Esen Çamurdan: “Müze Yaşayan Bir Alan Olmalı”

Esen Çamurdan: “Müze Yaşayan Bir Alan Olmalı”

Türk tiyatrosunun en önemli isimlerinden Esen Çamurdan ile yaptığımız keyifli röportajın devamı sizlerle…

Hayallerinizdeki müzeden daha ayrıntılı bahsedelim mi biraz? Müzeye nasıl bakıyorsunuz? Açacağınız bu müzeyi nasıl hayal ediyorsunuz? 

Yalnızca koruyan değil, değerlendiren, araştıran, yayın yapan, kitaplığı, belgeliği ve sergileriyle birikimini toplumla paylaşan ve araştırmalara kaynak oluşturan, giderek çeşitli kültür etkinliklerine altyapı sunabilecek kapasiteye sahip olan bir müze hayalimiz var. 

Dünden bugüne kalanları araştırmak ve gün yüzüne çıkarmakla yetinmeyip bugünden yarına kalacakları da kayıt altına alan. Ayrıca, Türk tiyatrosuna önemli katkıda bulunmuş Ermeni, Rum ve Yahudi topluluklarının tiyatro kültürünü tüm katmanlarıyla bir araya getirip görünürlüğü sağlarken geleneksel tiyatromuzu da ihmal etmemeli Türkiye Tiyatro Müzesi… Konuyla ilgili her türlü belgeye ve yaşayan ustalara ulaşmaya çalışmalı, bu alanda kapsamlı araştırma ve yayın yapmalı ancak bilinenleri de güçlü referanslarla sorgulatan ve yeniden düşündürten bir anlayışa sahip olmalı.

Kısacası, müzenin, ülkemizin gösteri ruhunun canlandığı bir uzam olmasını istiyoruz.

Tabii işin bir de toplumsal yanı var her şeyden önce. Müzenin insanların buluştuğu, yan yana geldiği, ortak bir şeyler paylaştığı bir uzam olmasını diliyoruz. Her kesitten insanın geldiği, hatta geçerken uğradığı yani rahatlıkla girip çıkabileceği, çocuğunu bırakabileceği, kahvesini içebileceği, bahçesi varsa orada rahatlıkla oturabileceği, bir uğrak alanı olsun istiyoruz. 

Yaşayan bir alan hayal ediyoruz yani, ortak bir yaşam alanı olsun. Sergilediği bilgi ve kültürle insanları ezen değil, insanların yan yana durduğu ve paylaşım yaptığı bir uzam. En önemlisi de gerek mimari yapısı gerekse sergileme biçimleriyle çocuk ve engelli ziyaretçilerini gözeten bir müze olsun istiyoruz.   

“Ülkemizin gösteri ruhunun canlandığı bir uzam olsun istiyoruz.” 

Öte yandan; bir müze kentin kültürüne hizmet etmeli. Kenti tanımanın, kentli olmanın yollarını da açmalı. Unutmayalım ki müze aynı zamanda kent kültürünün bir göstergesidir. Bir kültürel ifade biçimidir. Müze yokluğunun toplumun kültür birikiminde büyük bir boşluk yarattığını düşünüyorum. Çünkü müze olmayınca süreklilik bozuluyor, süreklilik bozulunca boşluklar doğuyor, o zaman da bir bütün olarak bakamayınca her şey parça parça kalıyor. 

Müze deyince insanın aklına arşiv geliyor doğal olarak. Müze, bir kültür mirasının korunduğu alansa arşiv de o kültür mirasını kalıcı kılmanın ilk adımıdır. Arşivin yeri de müzedir. Bunlar hep birbirine organik olarak bağlı şeyler. Koleksiyoncuların bireysel olarak arşivleri vardır ama önemli olan onları toplumla paylaşmak, topluma mal etmek. Arşivi toplumla buluşturmak gerekir. Toplumla iletişim kurması gerekir arşivin.  Bizim de onunla konuşmamız gerekir… 

Arşivin de aynı zamanda bir bellek ve bellek kurucusu olduğunu yeniden anımsatmak isterim, bu nedenle kolektif bellek oluşturmada çok önemli bir işlevi vardır ve sırf bu nedenle bile koleksiyoncuların, sahafların tekelinden çıkarılıp toplumla buluşturulması gerekir. . 

