Güncelleme Tarihi: 2 Ekim 2021
25 yaşında katıldığı iş gezisinde dağcılıkla tanışan ve hayatını bu spor ekseninde değiştiren bir isim Esin Handal. Kar Leoparı unvanı, eski Sovyetler Birliği döneminden beri, 7 bin metreyi aşan 5 dağa tırmanmayı başaran sayılı dağcılara veriliyor. Türkiye’de ve şu an yaşadığı Almanya’da bu unvana sahip tek kadın dağcımız ise Esin Handal. Tüm zorluklara rağmen tarihe adını yazdırdığı dağcılık hikayesi ise ilham verici.
Tüm önyargılara karşı üstün başarılar elde ettiği dağcılık, doğayla barışık yaşam, kadın olmak, sponsor bulamamak gibi konular ekseninde kendisiyle oldukça samimi bir röportaj gerçekleştirdik…
Dağcılık eğitiminizi ve bu alana nasıl adım attığınızı anlatabilir misiniz?
Aslında dağcılıkla çok geç tanıştım. Herkes gibi lisede spor takımlarındaydım, sonrasında Marmara Üniversitesi’nde İşletme okudum ve kurumsal bir firmaya girip çalışmaya başladım. Kariyer odaklıydım, spora adım atmak hayalim bile değildi. Tesadüfi şekilde çalışmaya başladığım firma bizi geziye götürdü ve o gezi Ilgaz Dağına çıkmayı da kapsıyordu. Orada ilk kez dağları gördüm, doğayla baş başa olmanın beni ne kadar mutlu ettiğini fark ettim, şehirde büyümüş bir çocuktum, köyle doğayla tanışıklığım yoktu. Yepyeni bir dünyaydı benim için dağcılık ve doğa sporları. İlk tanışmadan sonra çok hızlı ilerledim, çünkü hayatta ne yapmak istediğime karar vermiştim, spor alanında ilerleyecektim. İşimden istifa ettim, Türkiye Dağcılık Federasyonu ve dağcılık kulüpleriyle tanışıp tırmanışlara katılarak kendimi bu alanda geliştirdi. O gün bugündür 15 yıldır dağcılık sporundayım.
Kaç yaşındaydınız başladığınızda?
25 yaşında dağcılıkla tanıştım. Tanıştıktan sonra hemen yüksek irtifaya çıkmadım tabi, şu anda 7500 metrelere çıkıyorum ancak o zamanlar sadece 2500-3000 metrelerdeki küçük tepe ve dağlara çıkıyordum. 7000 metre maceralarımsa 8 yıldır devam ediyor. Çok geç başladım ancak dağcılığı isteyen herkes yapabilir çünkü bir yaşı yok. Erken başlamış olmanın, yaşın bir önemi yok, teknik anlamda bilgili olmanın ve güçlü olmanın yettiği bir spor; bu güç de antrenmanla sağlanabiliyor.
Dağcılık sporunda kişisel olarak ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Antrenman yaparken güle oynaya yapmıyorum tabii ki. İnsanoğlu bir şekilde üşengeç, önünüze bir hedef koymadığınızda kimse saat 10’dan önce yataktan kalkmaz. Ben bir hedef koyuyorum, her gün ve her hafta antrenmanlarımı yazıyorum, o gün kalkamazsam ya da yapmazsam ertesi gün ceza olarak iki kat antrenman yapıyorum. Bu tamamen sizinle ilgili bir durum; istedikleriniz ve hedefiniz varsa inanın o uğurda hiç sevmediğiniz şeyleri bile yapabiliyorsunuz. Ben soğuktan, erken kalkmaktan nefret eden bir insandım. Hedeflerime ulaşabilmek için yaz kış demeden karlarda buzlarda bulunmaya başladım. Almanya’da postacılık yapıyorum, saat 4’te uyanıyorum. Bahaneleri kendimize sunmamamız gerekiyor. Bana gelen soruların arasında sen o kadar güçlü değilsin, erkekler senden daha kaslı gibi düşünceler oluyor. Bu biraz beyin gücüyle alakalı, insan kendisine “Yapamam” dediği noktada bitiyor. Bizim sınırlarımız çok geniş aslında sadece bir şekilde ortaya çıkarmak gerekiyor. Ben kendime “yapamam” demedim hiç. Çünkü biliyorum ki öyle dediğim zaman yapabileceksem de yapamam. Mental kendini geliştirme dedikleri şey bu galiba, önce inanacağız yapacağımıza.
