‘’Ne güzel sözler bunlar, acaba ne demek?’’ İşte bilmediğiniz bir dilden dinlediğiniz bir şiir için bir çırpıda söyleyebileceğiniz bir söz… Tam da bu sebeple Ezra Pound, bilmediğimiz dillerden şiir dinlemeyi tavsiye eder. Böylece anlamak mefhumu ortadan kalkacak ve şiir bizlere özünü ifşa edecektir. Çünkü ‘’Ne anlıyorsunuz bunca laftan?’’ sorusunun gölgesinde şiirden anlamak, öyle çok da matah bir şey değildir. Hatta lüzum da yoktur. Belki de bir şiirle bağlanılacak en güzel, en tesirli düzlem coşkunun kucağından geçiyordur. Fakat önce bizi bu bahse geri döndürecek olan yola çıkalım…
Geçtiğimiz haftalarda X (Twitter)’in gündeminde New York Magazine’in Pulitzer ödüllü sanat eleştirmeni Jerry Saltz ile yeni medya sanatçısı ve Jo Lawson-Tancred’in deyimiyle ‘’A.I. Superstar’’ (Yapay zeka süperstarı) Refik Anadol’un hayli ilginç tartışması yer alıyordu.
A.I. Superstar vs Gatekeeper
Özetlemek gerekirse her şey, Jerry Saltz’ın Refik Anadol’un MoMA’da gösterilen Unsupervised adlı sergisi hakkında kaleme aldığı ve Vulture’da yayımlanan eleştirisi ile başladı. Saltz, bu yazıda Anadol’un işi için dikkat çekici saptamalarda bulunuyordu; ‘’Devasa bir tekno lav lambası, anlamsız vasatlık, arama motoru sanatı, yarım milyonluk ekran koruyucusu…’’
Refik Anadol ise önce yapay zeka ile çalışan sanatçı dostlarına seslenerek yapay zeka ile üretilen sanatın sanat olduğunu teyit edebileceğini söyledi. Daha sonra da önyargılı eleştirilerden dem vurarak sözlerinin hedefini biraz daha açtı; ‘’Demek istediklerim; yeniliğe, değişime, geleceğe karşı olanlara! Sanat şudur/budur diyerek kapıları yüzeysel önyargılarla tutanlara! Elitist üslup ile yeni akımların önünü durdurmaya çalışanlaradır.’’
Aslında bu noktaya kadar Anadol’un hakkını teslim etmek gerek. Öyle ki çoğu zaman Anadol; tekil bir sanatçı olarak değil, yapay zeka ve sanat tartışmasının göze ilk çarpan taraflarından biri olarak eleştiriliyor. Kaldı ki her ne kadar Saltz, yapay zekadan rahatsız olmadığını dillendirse de aksi yönde kuşku uyandırıcı bir ton kaleme aldığı yazı boyunca sinsice ilerliyor.
Son olarak Saltz, aldığı eleştirilere cevaben ‘’Refik Anadol’un çalışmasını sevmiyorum ve nedenini de söyledim. Yapay zeka sanatını seviyorum. Tüm araçları ve teknolojileri seviyorum! Ben yalnızca bir sanatçının eserini kullandığı malzeme ve araçlarıyla ilgili olarak eleştiriyorum. Siz seviyorsanız ne güzel. Ben bunu vasat buluyorum.’’ dediği bir tweet attı ve tabiri caizse işler çığrından çıktı…
I did it better pic.twitter.com/kcJlhZ90jY
— NB (@Noahbolanowski) November 16, 2023
2021 senesinde Pilevneli’de gerçekleşen Makine Hatıraları: Uzay başlıklı sergisi için gelen bir kısım eleştirilere de ‘’Onlara buradan 70 metrelik DNS anteni hediyem olsun.’’ diyerek ‘’Beni çekemeyen anten taksın.’’ bahsine yeni bir büyüklük kazandıran Refik Anadol’un Saltz’a edeceği bir çift laf olacaktı elbet…
Sen Kimsin Ya!?