Bizim bir işlevimiz de merak uyandırmak olmalı diye düşünüyorum. Müzede izleksel ve geçici sergiler olsun istiyoruz. Belirli bir olaya, olguya ya da konuya analitik bakan, ziyaretçiyi kışkırtan etkinlikler… 

Örneğin, tiyatromuzda son derece yetkin sahne tasarımcılarımız var. Neden bunların kimi ortak ya da farklı yanlarından yola çıkarak bir sergi açılmasın? Ya da yönetmenlerin reji notlarından, metin üzerinde çalışmalarından? Tanıklıklar, konferanslar, yayınlar yapılmasın? Ya da neden geleneksel tiyatromuzun belirli tiplemelerini ele alan, bunları ve incelenmesi gereken daha birçok özelliğini irdeleyen çalışmalar yapılmasın?

Esen Çamurdan: “Müze Yaşayan Bir Alan Olmalı”

Tiyatronun canlılığını, yaşıyor oluşunu müzeye taşımak istiyorsunuz aslında…

Kesinlikle. O yüzden ülkenin gösteri ruhunu canlandırmak istiyoruz dedim. Eğer bilgi, öğretici ve çatık kaşlı gösterilirse kimsenin ilgisini çekmez, hatta sıkar. O bilgiyi bizim yaşanır, paylaşılır ve merak uyandırır biçimde sunmamız gerekiyor. 

Birçok genç tiyatro topluluğu var günümüzde, onlarla ilgili birçok etkinlik yapılabilir. Biz kuruluşumuzdan hemen sonra sözlü tarih yapmaya başladık. Yalnız tiyatromuza damgasını vurmuş sanatçılarla yani sahne önündekilerle gerçekleştirmiyoruz bu oturumları, sahne arkasını da gün yüzüne çıkarmaya uğraşıyoruz, çünkü onlar tiyatronun gizli kahramanlarıdır. Örneğin yılların gişecisiyle görüştük, ışık uzmanı, sahne amirini konuşturduk. 

Sözlü tarih önemli bir arşivi oluşturur, bugünü yarına bırakır. Bugüne dek 25 kişiyle sözlü tarih yaptık ancak hiçbirini resmi sitemizde yayınlamadık çünkü post prodüksiyon için fon bulmamız gerekiyor. 

Sözlü tarihteki amaç, resmi tarihin dışında sivil tiyatro tarihini oluşturabilmek. Bir de kişilerin kendi kişisel tarihleri açısından tiyatroya bakmaya çalışmak. Bunu çok önemsiyoruz ve özellikle müzede çok yararlı olacağına inanıyoruz. 

Amacımız, ileride, sponsor bulunduğunda, bunları duruma göre, izleksel olarak ya da bir konu, sorun vb. çerçevesinde sitemizde göstermek. Çevrim içi gerçekleştirdiğimiz Ustalar Ustalarını Anlatıyor da özünde bir arşiv çalışması, bugünün ustası kendi ustasını yani dünü dile getirirken biz kaydı yarına bırakmış oluyoruz. 

Aslına bakılırsa gerek yazılı gerekse sözlü arşivimizin, düzenlediğimiz Tarih Konuşmaları benzeri etkinliklerin tümü bir bütünü oluşturmakta ve ortaya bir Türkiye Tiyatrosu olgusu çıkmakta. 

“Eskizler, yazışmalar, reji notları arşivimizin ağırlığını oluşturuyor.”

