Güncelleme Tarihi: 30 Eylül 2022
Herkese uzun bir aradan sonra tekrar merhaba,
Normalleşme süreci sonrasında gelen tatil nedeniyle yazılarıma bir süre ara vermiştim. Çok sevgili genel yayın yönetmenimden çok güzel, motive edici bir mesaj alınca şehre döner dönmez gündemde olan çok önemli ve hepimizi yakından ilgilendiren bir konuyu ele almak istedim.
STK’lar İstanbul Sözleşmesi İçin Ne Diyor?
Tüm dünyada olduğu gibi ne yazık ki Türkiye’deki kadınların da sorunlarının en büyüğü şiddet. Üstelik sadece fiziksel değil; ruhsal, cinsel, ekonomik ve psikolojik… Dünya üzerindeki kadınların büyük bir çoğunluğu şiddetin her türlüsüne maruz kalıyor. Türkiye’nin gündemi İstanbul Sözleşmesi ve İstanbul Sözleşmesi’nin de en önemli yasası olan 6284 sayılı koruma kanunu… Kadınların bu problemini ele alan STK’lar ile röportajları ekibimden Merve Saraç Güngör ile birlikte yaptık.
Hem İstanbul Sözleşmesi’nin önemini vurguladığımız hem de kadınların şiddet problemlerine ses olmak amacıyla hazırladığımız sorulara; Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri Temsilcisi Melek Önder ile Mor Çatı Sığınağı Vakfı Gönüllüsü Hale Çelebi yanıt verdi. Ortak sorulara gelen yanıtlarda sizler de göreceksiniz ki aklın yolu bir. Yapılması gereken belli…
Öncelikle vakfınızın/platformunuzun kuruluş amacından ve faaliyet alanlarınızdan kısaca bahseder misiniz?
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri Temsilcisi Melek Önder: Platformumuz Münevver Karabulut cinayetinin ardından 2010 yılında kadın cinayetlerini durdurmak ve kadına yönelik şiddetin her türlüsünü önlemek için kuruldu. Bu yolda 10 yıldır tüm haklarımızı, tüm yöntemleri kullanarak ve tüm davaları takip ederek kadınlara adalet sağlanması için Türkiye’nin dört bir yanında örgütlenme faaliyetlerimizle birlikte, kadınların özgürce yaşayacağı bir ülke kurmak amacıyla mücadele veriyoruz.
Mor Çatı Sığınağı Vakfı Gönüllüsü Hale Çelebi: Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 1990 yılında kadına yönelik şiddetle mücadele etmek amacıyla feministler tarafından kuruldu. Mor Çatı’da erkek şiddetine karşı mücadele feminist yöntemlere dayalı olarak yürütülür ve kadınların özgür ve eşit koşullarda yaşadığı, toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılık ve erkek şiddetinden uzakta bir yaşam kurabilmeleri hedeflenir.
Mor Çatı’nın bir dayanışma merkezi, bir de 18 kişilik bir sığınağı bulunuyor. Dayanışma Merkezimiz 10.30-16.30 saatleri arasında çalışıyor ve salı günleri hariç hafta içi her gün şiddet başvuruları alınıyor. Merkezi arayan ve şiddetten kurtulmak isteyen kadınlara psikolojik, hukuki ve sosyal destek veriliyor. Kadınlarla feminist yöntemlerle bir sosyal çalışma yürütülüyor. Bizim için vazgeçilmez olan bu yöntemlerin başında, kadınlara karşı önyargılı olmamak, kadınları yaşadıkları şiddet nedeniyle yargılamamak ve kadının beyanını esas almak yatıyor. Hem sığınak hem dayanışma merkezi çalışmalarında gözettiğimiz yöntemler bunlar. Mor Çatı’daki sosyal çalışma, kadınlara yardım etmek ya da onlar için kurtarıcı pozisyonu yüklenmek gibi yöntemlerle sürdürülmüyor. Hiçbirimizin kurtulmuş, şiddetten ya da ayrımcılıktan azade olmadığı, her birimizin görünür ya da örtük biçimlerde şiddete maruz kaldığı, her kadının ve hikâyesinin biricik olduğunun bilinciyle; kadınların var olan gücünü ortaya çıkarmaya, kadınlara bu gücünü ve sahip oldukları kaynakları fark ettirmeye yönelik kadın dayanışması kurmakla sürdürülür. Mor Çatı sığınağında diğer sığınaklardan farklı olarak kalma süreleri kadının güçlenme sürecine bağlı olarak değişir. 18 yaşına kadar erkek çocuklar, şiddet mağduru 65 yaş üstü kadınlar, TC vatandaşı olmayan kadınlar, açık kimlikli LGBTİ+ kadınlar için ayrımcılık yapılmaz.