Anadol, Saltz’ın paylaşımlarına ‘’Sözlerinin benim için hiçbir anlamı yok. Benimle hiç konuşmadın, atölyemi hiç ziyaret etmedin, kim olduğum, neden ve nasıl sanat yaptığım hakkında hiçbir fikrin yok. Ama sana söyleyeyim; ben işimi kalbimden yaratıyorum! Ve bunu öğrenmek için çalışmalısınız, araştırmalısınız! Konuşmak zorundasınız! Geldiğiniz dünya değişti! Yeni dünya aydınlık, yeni dünya kapsayıcı, yeni dünyanın kapıları yok! Ben benim topluluğumum! Herkes için sanat yapıyorum. Herkes, her yaş ve her kültür için! Ben herkesim! Sen hiç kimse değilsin!’’ diyerek cevap verdi.
Eminim Jerry Saltz, ‘’Ey Jerry! Sen kimsin ya!?’’ minvalindeki bu çıkışı okuyunca afallamıştır. Şimdilik bu tweete ‘’sen kimsin ya tweeti’’ adını verelim. Çünkü daha sonra ihtiyacımız olacak…
Saltz, bu tweete ‘’Canlarım, sanatçılar hakkında yazmadan önce asla onları ziyaret etmem. Hakkında yazmadan önce asla sanatçıyla konuşmam. Ayrıcalıklı olmayan herhangi bir izleyici gibi mümkün olduğunca özgür ve doğru bir şekilde yanıt vermek istiyorum. Kendi başıma. Ne görüyorsam onu söyleyeceğim. Katılmıyorsanız sorun değil.” diyerek cevap verdi. Buradaki sanatçılarla konuşmamak, atölyelerini ziyaret etmemek vurgusu da daha sonra işimize yarayacak…
My job is to look, keep looking. Go home. Become terrified of writing. Deadline approaches. Write. My job is to notice things & then say what I noticed. That’s it. We don’t have to agree. I want all artists to be successful. The good, the bad, and the very bad. Even mediocrity. pic.twitter.com/E3DE5DcFSG
— Jerry Saltz (@jerrysaltz) November 25, 2023
Saltz’ın Anadol’u tiye alan paylaşımları bir süre devam ettikten sonra Anadol önce ‘’İnsanlar şimdi Jerry Saltz ile güzel bir diyalog içinde olduğumuzu bilmiyorlar! Bu kamusal diyaloğa katıldığınız için hepinize çok teşekkür ederim. Dijital alanda çalışan her sanatçıya en iyi dileklerimi sunuyorum! Bu şekilde hep birlikte büyüyoruz. Gelecek parlak!’’ açıklamasında bulundu.
Daha sonra da gelen ‘’Bir eleştiriyi kaldıramadın.’’ minvalindeki yorumlara cevaben “Sevgili dostlar, ülkemizin kötü kaderi ‘bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olanlar’, sanat kritiğine verdiğim cevabı ‘eleştiriyi hazmedemedi’ olarak algılamışlar. Aslında bunun stratejik olduğunu, yapay zeka+dijital sanatın dünya literatüründe tartışıldığını da o güzel akıllarıyla kavrayamamışlar. Hatta Jerry ile post sonrası barıştığımızı ve dijital sanat için pozitif fikirleri ve daha fazlasını da hayal edememişler. Diyaloğumuzun üçüncü kişileri; bir gün de sizin işlerinizi tartışalım be! Buralar sizsiz olmuyor.” diyerek bahsi kapattı.
Şimdi bu noktadan geriye doğru giderek en başa kadar dönelim isterseniz…
Her şeyden önce herkesin önünde dönen bu ilginç tartışmayı Refik Anadol’un ‘üçüncü kişilere’ ‘’Siz ne karışıyorsunuz?’’ dercesine noktalamasını, pek çok kişi gibi ben de fazlasıyla garip buldum. Fakat burada en garip bulduğum kısım tabii ki de “Siz yapın, sizi de görelim.’’ tavrı oldu. Bana kalırsa bu gülünç yöntemi bir kenara koymanın vakti geldi artık.
