate alınmalıdır. Dilerseniz bunlara biraz daha yakından bakabiliriz.

İklim Krizi ve Yıkılan Sınırlar
Fotoğraf: Pixabay | Geralt

Her şeyden önce tüm dünyanın bir numaralı gündemi olan göç krizinin, hiç kimsenin zihninde doğal bir sürecin sonucu olarak kodlanmadığını söylemekte fayda var. Tarihe Arap Baharı olarak geçen ve bugün Kuzey Afrika’daki siyasi istikrarsızlığın ve hatta tabiri caizse başıboşluğun müsebbibi olan hareketin bölgeye yönelik bir Batı politikası olduğu hemen herkesin hemfikir kaldığı bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Sürekli olarak göç veren Afganistan’ın mevcut durumunda 1979’dan beri ülkeyi adeta bir satranç tahtası gibi kullanan ABD ve Rusya’nın bir parmağının olmadığını söylemek de naiflik olacaktır. Fakat hiç değilse bir tetikleyici olarak Batı’nın hakkını teslim etsek de her şeyin müdahale ile mümkün olduğunu da söyleyemeyiz.

Sözgelimi Afganistan örneğinde her şey kendi akışına bırakıldığında ortaya çıkan sonuç da hepimizin malumu. Bütün insanlar her ne kadar dünyanın her yerine batılı tarzda bir demokrasiyi yakıştırırsa yakıştırsın Taliban, Afganistan’ın sosyokültürel açıdan doğal bir sonucudur. Hal böyleyken tüm dünyada akranlarının yaşantısını rahatlıkla telefonundan seyredebilen Afgan bir genç, Afgan olduğu için kaderinin Afganistan olduğu savına karşı çıkabilir. Zaten tüm dünyada sorun, Afgan bir gencin hayatına karşı umutlu oluşu değil.

Peki, o zaman sorun ne?

İklim Krizi ve Yıkılan Sınırlar
Fotoğraf: Pixabay | Kalhh

Göçün sorunlarına, göçün en ağır sonuçlarına katlanan Türkiye üzerinden eğilmek çok daha faydalı olacaktır. Türkiye gibi “gelişmekte olan ülkeler” için göçün en kabarık faturası ekonomi ölçeğinde kesiliyor. 

Resmi rakamlara göre Türkiye, mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanması için 40 milyar doların üzerinde harcama yaptı. Bunun yanı sıra artan işsizlik oranları için illegal bir şekilde sigortasız ve insanlık onuruna yaraşmayan şartlarda çalışmayı kabul eden mültecilerin varlığı da sebep olarak görülüyor. Ayrıca artan emlak fiyatları da bir nebze olsa da mültecilerle ilişkilendiriliyor. 

Göç sorununa yönelik endişelerden biri de hiç kuşkusuz demografik değişim. Sadece Kilis örneği düşünüldüğünde, 2019 yılında yapılan bir habere göre 97 bin nüfuslu kentte 154 bin mülteci yaşıyor. Son dört yıl içerisinde göçün devam etmesi ve doğurganlık oranları düşünüldüğünde bu bandın çok daha fazla açıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Ayrıca vatandaşlık verilen yabancıların Türkiye’deki siyasi seçimlerde kilit bir rol oynaması da hatırı sayılır sayıda vatandaşın vicdanını rahatsız ediyor. Tüm bunların yanı sıra işin bir de suç unsuru oluşturması kaçınılmaz sonuçlarıyla kültürel entegrasyon problemi boyutu var. 

Özellikle Pakistan ve Afganistan uyruklu mültecilerin kültürlerinde yer alan Bacha Bazi gibi kabul edilemez geleneklerin Türkiye için çok ciddi bir sorun teşkil ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Kaldı ki bahsi geçen mülteciler bu geleneklerinden vazgeçeceklermiş gibi de gözükmüyorlar.

Suriye özeline kaydığımızda ise çok daha ilginç bir manzara ile karşılaşıyoruz. Çünkü bugün Suriye’deki hayat, diğer ülkeler ile kıyaslandığında son derece ‘’güvenli’’ görünüyor. Son zamanlarda sosyal medyada sayıları giderek artan paylaşımlarla Suriye’de hayatın normale döndüğü gözlemlenebiliyor. Türkiye’de her gün bir başka ‘’Suriye’nin çılgın gece hayatı’’ temalı video ile karşılaşan insanlar da tabii olarak ‘’Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?’’ diye düşünmeden edemiyorlar.

Tüm bu gelişmeler Türkiye ve bütün dünyada ırkçılığın ve zenofobinin gözle görülür bir şekilde artmasına ve normalleşmesine önayak oluyor. Toplumsal kutuplaşmanın da müsebbiplerinden biri olan bu gelişme, bugün ciddiyeti kavranmasa da ileride ağır sonuçlar doğuracakmış gibi gözüküyor.

İklim Krizi ve Yıkılan Sınırlar
Fotoğraf: Pixabay | Amykins

Tam olarak bu noktada düşünmemiz gereken sorulardan biri de çok daha fazlası için hazır olup olmadığımız… Onlarca kat daha fazla insanı barındıracak kitlesel göç dalgalarını kaldırabilecek durumda mıyız? 

Çizdiğimiz ve çoğumuz için bir ‘’namus’’ unsuru olarak kavranan sınırlar, iklim krizinin acı reçetesine karşı direnç gösterebilecek mi? İçinde yaşadığımız yüzyıl içerisinde on milyonlarca insanın yaşadığı yerler ‘’yaşanılamaz’’ hale geldiğinde ne yapacağız? 

Verilere göre 2021 yılında 89,3 milyon, 2022 yılında ise 100 milyon insan iklim krizinin sonuçları sebebiyle göç etmek zorunda kaldı. Şimdilik görece kısa mesafeli bölgesel göçler ile geçici çözüme kavuşan bu kriz, çok daha geniş bir coğrafyaya yayıldığında ne olacak? 

Şimdilik mülteciler geldiği ülkelere göre sınıflandırılabiliyorlar. Örneğin Avrupa için Ukraynalı mülteciler, Müslümanlara nazaran daha tercih edilebilir olabiliyor. Ya da Meksika sınırından ABD’ye kaçan bir Türk ile bir Suriyeli’ye nazaran daha rahat empati kurabiliyoruz. Fakat göç, din ve ırk gibi aidiyetleri aştığında ne olacak?

Bugün bile flulaşmasının bir beka problemi olarak görüldüğü sınırlar, topyekün ortadan kalktığında kimsenin üzerinde tartışacağı bir ‘’geri dönüş projesi’’ kalmayacak. Nitekim ortada geri dönülecek bir yer olmayacak. Öyle sanıyorum ki çoğu insanın zihninde ‘’yarının problemi’’ olarak yer tutan iklim krizinin çok çarpıcı bir şekilde ‘’bugünün problemi’’ olduğunun anlaşılması hayati bir önem arz ediyor.

Kapak Fotoğrafı: Pixabay | Ahmed Akacha