30 yıldır kadınlarla kurduğumuz dayanışmadan öğrendiğimiz bilgi ve deneyimi paylaşmak için zaman zaman kadınlara, kadın örgütlerine, sivil toplum kuruluşlarına, baro, belediye gibi kurumlara yönelik toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadına yönelik şiddet ve kadın dayanışması temalı atölyeler gerçekleştiriyoruz. Bunun yanı sıra hem ulusal hem de uluslararası sözleşme, kanun ve yönetmeliklerin uygulamaları hakkında izleme ve raporlamalar yapıyoruz. Bu deneyimlerden hareketle karar vericilere gerekli politika ve uygulamalara dair öneriler geliştiriyoruz.
Ayrıca 1998 yılından bu yana kadına yönelik şiddetle mücadele alanında çalışma yürüten bağımsız feministler, kadın örgütleri ve kamu kurumları deneyimlerini ortaklaştırmak, paylaşmak ve ortak politikalar saptayarak kalıcı bir iletişim ağı kurmak amacını taşıyan Kadın Sığınakları ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı düzenliyoruz. Avrupa Şiddete Karşı Kadınlar (WAVE) ağının bir üyesi olarak her yıl yapılan genel kurula katılıyor, hem Türkiye’deki gelişmeleri hem de Avrupa’da kadına yönelik şiddetle mücadele alanındaki deneyimleri paylaşıyoruz.
Türkiye’deki kadın hakları ile dünyadaki kadın haklarını birbirinden ayıran önemli noktalar ve ortak noktalar neler? Biraz bahsedebilir misiniz?
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri Temsilcisi Melek Önder: Tüm dünyada kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet türleri ve oranları farklı olsa da benzer yönlerinin olduğunu söylemek mümkün. Aynı zamanda Türkiye’deki kadın mücadelesiyle dünyadaki kadın mücadelesinin de benzer yönlerinin olduğu aşikâr.
Dünyada kadınların başta yaşam hakları olmak üzere şiddetin her türlüsüne karşı verdikleri bir mücadele var. Türkiye’de de en önemli hakkımız olan yaşama hakkımız maalesef hala erkekler tarafından yok sayılıyor ve saldırılar almaya devam ediyor. Bu bağlamda, kadın cinayetlerinin durdurulması noktasında çözüm yolu olarak gördüğümüz İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı koruma kanununa yönelik saldırılar arttıkça da kadına yönelik cinayetler artış gösteriyor. Geçtiğimiz ay Türkiye’de 36 kadın öldürüldü, 11 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Bizler, sürekli olarak haklarımızın engellenmesini isteyen kişilerle karşı karşıya kalıyoruz ve çözüm yolları kapandığında sürekli olarak kadın cinayetlerinde artış gözlemliyoruz. Politikanın da erkek egemen yönlerinden kaynaklı olarak; İstanbul Sözleşmesi’nin aile yapısını bozduğu söylenerek, kadınları aile içinde bir yere sıkıştırıp çalışma hayatından uzak tutmaya ve kadınları eşit olmayan bireyler olarak var etmeye çalışan bir siyasetle mücadele ediyoruz. Buna rağmen Türkiye’de de dünyada da giderek yükselen bir kadın mücadelesi var. Türkiye’de son 10 yıldır en güçlü mücadele adımı aslında kadınlara ait, dünyada da aynı şekilde… İran’daki, Amerika’daki ve Hindistan’daki kadın mücadelelerini göz önüne alırsak zaten kadınlar olarak olumlu yönde birbirimizden oldukça etkilendiğimizi söyleyebiliriz.
