İklim Krizinde Devletlerin Rolü

İklim Krizinde Devletlerin Rolü

İklim krizinin sahasına gireli epey oldu. Dünya artık kırmızı alarm vermenin oldukça ötesinde. Ekolojik yıkımın henüz gördüğümüz bu başlıca küçük etkileri bile hayatı oldukça zorlaştırmaya yetiyor. Kuraklık, biyolojik çeşitlilikteki azalma, seller, orman yangınları ve daha nicesi…

Birey olarak atabileceğimiz adımların farkındayız. Ev ekonomisine yönelik bireysel tasarruf adımlarını ve dünyadaki ayak izimizi azaltmaya yönelik önlemleri biliyor ve elimizden geleni yapıyoruz. Fakat şunu da çok iyi biliyoruz ki bunlar yeterli değil…

Çünkü lokal ve küresel ölçekte yapılan projeksiyonlar, böyle devam edersek iklim krizinin etkilerini katlanarak artıracağını gözler önüne seriyor. Örneğin Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre ortalama yüzey sıcaklığı, sanayi öncesi döneme göre 1,2 derece daha sıcak. Uzmanlara göre sıcaklık eşiğini 1,5 derece ile sınırlı tutmak oldukça lehimize olacak. Ama mevcut eğilimin devam etmesi halinde aşağı yukarı 80 yıl kadar sonra sıcaklıkların 3-5 derece daha artmış olacağı öngörülüyor. Bir başka üzücü örnek de gösteriyor ki şu andan itibaren birden her şeyi mükemmel yapmaya başlasak bile Grönland buzulundaki mevcut kayıp, deniz seviyesini en az 27 santimetre artıracak.

İklim Krizinde Devletlerin Rolü

Fotoğraf: ArtHouse Studio

Tüm bunlar gibi sayfalarca çoğaltılabilecek örnekler bizlere bireysel düzlemde atılan adımların oldukça önemli olmasına karşın, yapılacak makro mücadele politikalarına ihtiyaç duyduğumuzu gösteriyor. Böylesi politikalar için uluslararası örgütlerin dışında yüzümüzü dönebileceğimiz başka oluşumlar da var;

Devletler…

Sanıyorum ki herkesçe bilinen ve sıklıkla kullanılan bazı kavramlar, gün geçtikçe zihinlerde asıl manalarını yitiriyor. Devlet kelimesi, toplumların siyasal örgütlenişine işaret eder. Yani çeşitli saiklerle bir arada yaşamayı adet edinmiş insanların kendilerini temsil etmesi için oluşturup yetkilendirdiği tüzel kişilikler. Dünyanın her yerinde bütün vatandaşlar, eşit haklar ilkesi dahilinde ve anayasal sınırlar içinde onun refahı ve selameti için organize edilmiş olan devleti eleştirebilir ve ondan çeşitli beklentiler içine girebilirler. Hele ki bu beklentiler devletlere hükümet eden siyasi partilerin günlük politik ajandalarından çok daha kıymetli ve hayati ise…

Bu bağlamda; iklim krizi ile mücadele edilmesi için politikalar geliştirilmesini talep etmek, bireyin vatandaş olarak herkesin en doğal hakkı ve insan olarak da en elzem sorumluluğudur. Nitekim iklim krizi, tüm canlılığı ilgilendirdiği ölçüde evrensel ve ideolojiler üstü bir meseledir. Zaten iklim krizinin ekonomi, sağlık ve güvenlik gibi alanlarda yol açtığı sorunlar ile kendisini önemli bir devlet meselesi haline getirmediğini düşünmek saçmalık olurdu.

Devletlerden Ne Beklemeliyiz?

İklim Krizinde Devletlerin Rolü

Fotoğraf: Life Matters

Devletler, hiç kuşkusuz ki politikalarını geliştirirlerken ona hükümet eden siyasi partilerin politik fikirlerinden etkilenirler. Örneğin dünyanın bir yerindeki hayali bir ülkede liberal politikalara inanmış bir hükümet, ormansızlaşma ile mücadele etmenin yolunu ormanları özel mülk haline getirmekte bulabilir. Ya da sosyalist bir ülkede ormanların, kamu alanı olarak devlet güvencesi altında korunması tercih edilebilir. Burada hangi tercihin faydalı olacağı bambaşka bir tartışma konusu iken bu durum bizlere gösteriyor ki ideolojik yaklaşımı ne olursa olsun her devletten iklim krizi ile mücadele etmesi beklenebilir.

Dünyanın her yerinde 1990’lardan beri devletler; vatandaşların beklentileri, bağlayıcı anlaşmalar ve uluslararası örgütlerin yol göstermesi ile çeşitli iklim politikalarını hayata geçirmektedirler. Türkiye de Paris İklim Anlaşması ve Kyoto Protokolü’ne imza atmış ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf olmuş ülkeler arasındadır. Fakat ne yazık ki irili ufaklı birkaç hamle dışında dişe değer adımlar atabilmiş değiliz. 

Örneğin Kyoto Protokolü’nün ikinci yükümlülük döneminde herhangi bir sorumluluk üstlenmedik. Özel sektördeki kayda değer girişimler dışında bir devlet politikası olarak uluslararası örgüt ve anlaşmaların öngördüğü taahhütlerler noktasında pek de girişken olmadığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bu noktada şunun altını çizmekte fayda görüyorum; Türkiye, sanayi hamlesini oldukça geç yapmış ve bazı büyük ekonomilerdeki tüketici davranışlarına kıyasla daha insancıl davranışlar sergileyen bir ülkedir. Bu yönüyle Türkiye’nin özellikle Avrupa ve süper güç kabul edilen ülkelere nazaran iklim krizinde çok daha az tarihsel sorumluluğa sahip olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. Fakat bu içimizi rahatlatmamalı. Nitekim insanlık olarak aynı gemideyiz.

Bütün dünya vatandaşları olarak devletlerden uluslararası ölçekte oluşturulmuş krizle mücadele politikalarına harfiyen uymalarını talep etmeliyiz. Bütün devletlerden ekosisteme yönelik hizmetler, biyolojik çeşitlilik ve ormancılık politikaları, tarım ve gıda güvenceleri, ideal su kaynakları yönetimi ve iklim krizinin yol açtığı sorunlarla mücadele edecek insan sağlığı uygulamaları beklemeliyiz.

Kapak Fotoğrafı: Geralt