Mülteci Meselesi

Mülteci Meselesi

Kanaatimiz her ne olursa olsun, tartışılmaz bir gerçek var. Tüm dünya bir insanlık dramını izliyor ve aynı anda bir insanlık sınavı veriyor; mülteci meselesi.

Yazıya başlamadan önce göçün sadece politika ve savaş sebepleri ile gerçekleşmediğini, iklim krizi gibi faktörlerin de önemli etmenler olduğunu söylemek istiyorum. Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği’nin raporlarına göre 2020 yılı sonu itibarıyla dünyada toplam 82 milyon mülteci var. Bununla beraber altını çizmek isterim ki dünya üzerinde yaşayan hiçbir insanın yarın mülteci statüsü kazanmayacağının bir garantisi yok. Yani her şeyden önce mülteci meselesinin, insanlığın ortak meselesi olduğu iyice kavranmalı diye düşünüyorum.

Mülteci meselesi, Türkiye özelinde 2011 yılında Suriye’den gelen ilk büyük göç hareketinden beri gündemi meşgul ediyor. On yıldır neredeyse her gün kahvehanelerden meclise hemen her ortamda konuşulan bu mesele, yakın zamanda başlayan geniş çaplı Afgan göçü ile beraber iyice kızıştı diyebiliriz.

Afganistan’da Ne Oldu?

Mülteci Meselesi Afganistan
Mülteci meselesi: Afganistan’da neler oldu?

Suriye’de gerçekleşen kriz, dış politika takvimimizde de önemli bir yer tuttuğu ve görece yakın bir zamanda gerçekleştiği için hepimizin malumu. Peki Afganistan’da neler oluyor? Kim bu insanlar ve niçin geliyorlar?

Yakın tarihe baktığımızda Afganistan’ın işgalci güçler için tam bir bataklık olduğunu söyleyebiliriz. Her şey 1979 yılında Afganistan’daki komünist yönetimi desteklemek ve iktidarı dizayn etmek için gerçekleşen Sovyet müdahalesi ile başladı. Aslında bu Afgan hükümetinin daveti sonucu gerçekleşmişti. Ama ülkedeki herkesin bundan hoşnut olduğu pek söylenemezdi. Bu sırada Soğuk Savaş’ın diğer ucu olan Amerika ise komünizm karşıtı grupları destekliyordu. Yaklaşık on yıl boyunca taraflar hiçbir şey elde edemediler ve Sovyetler Birliği Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldı. Afganistan’da geriye kalan şey ise kaos ve aşiret savaşları oldu. Tam da bu zamanlarda bir öğrenci hareketi olarak başlayan Taliban boy gösterdi. Hızla güçlenen oluşum 1996’da Kabil’i ele geçirdi. Daha sonra tüm dünyayı değiştirecek olan o gün yaşandı; 11 Eylül 2001.

Saldırıların ardından Amerika düşmanını eliyle koymuş gibi buldu ve hemen hemen bir ay sonra Afganistan’ı bombalamaya başladı. İşgal, sadece terörist grupların tasfiyesine yönelik değildi tabii ki. Amerikanın asyada daha etkin bir konum almak istemesinin rolü de fazlasıyla büyüktü. 2003’te Amerika, Irak işgaline başladı. Bu odak kayışı Afganistan’da Taliban’ın yeniden toparlanmasına sebep oldu. Çözüm ise Afganistan’da ezici bir güç barındırmakta arandı. Ülkedeki yabancı güç sayısı sürekli yükseltiliyordu. Fakat bu durum Taliban’ın saldırılarını da aynı oranda arttırıyordu. Aynı zamanda Amerikan destekli hükümetin başarısızlıkları ve yaşanan sivil kayıplar halkı Taliban’a yaklaştırıyordu. 19 yıl sonra Trump hükümeti 2020’de Taliban ile masaya oturdu. 29 Şubat 2020’de Doha Anlaşması imzalandı ve Joe Biden, 11 Eylül’e kadar tüm Amerikan askerlerinin Afganistan’dan çekileceğini açıkladı.

Geriye ise yaklaşık 200.000 kişinin canına ve 2 trilyon dolara mal olmuş 20 yıllık bir savaştan çıkan ve yeni bir iç savaşın eşiğinde olan Talibanlı bir Afganistan kaldı.

Türkiye’de Mülteci Meselesi

Birleşmiş Milletler raporlarına göre Türkiye, dünyada en çok mülteci barındıran ülke konumunda. Aynı zamanda ülkemizin mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanması için resmi rakamlara göre 40 milyar doların üzerinde harcama yaptığı da hesaba katılırsa bu krizden en çok etkilenen ülke olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. 

Öyle sanıyorum ki bu ağır yükün ülkemizde yarattığı en büyük sorun da giderek artan kutuplaşma iklimi oldu. Bir tarafta nüfusunun yarısı açlık sınırının altında olan asgari ücretle geçinen bir ülke, diğer tarafta bir insanın en temel hakkı için, yaşam için çabalayan milyonlarca insan var. Pek çok vatandaş ne yazık ki mültecilerden oldukça rahatsız. Göçmenlerin yarattığı iç güvenlik tehditi, demografik değişim, altyapı noksanlığı, ekonomik yük ve insani olmayan çalışma şartlarına mecbur bırakıldıkları için piyasayı kırışları gibi etmenler düşünüldüğünde tamamen haksız sayılmazlar. Şartlar böyle olduğunda sadece vatandaşlar için değil, sığınmacılar için de sağlıklı yaşam koşullarının olmadığı ortada. Fakat maalesef ki bu mülteci karşıtlığının boyutları ırkçılığa, cinsiyetçiliğe ve nefrete evrilebiliyor.

Yazının başında da dile getirdiğim gibi mülteci meselesi insanlığın ortak meselesidir. Tüm dünya ülkelerinin elini taşın altına sokmasını beklemek, sanırım fazla bir şey istemek değil. Özellikle Orta Doğu ülkelerini bu hale getiren emperyal güçlerin yaptıklarının sonuçlarına katlanmaları lazım. Hiçbir ülkenin olmadığı gibi Türkiye’nin de kapasitesinden fazla sorumluluk alması ne akılcı ne de bütünsel bir çözümün anahtarı. Fakat böylesi bir uyarı ne kadar utanç verici olsa da bütüncül bir çözümün arandığı süreç içinde de mültecilerin insan olduklarını unutmamamız gerekiyor.

 

Kapak Fotoğrafı: Ahmed Akacha