Mor Çatı Sığınağı Vakfı Gönüllüsü Hale Çelebi: Kadın dayanışmasının evrenselliğini göz önünde tuttuğumuzda, bu sürecin Osmanlı zamanında verilen kadın mücadelesi ile birlikte düşündüğümüzde paralel olduğunu söyleyebiliriz. Hak mücadeleleri ve kazanımlarda zaman zaman paralellik yitirilse de bu süreçlerin paralel gittiğini söylemek mümkün. Bazı haklar Avrupa’da ya da Amerika’da daha önce tanımlanmışken kadınların bazı hakları Türkiye’de daha önce elde ettiğini söyleyebiliriz. Mesela bugün gündemdeki tartışmalara baktığımızda bile 2000’li yıllarda Avrupa’da kadınların kürtaj hakkının tartışıldığını görüyoruz. Keza İstanbul Sözleşmesi karşıtlarının da birbirinden çok farklı ülkelerde birebir aynı argümanlarla (aile yapısını bozmak, milli ve dini değerlere aykırı olmak) tartışmayı sürdürmeye çalıştığını görebiliriz. Bugün kadınların haklarına yönelik dünyanın bir ucunda çıkan bir tartışmanın yarın Türkiye’de karşımıza gelmeyeceğinin bir garantisi yok. Bu nedenle bu paralel tartışmaları ve dünyada yükselen muhafazakarlığın devletlerin kadın politikalarına doğrudan etkisini göz önüne aldığımızda bu iki konuyu birbirinden ayırmak zorlaşıyor.
“Şiddetin kaynağı toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir”
Türkiye’de neden kadına şiddet konusunda ve kadın hakları noktasında sınıfta kalıyoruz? Önemli bir platform/vakıf olarak siz bu konu hakkında nasıl bir farkındalık oluşturmaya çalışıyorsunuz? İstanbul Sözleşmesi’ni de göz önüne alarak bahseder misiniz?
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri Temsilcisi Melek Önder: Özellikle pandemiye bağlı olarak yeni koşullar ortaya çıktığında ya da savaş koşullarında kadınlara yönelik saldırıların artmaya başladığını biliyoruz ve yine aynı şekilde kadınların haklarına saldırıların arttığı noktada da bizler kadın cinayetlerinin arttığını görüyoruz.
Kadınlara yönelik şiddetin engellenmesi noktasında; şiddetin ortaya çıkmayacağı bir toplumun yaratılması ve şiddetin önlenmesi gerekmektedir. Bu unsur hemen uygulanamayacağı için de bu süreçte kadınların etkin korunması gerektiğinden, kadınlar korunamıyorsa adil bir şekilde yargılamaların, kovuşturmaların yapılması ve bu yönde kadınların güçlendirilmesi için politikalar izlenmesi gerektiğini biliyoruz. Yani biz Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekileceğini konuşurken, kadına yönelik şiddet karşısında duran bir siyasi iradeden vazgeçmiş olmayı tartışmaya açıyoruz aslında… Bu nedenle yıllardır söylediğimiz gibi “İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı koruma kanununun uygulanması kadınların hayatı için kritiktir” ve bu kanun öldürülen kadınlar sayesinde aslında var olabilmiştir.
Bu bilgiler ışığında; İstanbul Sözleşmesi’nin tartışıldığı bir dönemde Pınar Gültekin’in ve 6284 sayılı koruma kanuna yönelik saldırı olduğu dönemde Emine Bulut’un vahşice öldürülmelerinin bir tesadüf olmadığına inanıyoruz. Hükümet çözüm yollarını kapattığında erkeklik bundan cesaret alarak bu vahşi tavırları sürdürmeye devam ediyor. Aslında tam olarak bu konuda sınıfta kalıyoruz. Bizce bu noktada hükümetin tavrını net olarak belli edip tarafını seçmesi gerekiyor. Ya kadınların yanında olup cinayetleri durduracaklar ya da kadınları öldürenlerden yana olacaklar. Bu ayrım bizim için bu kadar nettir.