“Büyük projelerde bana yer verilmek istenmiyordu çünkü birçok insanda kadınların daha güçsüz olduğu önyargısı var.”
Kadın sporcuların desteklenmesinde dünya ve Türkiye arasında ne gibi farklılıklar görüyorsunuz? Siz dağcılığa başladığınızdan itibaren ne gibi zorluklarla karşılaştınız ve bu farklılıklar sizce nasıl düzeltilebilir?
Türkiye’de belli başlı sporlarda, örneğin çok sevilen futbolda destekçi bulmak daha kolay. İkinci sırada ise basketbol, voleybol gibi sporlar sayılabilir. Dağcılık alanında karşılaştığım sorunlardan biri de seyirci kitlemiz olmadığı için insanların hala dağcılığın bir spor olduğunu bilmiyor olması. “Hadi yukarı çıktın, sana kaç para veriyorlar?” gibi sorularla geliyorlar. Bütçelerimiz çok kısıtlı, imkanlarımız çok kısıtlı. Birisine gidip ben dağcıyım dediğinde sizin sigortanız var mı gibi sorular yöneltiyor. Bu bir iş değil, lig sporcuları gibi karşılanamayız. Ayrıca bu durum dünyanın birçok yerinde böyle. Polonya ve Almanya gibi yerler daha rahat çünkü dağcılar destek bulabiliyor ancak ülkemiz bu durumda değil.
Karşılaştığım ikinci sorun kadın olarak pek partner bulamadım diyebilirim. Büyük projelerde bana yer verilmek istenmiyordu çünkü birçok insanda kadınların daha güçsüz olduğu önyargısı var. Bu önyargıyla ciddi ve büyük projelerde yer alabilmek için çok inatlaştım ve bu inanın Almanya’da da böyle… Kadın dağcı, adeta zayıf halka olarak adlandırılıyor. Böyle olmadığını da ufak ufak göstereceğiz, illa bu sektörde olacağız diye direterek doğruyu göstereceğiz. Kadın ve erkeğin dağdaki tek farkı belki kas gücüdür ancak kas da gelişebilen bir organdır. Antrenmanla da kas gücünü geliştirebilirsiniz. Dağda kadın ve erkeğin hiçbir farkı yoktur çünkü orada baş etmeye çalıştığımız şey doğal afetler… Bu ayrımı yapan tek şey toplumlar, sporda bir ayrım yok.
Ekonomik destek almanın Türkiye’deki bir sporcu için oldukça zor olduğu biliniyor. Siz yaşadığınız sıkıntılardan bahsedebilir misiniz?
Türkiye’de dağcılara sponsor konusu çok az konuşulur. Bu aşamada sponsorluklar eş dost sayesinde alınabiliyor, kimse “Bu kadın bayrağımızı 7500 metreye çıkaracak ona sponsor olayım.” gibi bir düşüncede değil maalesef. Bu yüzden sponsorluk anlamında kadın erkek arasında bir ayrım gözlemlemedim, keşke sponsor bulunsa da öyle bir ayrım yapılabilse diyeceğim.
“Tırmanış kişisel gelişim, kişisel tatmin dediğimiz şeyi bana kattı diyebilirim.”
Ülkede bu unvana sahip tek kadın dağcı olarak “Kar Leoparı” unvanı nedir?
Kar leoparı unvanı, 1961 yıllarında Sovyetler Birliği tarafından verilmeye başlandı. Kendi sınırları içerisinde yer alan en yüksek 5 dağı belirledi ve bu dağlar 7000, 7500 metre yükseklik arasında. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra da bu unvanın verilmesine devam edildi. Günümüzde Rusya Dağcılık Federasyonu bu unvanı veriyor.
Dağcılığın bir seyircisi yok, bir kupası yok; yalnızca belirli unvanlar kazanıyoruz. 3 tane sertifika vardır bu işin karnesi gibi. Her kıtanın en yüksek dağına çıkanlara 7 Kıta Sertifikası verilir. 5 tane 7000 metrelik dağa çıktığınızda ise Kar Leoparı unvanını kazanırsınız. 14 tane 8000 metrelik dağa çıktığınızda da onun sertifikasını alırsınız. Türkiye’de bu unvanı kazanan ilk kişi olan Nasuh Mahruki’den 25 yıl sonra çıkan ikinci kişi ben, üçüncü kişi de partnerim oldu.
Dünyada sayılı “kar leoparı” unvanına sahip dağcılardan biri olmak sponsor bulma ya da bilinirlik açısından bir avantaj sağladı mı?