Evet, bunların bütünü tiyatro tarihimizin arşivini oluşturmakta. Resmi tarih genelde sadece süreçleri, belli başlı olguları verir, olayları sıralar. Resmi tarihin bilerek ya da bilmeyerek atladığı ve/veya merak edilmemiş, unutulmuş olayları, kişileri,  konuları,   izlekleri ortaya çıkarmak da bizim heyecanla üstlendiğimiz bir misyon aslında.  

Şöyle de söyleyebilirim: çabamız; resmi tarih dışında ama ondan da yararlanarak  bir Türkiye’nin tiyatro coğrafyasını olabildiğince oluşturabilmek; boşlukları nasıl doldurabiliriz, nasıl yaşatırız, buna bakıyoruz. 

Metin And, Burhan Arbad, Refik Ahmet Sevengil gibi değerli kişilerin araştırmaları, anı yazıları ve daha birçok kaynak doğaldır ki rehberimiz olmakta, olacak, bizi besleyecekler ancak bir yandan da bunların eleştirel okunmasından yanayım, tiyatromuzda o denli boşluk var ki… 

Örneğin Ermeni Tiyatrosu… Batı tarzı tiyatroyla biz Ermeni tiyatrocular sayesinde tanışıyoruz. Önce İstanbul’a sonra başta İzmir olmak üzere Bursa ve diğer merkezlere yayılıyor. Bunu çok az tarihçimiz yazar veya üstünde durur. Söz konusu durumun ortaya çıkartılması gerekir. Belgelerle, görüntülerle, görsel malzemelerle görünür kılmak gerekir. Biz, fırsat buldukça, bu yönde çalışmalar da yapıyoruz.

Esen Çamurdan: “Müze Yaşayan Bir Alan Olmalı”

Neler yaptınız? Bu bağlamda yaptığınız çalışmalar nasıl tepkiler aldı? 

Örneğin sergi yaptık… Önemli tiyatrocu, arşivci Hagop Ayvaz’ın Hrant Dink Vakfı’nın bünyesinde korunan arşivi titiz bir ekip çalışmasıyla Yapı Kredi Kültür Sanat’ın galerisinde sergilendi, Türkiye Tiyatro Vakfı küratörlüğü üstlendi. Çok ses getirdi söz konusu sergi, süresi uzatıldı, yanılmıyorsam halkın ziyaretine tam sekiz ay açık kaldı. 

Bu sergide, arşivin bize gösterdiği yolu izleyerek Türkiye tiyatrosu tarihindeki kimi boşlukları doldurma, eksikleri bütünleme şansını yakaladık. Türkiye Tiyatro tarihi, özellikle Ermeni tiyatrocuların katkısı bağlamında yeniden ele alınmış gibi oldu. Bunu ben söylemiyorum, yazılan çoğu makaleden alıntı yapıyorum.

Örneğin Viyana’da gerçekleşen bir uluslararası sempozyumun ana ortağı olduk. Afişi şurada… (Duvardaki afişi gösteriyor.) Don Juan Arşiv Viyana düzenledi sempozyumu ve Batı opera ve tiyatrosunun Türkiye opera ve tiyatrosuna katkısı tartışıldı. İlginç bildiriler sunuldu ve kimi noktalara dikkat çekildi, tartışıldı. Bu yıl da biz uluslararası bir sempozyum gerçekleştirdik. Türkiye Yahudi Tiyatrosu üzerine konuşulsun istedik. Bu da onun afişi… (Afiş hemen diğerinin yanında duruyor.)

Esen Çamurdan: “Müze Yaşayan Bir Alan Olmalı”

Bizi de şaşırtan bir biçimde ilgi gördü.  Alanında çok değerli otoriteler geldi. Mekân sponsorumuz Pera Müzesi’ydi. 

Bunlar niye aklıma geldi… Müze kavramından geldi. Benzer etkinlikleri ileride müzemizin yapması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye Ermeni, Rum ve Yahudi toplumunun tiyatrosuyla ilgili daha derin çalışmalar yapılması gerekiyor. Toplumun, tarihini tutarlı ve bütünsel olarak görmek hakkıdır ve ancak böyle bakıldığında  – önce kendimizden başlayarak-  kültürlerin geçirimsiz olmadığı kavrarız. 