Yatağınız hakkında fikir beyan etmek için mobilyacı, ülke hakkında konuşmak için politikacı ya da ‘’Refik Bey, Pulitzer ödüllü eleştirmene sen eskide kaldın. Hiç kimsesin! Bense herkesim! dediniz. Farkında mısınız?’’ demek için sanat bilirkişisi olmanıza gerek yok. Bu mantığa göre biricik bir şey yapan hiç kimse asla eleştirilemez. Yahut önüme koyulan yemeği beğenemeyebilme hakkı için bir an evvel mutfağa girmeliyim…
Biz ‘’sen kimsin ya tweeti’’ ve ‘’sanatçıları ziyaret etmem’’ bahsine geri dönelim…
Pek çok kişi tarafından ‘’dünyaca ünlü sanatçımız’’ cümlesiyle bahsedilmesi yeğlenen Anadol’un, böylesi bir tartışmada o alışageldiğimiz üsluba ve hayali düşmanlar yaratma macerasına başvuruyor olması ne acı…
‘’Sen kimsin ya! Emek var emek! Biz bu işe kalbimizi koyduk. Siz mazide kaldınız. Elitistsiniz… Siz/Biz…’’
Al Gülüm Ver Gülüm
Tabii burada bitmiyor… Saltz’ın bildiğinin aksine işler, alışık olduğumuz o meşhur yöntemle çözülmeye devam ediliyor; ‘’Gel bir konuşalım. İşimi sevmediysen beni sev.’’
Evet, bu meşhur yönteme alışkınız. Çünkü Türkiye’de belki başka alanlardan da aşina olabileceğimiz üzere sanatsal alanda da işler biraz böyle yürüyor. İdeal bir düzende sanatçı ile seyirci arasında, belki biraz da kamu hizmeti sunma bilinciyle yer almasını umduğumuz sanat yazarları, eleştirmenler, sanat muhabirleri vb. elemanlar, ‘’bizim’’ düzenimizde ‘’dostane’’ şekilde kurgulanmış bir tür elim sende oyununun figürü olmuş durumdalar ne yazık ki…
Burada sözgelimi 70’lerin başında Le Monde, L’Aurore yada Figaro gibi gazetelerde yer alan, okuyucuların ideolojik/sosyolojik/ekonomik kimliklerine göre ayrışmış ve içeriği önceden tayin edilmiş yazılardan bile bahsetmiyorum. Burada üzerinde soyut bir anlaşmayla fikir birliği edilmiş verili ve ortak metinlerin sergilere uyarlanmasından bahsediyorum. Yazar için masa başında yapılması gereken yegane şey ise dönemin ruhuna göre popülerleşmiş bazı anahtar kelimeleri anlamlı ya da anlamsız olmasına bakmaksızın yazıya serpiştirmek; bilinç, pratik, odak, mekan, zaman, beden… Geriye kalan her şey ise hoş sohbetler, atölye ziyaretleri, övgüler, ah canım harikasınlar…
Giderek silinen konumların önemi yerine konumlanışların, konumlanabilişlerin önemi artınca bütün bir mesele de kişilerin üzerinden okunuyor. Haliyle Jerry Saltz’ın kendisi, tuttuğu konumun ifade ettiklerinin önüne geçiyor ve gayet rahat bir şekilde ‘’Hiç kimsesin.’’ denilebiliyor. Böylece yaşadıktan yaklaşık iki yüz yıl sonra Fransız bir gazetecinin bahsi ve Marcel Proust’un yazılarıyla meşhur olan Vermeer’i dünyaya ‘’bildiren’’ sanat yazarlığı, düzenin basit bir dişlisi haline gelebiliyor.
İşin üzücü yanı temel niyetlerinden biri ‘’Ben ne anlarım sanattan!’’ cümlesi ile başa çıkmak olan bu uğraş, onunla uğraşanların değerlerini kaybetmeme ve kabul görme niyetleriyle ‘’Sen anlama sanattan, ben sana anlatıyormuş gibi yaparım.’’ meselesine evrilebiliyor.
Oysaki anlamaya lüzum yok. Mühim olan ‘’Ne güzel şeyler bunlar, acaba nedir?’’ diyebilmek…
Kapak Fotoğrafı: Refik Anadol