Bilinirlik açısından bir avantaj sağladı tabii ki. Türkiye’nin tek kadın Kar Leoparı’yım, Almanya’da bu unvana sahip tek kişiyim aynı zamanda. Rus olmayan sekizinci kadınım diyebilirim bu konuda; herkesin başaramadığı bir unvan tabii. Başarımı tanıttım, projelerimi ve hayatımı dağcılığa yönlendirdim ancak kazanç açısından sorarsanız pek bir avantaj sağlamadı. Bu konuda kimseyi de suçlamak istemem aslında. Elbette ki dağcılığı seven şirketler ve insanlar var, ben doğru kişilere ulaşamadım diyelim. Bir diğer yandan da dağcılık biten bir şey değil. 70, 80 yaşlarında Everest’e tırmanan insanlar var. Bu yüzden Kar Leoparı oldum bu iş bitti gibi de düşünmüyorum; diğer projeleri tamamlamaya çalışırken destek bulmaya çalışacağım.
Sponsor bulmak, kadın olmak derken… Tüm bu zorluklara rağmen motivasyonunuzu nasıl yüksek tuttunuz?
Özellikle yüksek dağlarda, 6 bin-7 bin dağlarında kış koşullarında oluyorsunuz temmuz ağustosta bile. Sert koşullarda bir kadın olarak orada nefes alabiliyor olmam, o dağa tırmanmış olmak özgüvenimi oldukça arttırıyor. Bir başarı, ödül olmasaydı bile ben o dağlara tırmanırdım. Kişisel gelişim, kişisel tatmin dediğimiz şeyi bana kattı diyebilirim. Şehir insanıyım, fiziksel anlamda kendimi geliştirebileceğim bir yer yok. Dağa tırmanınca kendimi güçlü hissediyorum, yapabiliyormuşum diyorum. Geri döndüğünüzde de şehirde daha mutlu bir hayat yaşıyorsunuz ve özgüveninizi güçlendiriyor.
Kurumsal hayatı tamamen bıraktım, çoğunlukla yurt dışında olmam gerekiyor. Yapmam gereken antrenmanları yapmak, sabah 9 akşam 5 ve haftanın beş günü bir işte olmakla başarılmazdı.
“Eşim hep destekçimdi, antrenman yapmak istemediğim noktalarda eşim beni zorladı.”
Dağcılığa başladığınızda ilham aldığınız insanlar oldu mu?
Bu kadar yüksek dağlara çıkabileceğimi hayal etmiyordum dediğim gibi. Üstadımız dediğimiz kişilerin raporlarını, yabancı kaynaklı kitaplarını okuduğumda çok etkilenmiştim. Türkiye’de dağcılık kitaplarını çeviren bir arkadaşım vardı, imzalı bir kitap, Hayaller Kervanı’nı hediye edince ilk defa kadın bir dağcının hikayesini okumuş oldum, ben de böyle olabilirim ve benim de başarılarım olabilir dedim. Bir başarım olmasa da kendimi geliştirebileceğimi düşündüm.
Bu zorlu süreçte, özellikle son 5 yılda projeyi tamamlayabilmek için çok ağır sporlar yapmam gerekti. Özellikle annem ve eşim çok destek oldu. Şöyle bir algı var: “Bir kadın olarak eşin buna nasıl izin verdi? Sonuçta aylarca evde yoksun.” Ancak eşim ve annem her zaman destekçimdi, antrenman yapmak istemediğim noktalarda eşim beni zorladı diyebilirim. Şunun için devam ettim aslında; eşim de o sertifikayı almamı çok istiyordu, annemin de gözlerindeki o mutluluğu gördüm. Bir anne çocuğu için çok telaş yapar çünkü dağcılık riskli bir yandan ama her döndüğümde de annem bir o kadar gurur duyuyordu. Bu iki insan için pes etmedim diyebilirim.
Dağcılık oldukça riskli bir spor olarak biliniyor, sizin tırmanışlarınızda başınıza gelen fiziksel bir sıkıntı, sakatlanmalar oldu mu?
Türkiye’deki bir tırmanışımda çığa maruz kaldım, arkadaşım da aynı şekilde birbirimizin yardımıyla çıktık. Başka hatırlamıyorum, sanırım bu da devam edebilmek için geliştirdiğim bir savunma mekanizması. Zaten 7000 metre çıkışlarında vücudunuz çok ciddi tepkiler verebiliyor, dudaklarınız patlıyor, yüzünüzde yaralar açılıyor, elleriniz patlıyor. Gözbebekleri yanmaya başlıyor, kar körlüğü yaşadım. Bana bu tırmanışlar şunu öğretti; fiziksel olarak ne yara açılırsa açılsın 2 haftaya geçiyor, bu da biraz güç katıyor aslında. Bu tür küçük kazaları takmamayı öğrendik bu sayede.