Mor Çatı Sığınağı Vakfı Gönüllüsü Hale Çelebi: Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni imzaladığında ve ardından 6284 sayılı kanunu çıkardığında bir niyet beyanında bulunmuş, “Ben kadına yönelik şiddeti bir sorun olarak tanımlıyor ve bunu dert ediyorum, bu nedenle buna yönelik mücadele araçları geliştiriyorum” demiş oldu. Elbette başından beri aksaklıklar vardı ve kadın örgütleri olarak bu araçları daha işlevsel hale getirmek için yapıcı girişimlerde bulunduk; eleştirilerimizi, itirazlarımızı her seferinde dile getirdik. Ancak bu mekanizmalar toplumsal bir altyapı kurularak desteklenmediğinde aksaklıklar, ihlaller kaçınılmaz oluyor.
Her fırsatta dile getiriyoruz: Şiddet; uygulayan erkeğin ekonomik seviyesi, eğitim düzeyi, etnik-kültürel aidiyetleri gibi statülerle açıklanamaz. Şiddetin kaynağı toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir. İstanbul Sözleşmesi de şiddeti bütünlüklü olarak buradan tanımlar ve eğitimden yargıya, medyadan siyasilerin söylemlerine kadar bütünlüklü öneriler sunar. Bizim 30 yıllık deneyimimizle rahatlıkla ve sıklıkla dile getiriyoruz: Şiddet karşı konulamayan değil, tercih edilen bir davranıştır. Erkekler trafikte ya da sokakta kendilerinden fiziken üstün birilerine ya da mesela işyerlerinde patronlarına sinirlendiklerinde sistematik olarak uygulamadıkları şiddeti kadınlara kolaylıkla yönlendirmektedir. Bu da bize, şiddetin güç dengelerinin farkında olunduğu, bilinç içeren bir davranış olduğunu kanıtlıyor.
Şiddetle mücadele bu bütünlük ve kararlılıkla ele alınmadığında, kadın ve erkeğin haklar bakımından eşit olduğu değil, erkeğin her şeyi yapmaya hakkının olduğu, kadının da korunmaya muhtaç olduğu eşitsiz bir yapı ortaya çıkıyor. Eşitsizlik ortadan kaldırılmadığı sürece şiddet kendini yeniden üretir ve ortadan kaldırılması mümkün olmaz.
Özellikle pandemi sürecinde bazı ülkelerde boşanmalar çoğaldı ve ne yazık ki ülkemizde zaten önlenemeyen kadına yönelik şiddetin daha da artış gösterdiğini söyleyebiliriz. Artan bu şiddetin/cinayetlerin önüne geçmek için neler yapılabilir? İstanbul Sözleşmesi bu konunun neresinde?
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri Temsilcisi Melek Önder: Pandemi sürecinde birçok kadının bir yandan virüs tehlikesiyle diğer yandan evde kaldıkları için şiddet tehdidi ile karşı karşıya kaldıklarını biliyoruz. Bu süreçte kadın cinayetlerinin de yüzde 80’inin kadınların kendi evinde yaşandığı kaydedildi. Bizler bu yılın başlarında kadın cinayetleri verilerinde bir azalma gözlemlemiştik ancak pandemi sürecinde hiçbir tedbir alınmadığı için maalesef tekrar bir artış söz konusu oldu. Bizler bu süreçte platform ve kadın meclisleri olarak kadınların haklarını kullanabilmesi ve bunun önünün açılabilmesi için hükümete çağrılar yaptık, kılavuzlar yayınladık. Ancak hiçbir önlem alınmadığından ne yazık ki kadınlar öldürülmeye devam etti. Ardından pandemi sürecinde haklarını kullanmayı ertelemek zorunda kalan kadınların ne yapacağını bilemediği bir sürece girmiş olduk. Normalleşme sürecinde ise boşanma ve çalışma haklarını kullanmak isteyen kadınların artması ile birlikte kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin tekrar arttığını gözlemledik. Bu süreçte İstanbul Sözleşmesi’nin tam olarak tartışmaya açılması da geçen ay bu senenin en yüksek rakamlarından biri olan 36 kadın cinayetine ulaşmamıza sebep oldu.