Müzenin kendi salonunda bu alandaki çalışmaları toplumla paylaşması, tartışma ortamı yaratması gerekir. Yayın yapması gerekir. Dolayısıyla literatüre de katkıda bulunması gerekir. Ancak bunların uluslararası nitelikte olması çok önemli, kendi içimize kapanmak yerine bizim dışımızdaki bakış açılarıyla tanışıp tartışırsak ancak sağlıklı sonuçlara varırız; daha da ötesi, hep birlikte işi boyutlandırmak gerekiyor. 

Müze denilince öyle kapsamlı ki her şey… Örneğin, müzenin sahnesinin de olmasını isteriz. Belki simgesel bir fiyatla tiyatroculara açılır sahne, çeşitli atölyeler yapılır, drama çalışmaları yapılır. Her şey olası yani. 

Haydi şunu da itiraf edeyim: daha işin başındayken, kurumsal kimlik oluşturulurken biz bunların tümünü planladık, şu anda tümünün logoları hazır… 

“Hayalimiz çok büyük… “

Şuna da dikkat çekmek istiyorum: Çok rahatlıkla yakıp yıktığımız, tiyatro mekânlarının tiyatro kültürü açısından vazgeçilmez olduklarını düşünüyoruz. Müzenin “kutsal” işlerinden biri de bu olmalı. Bir biçimde buna dikkat çekmek gerek… Bunların yıkılmaması için, yakılmaması için… Hele şu zamanda… Bırakın geçmişi… Şimdiye bakın… 

Kenter Tiyatrosu’na ne oldu? Yok. Karaca Tiyatrosu bitmeyen ve ne çıkacağı bilinmez bir onarım içinde. 60’lı yılların tiyatro ruhunun yattığı Küçük Sahne, ki kendi içinde küçük bir müzeydi, ne oldu? O da yok edildi. Anlayacağınız iş başa düşüyor yine, Türkiye Tiyatro Müzesi’nin bir misyonu da bir biçimde bunlara dikkat çekmek, kamuoyu oluşturmak olmalı; başka çare yok. 

Gerçekten de binalar/ mekânlar tiyatro tarihinin tanığıdır, kültürün kuşaktan kuşağa geçmesini sağlarlar. İçlerinde barındırdıkları tiyatro topluluklarının, tiyatrocuların anılarını yaşatırlar, bir tür heykel işlevi görürler yani. 

Düşünsenize; Direklerarası’ndaki ya da Gedikpaşa’daki tiyatro binaları yıkılmasalardı, yanmasalardı ve tiyatroya hizmet etmeyi sürdürselerdi Vezneciler, Beyazıt semtleri böyle mi olurdu?, Abdi Efendi’yi, Naşit’i, Kınar Sıvacıyan’ı, Güllü Agop’u ya da kantocu Peruz’u, Şamram’ı bu denli çabuk unutur muyduk? 

O binalar onları yaşatır aynı zamanda, yalnızca tiyatro topluluklarının değil, oralarda yaşamış, oraları kendine mekân edinmiş gösteri sanatının tarihe geçmiş kişilerinin öykülerini de anlatır bize, günümüze aktarır. Böylece kendiliğinden toplum içinde bir farkındalık oluşur. Tiyatro kültürünün somut tanığıdır binalar.  

Direklerarası’ndan vazgeçtim, Kenter Tiyatrosu’nu korumak demek Kenterleri de yaşatmak, onların sanat anlayışını yarına taşımak demektir. Binalar, kültürün de kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlıyorlar. Öte yandan, kent kültürü öyle soyut bir kavram da değildir. Düşünsenize, her gün bir tiyatro binasının önünden geçmekle adliyenin önünden geçmek farklıdır, ya da bir bakkalın… Bakkalın, adliyenin, tiyatronun göndergeleri farklıdır, sizin içinde yaşadığınız toplumun kültürünün birer parçasını oluştururlar, biri eksik kaldığında siz de eksik kalırsınız. 