“Dağın tepesine çıktığınızda nasıl hissetiniz sorusunun cevabı, benim için ‘Dağ bana izin verdi’ oluyor.”
Dağcılık takım sporu olmaktan uzak, bireysel bir spor olarak biliniyor. Herhangi bir tehlike anında olağan tutum ne oluyor?
Ben hiç böyle bir durumla karşılaşmadım ancak karşılaşanları duydum. Orada şöyle bir durum var; herkes birbirine muhtaç ve sevseniz de sevmeseniz de bir kaza anında sadece yanınızdaki dağcılar sizi kurtarabilir. 7000 metrede telefon edince ambulans, jandarma gelmesinin olanağı yok. Özellikle son çıktığımız Pobeda Dağı’nda kamp müdürü: “Evet bu dağa tırmanacaksınız ancak bu dağın adı ölüm dağıdır, kamp alanından çıktığınız anda başınıza ne gelirse gelsin siz ne kadar yardım isteseniz de kimse size ulaşamaz, lütfen bunu bilip de gidin.” dedi. Orada başınıza bir şey gelse, ölseniz dahi cenazenizi getiren olmayacak. Bu yüzden insan yanındaki tırmanıcılara bağlı, ip arkadaşlığı dediğimiz şey. Bir sorun yaşayan arkadaşımızı aşağı indirmeye çalışıyoruz, bu da zaten insanlık demek. Hedefler uğruna önünüzdeki insanları ezip geçemezsiniz, insani duygular başarılardan çok daha önemli bence.
‘Doğa ile Barışık Yaşam’ sözü size ne ifade ediyor? İnsanoğlunun doğa ile ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsan kendi sınırlarını koyuyor demiştim ya, ben de 3 yaşımdan beri İstanbul’daydım aslında ancak doğadan kopmadım. Bu tamamen size bağlı. Pandemi sürecinde mesela Almanya’da kapalı kaldık ancak internete girip deli gibi alışveriş yapmadım. Orman bulamazsam evin çevresinde koşuyorum, evde antrenman yapıyorum. Doğadan kopmamalıyız, özellikle hayatımıza bu kadar kimyasal girdiğini hesaba katarsak, besinler için de bu geçerli. Pandemi süreci de biraz bunu gösterdi bence, herkes evine kapandı, ekmek yapmaya başladı. Ninelerimiz, dedelerimiz bunları yaparken biz rahata alışmış bir nesiliz, biraz silkelenip kendimize gelmeliyiz. Dağa çıkarken de aklıma gelen şu, ben ne kadar iyi bir sporcu olsam da ne kadar güçlü olsam da eğer doğa koşulu ya da hava durumu bana izin vermezse ben çıkamam. Bu yüzden “Dağın tepesine çıktığınızda nasıl hissetiniz?” sorusunun cevabı, benim için dağ bana izin verdi oluyor. İnsan olarak en gelişmiş canlı olmamıza rağmen, doğa bizden daha güçlü ve onla bütün olmak bizi daha sağlıklı yapacak.
“Biz kadınlar kesinlikle daha güçsüz değiliz sadece daha narin yetiştiriliyoruz.”
Dağcılık alanında ilerlemek isteyen gençlere ve çocuğunu spora yönlendirmek isteyen ailelere neler tavsiye edersiniz?
Özellikle söylemek istediğim aileler ve kız çocukları konusu. Annelere çok rica ediyorum, bir kız çocuğu bir kadın olarak dağcılık, insanı çok geliştiriyor. Bu yüzden özellikle kız çocuklarını doğa sporlarına yönlendirsinler. Biz kadınlar kesinlikle daha güçsüz değiliz sadece daha narin yetiştiriliyoruz. Dağcılık yapmak isteyen gençler de eğitimlerini doğru yerlerden alsınlar, çünkü çok fazla şeyi riske atamayız, zaten riskli bir spor. Doğru ekipmanları seçip doğru teknikleri öğrenmek gerekiyor. Türkiye Dağcılık Federasyonu eğitimler veriyor, üniversite kulüplerinin çalışmaları var, özel kulüpler var. Bir şekilde bunu eğitimini alın, sonra hep beraber tırmanalım…