Küratörlüğü M. Gülben Çapan tarafından üstlenilen Seni Sevmeyen Ölsün başlıklı sergi, Anna Laudel’de sanatseverlerle buluşuyor. Sekiz farklı sanatçının işlerine yer verilen seçkide Anıl Can, Ardan Özmenoğlu, CANAN, Cansu Yıldıran, Haluk Çobanoğlu, Rasim Aksan, Tuğberk Selçuk ve Yasemin Özcan’ın işleriyle karşılaşıyoruz. 10 Eylül 2023 tarihine kadar galerinin Kazancı Yokuşu’ndaki mekanında görülebilecek olan gösteri, bir dönem Türkiye’yi kasıp kavuran arabesk kültürüne ve bu kültürün en popüler yaratımlarından biri olan arabesk müziğe odaklanıyor.
‘’Dolmuş Müziği’’
‘’Bir dönem’’ dediğime de bakmayın… Öyle ki arabesk kültürü, Türkiye’nin 150 yıllık batılılaşma serüveninin bir nüshası. Üstelik arabesk kültürünün ve bu kültürün müziğinin son yıllarda farklı bir anlayışla yeniden yükselişe geçtiğini söyleyebiliriz.
Her ne kadar müzik tarihçilerine göre arabesk müzik 1940’lı yıllara dayandırılsa da toplumsal olarak gündeme gelişi 1960’larda başlıyor. Zülfü Livaneli o yılların Ankara’sını şu sözlerle anlatıyor;
‘’(…) Bir öğleden sonra, bu dolmuşlardan birinde şoförün önündeki aygıta kırkbeşlik bir plak soktuğunu gördüm. Boğuk ve pek alışık olmadığımız bir feryat başladı. Bu müziğe pek anlam veremedim. Sevmedim de zaten. Ama gün geçtikçe dolmuşlarda bu müzik tarzına daha sık rastlar oldum. Anadolu‘dan Ankara‘ya gelmiş olan şoförler, bu havayı pek sevmişlerdi. Bir süre sonra bu tarz dolmuşlarda o kadar yaygınlaştı ki adına “Dolmuş müziği” denmeye başlandı.’’
Livaneli’ye göre Ankara’da dolmuşlar minibüslere dönüşecek, şehrin varoşlarında gecekondular arttıkça minibüsler de çoğalacak ve arabeskin ‘’feryatları’’ çok daha yüksek sesle duyulur olacaktı.
60’lardan bu yana kente yönelik göçler çoğu zaman kitlesel olarak devam ediyor. Cumhuriyet’in en önemli söylemlerinden biri olan fırsat eşitliğine inanan insanlar; kentlerden dinledikleri, gördükleri hikayelerin birer kahramanı olmak istiyorlar. Bu durum pek çok zaman kırsalın yaşama imkan tanımamasıyla bir zorunluluk haline dönüşüyor. Fakat büyük şehirlerin kimseye kucak açtığı yok. Öyle ki çoğu zaman içine bile almaz, varoşlarıyla yetindirir ve ‘’Sen mi büyüksün ben mi?’’ diyenlere de hızlıca büyüklüğünü ispatlar.
Geçim sıkıntısı ve hayal kırıklığı içerisinde yaşam mücadelesi veren bu insanların yardımına bazı ‘’babalar’’, ‘’krallar’’, ‘’imparatorlar’’ koşar. Bu insanlar yalnızca onların derdini onların dilleriyle anlatmakla kalmazlar. Aynı zamanda başarmışlardır da… Artık karşılarında sadece onlardan birileri değil birer rol model de vardır. Duvarlara posterler asılacak, kasetler alınacak ve otomobilin teybi son ses açılıp turlanacaktır… Hatta bu idollerden birisi bir suça karışacak olsa, ‘’Kraldır, yapar.’’ denilecektir. Daha sonra kabul görmek için uğraşmayacak olan arabesk kültür bu noktada reddetmenin değil, reddedilmişliğin bir isyanıdır.
Fakat olan biten müesses nizamın hoşuna gitmez. Onlara göre arabesk, şarkçılık ve bir tür gericiliktir. Batılılaşma serüveninde bir engel ve totaliter tavrın insan hayatına uygun bulmadığı bir moda… Akla gelen ilk seçenek tercih edilir; yasaklamak…
TRT’ye göre herkes hiç değilse Türk Halk Müziği yahut Hafif Türk Müziği dinlemelidir. Pek çok açıdan vitrinindeki en parlak şey olsa da arabesk kültürün yalnızca bir sonucu olan arabesk müzik yasaklanarak bu kültürün üstesinden gelineceğine inanılır. Yani ne arabeskin geniş sosyolojik bir mesele olduğu kavranabilmiş ne de yasakların fayda etmeyeceği anlaşılabilmiştir. Yasakların uzun süremediği gibi bugün bile arabesk müzik fazlasıyla popüler. Öyle ki Spotify verilerine göre 2019’dan 2022’ye kadar dinlenmeler tam dört kat artmış. Üstelik dinleyenlerin büyük bir çoğunluğunu 18-24 yaş arasındaki kullanıcılar oluşturuyor. En fazla dinlenen sanatçı da Müslüm Gürses imiş. Vefatına kadar Müslüm Gürses dinlemenin hiç değilse kendi çevremde pek de hoş karşılanmadığını hatırlıyorum. Buna karşın vefatından sonra ‘’Müslüm Baba ya!’’ diyenlerin sayısında kayda değer bir artış gördüm. Kör ölür badem gözlü olur derler ya… Biraz da o hesap…
Arabesk Bir Marka…
Şahsi kanaatim sorulacak olursa ne arabesk müziği ne de arabesk kültürün önerdiği yaşam tarzını pek beğenmem. Fakat yasakçılık yanlısı değilim tabii. Bu kültür ile mücadele etmek isteniyorsa insanlara daha iyi seçenekler sunmaktan başka çare yok. Hatta fikrimce arabesk müzik kültürel bir meta olarak Türkiye’nin sahip olduğu en potansiyelli ihracat kalemlerinden birisidir. Nitekim arabesk müzik, Türkiye’nin büyük oranda tanımlayıcısı olan doğu-batı dualitesini hem söylem hem de teknik olarak üzerinde taşıyan doğal bir sonuç ve bir tür prototiptir. Aynı zamanda primitif değil; aksine çoksesli, kompleks yapılı bir müzik ve doğudan batıya pek çok enstrümanı barındırabilmesi yönüyle de evrenselleşme becerisine sahiptir. Belki de bunun üzerine biraz düşünülmeli…
Seni Sevmeyen Ölsün sergisi ilk bakışta bir güzelleme intibası uyandırsa da deneyimledikçe çok başarılı bir durum tespiti olduğu anlaşılıyor. Gösteri; arabesk idollerine olan bakışı, arabesk kültürün toplum yaşantısının her noktasına ne denli sirayet ettiğini ve bu kültürün insana yaşattığı ruh halini çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Ayrıca seçkide yalnızca sergide yer alan işleriyle değil, tüm üretimlerinde arabesk bir tonun seçilebildiği CANAN ve Ardan Özmenoğlu gibi isimlerle karşılaşmak, Gülben Çapan’ın küratöryel başarısını görünür kılmaya yetiyor.
Kapak Fotoğrafı: Seni Sevmeyen Ölsün Sergisi, Anna Laudel, Fotoğraf: Hadiye Cangökçe