Şurası gerçek ki tarihsel dokunun yok edildiği bir kentte/ülkede kültür dokusu da kalmıyor. Bu konuda farkındalık yaratmak gerekiyor. Bunu da yine bu işe değer veren ve de bununla uğraşan kurumlar aracılığıyla olması gerekiyor. Ama ne yazık ki artık basında bile yeterince yer almıyor benzer sorunlar. 

Kısacası resmi tiyatro tarihimizde birçok gedik bulunuyor. Bütün derdimiz hem müze hem vakıf olarak Türkiye Tiyatro tarihinin bütünlenebilmesini sağlamak. Soyut ve somut olarak… Maddi ve manevi olarak… Yani bir yerde tiyatromuzun soy kütüğünü çıkarabilmek için çabalıyoruz. Çünkü hep söylediğim gibi; -bu bizim mottomuz oldu-  “Geçmişi eksik olanın geleceği de eksik kalıyor.” 

Bunu artık her yerde dile getiriyorum. Bir de arşivin işlevini çok güzel tanımlayan bir yaklaşım var ki onu da her fırsatta yineliyorum: “Arşiv, belleğin unuttuğunu bulmaktır.” 

Bu ülkenin belleği zayıf diyorlar, doğrudur ama konuyla ilgili kurumlar yoksa, arşiv tutulmuyorsa ya da eksik tutuluyorsa sağlıklı bir bellek oluşamaz ki… Sen siyasi olarak da kültürel olarak da sanatsal olarak da arşiv tutmazsan o toplum unutur. Bir tek o dönemi yaşayan kuşak anımsar, sonraki unutur gider. 

Şimdiki kuşağın 12 Eylül’ü bilmemesi gibi, Direklerarası’nı hiç bilmediği gibi… Kenter Tiyatrosu’nu da bu gidişle gelecek kuşak bilmeyecek, Küçük Sahne’yi de… 

Bu durumda sen toplumu belleksizlikle suçlayamazsın. Suçlamak kolay da harekete geçmek, yapmak zor. Herkes birbirini suçluyor. Devlet yapmıyor, kapitalist kendi çıkarını düşünüyor. Ve iş bireysel girişimlere kalıyor. Şaka gibi…

Esen Çamurdan: “Müze Yaşayan Bir Alan Olmalı”

Herkesin sürdürülebilirlik elçisi olmak için bir şeyler yaptığı bu dönemde hepimize görev düşüyor tabii… 

Dijital olacak bir projemiz var. Umarım gerçekleşir. Avrupa Birliği’ne doğrudan başvurduk. İstanbul’un tiyatro haritasını çıkartmak istiyoruz. Ucu, başı açık, birkaç kuşak hatta her kuşak için sürdürülebilir bir çalışma bu. Özellikle Batı kültürünün ülkeye gelmesiyle birlikte tiyatro binalar yapılıyor Tanzimat Dönemi’nde. Daha öncesinde Direklerarası vardır, geleneksel tiyatromuz… Çok katmanlı, çok kültürlü, çok dilli, çok boyutlu bir proje olacak bu. 

Hangi dönemleri kapsıyor bu harita?

Dönem olarak ilk aşama 1839 – 1950 arası. İstanbul’daki tiyatro binalarından geriye kalan ya da kalmayanlardan yola çıkarak planladık. Yoğunluğa göre çeşitli bölgeler saptadık,  Beyoğlu, Direklerarası, Üsküdar, Kadıköy gibi beş altı bölge var. Binaların yerlerini belirlerken sosyo-politik, etnografik, demografik yapı, binada yaşayan kişiler, sahne almış topluluklar ve benzeri öğeleri yükleyeceğiz, isteğe göre her tıklayışta bir boyut çıkacak karşınıza. Bu gelmiş geçmiş her türlü tiyatroyu kapsayacak. 