Her gün bu ülkede kadınlar öldürülürken, toplum aslında İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını ve kadın cinayetlerinin durdurulmasını isterken, sözleşmenin aile yapısını bozduğuna inanan bir grubun sözleriyle sözleşmenin kaldırılmasının önünün açılması isteniyor. Aslında İstanbul Sözleşmesi; kadınlara yönelik koruma kararının alınmasından tutun, kadınların ekonomik olarak desteklenmesine, istihdam sağlanmasına, kadın cinayetleri konusunda veri analizleri yapılması ve somut politikaların önerilmesine kadar tüm unsurları kapsamaktadır. Bu sözleşme bütünlüklü bir politika sunduğu, tüm kurumlara ve devlete somut görevler yüklediği için uygulanması hayati önem taşımaktadır. Yani İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması kadınların hayatta kalması anlamına gelmektedir ve bu sözleşme kadınlar için bir ölüm kalım meseledir.
Mor Çatı Sığınağı Vakfı Gönüllüsü Hale Çelebi: Öncelikle kadına yönelik şiddetin arttığı sıkça söyleniyor ancak biz bu konuda temkinli söz üretmeyi önemli buluyoruz. Bunun birkaç sebebi var. Öncelikle Türkiye’de kadına yönelik şiddet verileri tutulmuyor, dolayısıyla bir artış-azalış kıyaslamasını yapmak için güvenli verilere sahip değiliz. İkincisi şiddeti, özellikle bazı türlerini tanımlamak, bazı durumlarda da dile getirmek zor. Bu nedenle yaşanan değil, dile getirilen şiddet başvurularından bahsediyor oluyoruz ki bu da gerçekleşenle dile getirilen şiddet vakaları arasındaki farkı bilmemekten kaynaklı olarak doğru bir yorum olmaktan uzak kalıyor. Üçüncü olarak kadınların şiddete maruz kaldıklarında başvurabilecekleri mekanizmaların eksikliğinden söz etmek gerekiyor. Böyle olduğunda verisi tutuluyor ve dile getirilebiliyor olsa bile bu başvurular/şikâyetler tıkanarak bir nihayete eremiyor ve bürokratik süreçler içinde eriyip gidiyor.
Pandemi sürecinde Mor Çatı’ya gelen başvurularda bir artış olduğunu gözlemlesek de bunu şiddet “başvurularının” arttığı şeklinde dile getirmeyi bir nebze daha iyi buluyoruz. Çünkü bu durumda dahi, (yukarda açıkladığımız gerekçelerle birlikte düşündüğümüzde) diğer destek mekanizmalarının eksikliği yüzünden mi, yoksa şiddet arttığı için mi Mor Çatı’ya gelen başvurular arttı, yorumlamak zor.
Ancak şiddetin genellikle ev gibi kimsenin şahit olamadığı yerlerde ve kadınların yakınındaki erkekler tarafından uygulandığı bilgisinden hareketle, pandemi sürecinde kadınların bu erkeklerle daha uzun süreler aynı evlerde olmalarının şiddet sıklığının artmasına, şiddetin bu süreçte başlamasına, maruz kalınan şiddet türünün çeşitlenmesine ya da dozunun artmasına yol açma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyoruz. İstanbul Sözleşmesi, tüm dünya için tartışılması değil, harfiyen uygulanması gereken bir süreçte.
Kadınların karşılıksız bakım, cinsellik, duygusal emek ve temizlik hizmeti verdiği, çokça çocuk doğurduğu, bazen ekonomisine katkı sunduğu, tüm bunları yaparken şiddet görse de içinde kalmaya devam ettiği bir aile kurumu kurgulayanların, böyle bir kurumu yıprattığı gerekçesi ile İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkmaları ve kadınları yaşadıkları şiddete mahkûm bırakmaya çalışmaları kabul edilemez. Bunun için eksikleri de giderilerek 6284 sayılı yasa ve İstanbul Sözleşmesi harfiyen ve ivedilikle uygulanmalıdır!