1950 yılında ilk aşamayı sonlandırmayı düşünüyoruz çünkü resmi tarihte pek üstünde durulmamış olan söz konusu zaman dilimi Türkiye tiyatrosunun en parlak yılları olarak tanınan 1960’ları hazırlayan dönemdir. Genç Oyuncular’ın ve absürd tiyatro gibi öncü tiyatro türlerinin ilk kez sahnelendiği dönemdir. 

İkinci aşama 1960’da başlayacak ve kesin olmamakla birlikte 2000’lere kadar geleceğiz. Ve geçen zamanla birlikte takvime yeni kesitler eklenecek. Bizden sonra gelecek olan vakıf ya da müze çalışanları sürdürecek bu işi. Projeyi şimdilik Kadir Has Üniversitesi İstanbul Araştırmaları Merkezi ve Hrant Dink Vakfı’yla yürüteceğiz. Arkasından gereksinime göre yeni kuruluşlar, araştırmacılar katılacak.  Bakalım. Avrupa Birliği bizi beğenirse hemen başlayacağız. (Çok gülüyor burada). 

Bir arşiv paylaşımı olacak tabii bu sayede… 

Tabii, belki de en heyecanlı yanı bu olacak. Diyelim, girdik dijital haritaya, Gedikpaşa Tiyatrosu Güllü Agop dedik. Güllü Agop’tan görseller koyduk. Sonra Ermenistan’dan Kafkasya’dan biri çıkıp bende Güllü Agop’un şöyle bir şeyi var diye yazacak bize. Ya da Viyana’daki tiyatro müzesi de elindeki bir belgeyi paylaşacak bizimle… 

Tam anlamıyla bir kültür alışverişi olacak. Böylece arşiv büyüyecek, sivil, uluslararası birlik sağlanmış olacak… Neden olmasın ki?

Yurt dışındaki tiyatro müzeleri nasıl kuruluyor? Sizin yurt dışındaki tiyatro müzeleriyle ilgili gözlemleriniz nelerdir?

Gözlemlediğim kadarıyla Avrupa’da krallık döneminde; kral, çevresi  ya da bir aristokrat küçük şatosunu koleksiyonuna tahsis ediyor ve orada küçük bir müze oluşuyor. Sonraki dönemlerde bu devletin himayesine giriyor, koleksiyon zenginleşiyor. Bizde böyle bir şey yok… 

Osmanlı, kendi içinde kültür sanata meraklı, en fazla saray tiyatrosu yapılıyor Dolmabahçe’de ama o da kısa ömürlü oluyor. Bir de Yıldız’daki küçük tiyatro var. Muzıka-i Hümâyun kurulmuş ama o da sarayın sınırları içinde… Topluma açılma diye bir şey yok yani. En fazla Batı tiyatrosunu seven padişahlar sponsor oluyorlar o kadar. 

Bir de şu var tabii… Yurt dışındaki tiyatro müzelerinin tümü devlet destekli. Ama bizim gibi ülkelere bakınca da devletin yapmadığını da özeller yapmaya çalışıyor, onlar da yapmayınca iş bize kalıyor; AB’nin eline bakıyoruz. Ama,dediğim gibi, pes etmek yok! Yapacağız. 

Epey de yol kat etmişsiniz aslında. Müzeyi oluşturmuşsunuz. Harita projeleri, arşivler, sözlü tarihler… 

Türkiye’deki tüm dijital kitaplıkları taradık ve Türkiye tiyatrosuyla ilgili çalışmaları kayıt altına aldık. Aradan iki yıl geçtiği için bunları yeniden elden geçiriyoruz sonra sıra  dijital olmayan kitaplıklara gelecek, ardından müzeler, özel koleksiyonlar vb.

Ben bugün sizinle adeta Türkiye’nin Tiyatro Müzesi’nin içine girdim, gezdim, dolaştım. Umarım yakın zamanda her yerden alacağınız destekle müzemizin kapılarını açar ve herkesi orada ağırlama şansını yaklarız. Bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için ayrıca teşekkür ediyoruz.