‘’Yılanı Öldürseler’’ Böyle Olmazdı

‘’Yılanı Öldürseler’’ Böyle Olmazdı

Bu incelemede belki de tarihte Türkçe ile yazan en büyük hikaye anlatıcısı olan ve klasik Türk romancılığının en yüksek eserlerini vermiş Yaşar Kemal’in kaleme aldığı Yılanı Öldürseler romanına atıflarda bulunacağız. Fakat daha ziyade 1981 yılında aynı isimle gösterime giren ve rejisör koltuğunda Türkan Şoray’ın oturduğu film üzerinden ilerlemek hevesindeyim.

Film, Yaşar Kemal’in doğduğu Osmaniye’nin Hemite Köyü’nde ve pek çok sahnede gördüğümüz Anavarza Kayalıkları’nda geçer. Türkan Şoray’ın canlandırdığı Esme, köyün bıçkın delikanlısı Abbas’a (Mahmut Cevher) aşıktır. Fakat aşıklar kavuşamadan Abbas birisini vurur ve hapse girer. Bu esnada Esme’yi köyün ağası Halil (Ahmet Mekin) ile evlendirirler. Yıllar geçer ve çiftin Hasan isminde bir oğulları olur. Bir gün Abbas hapisten çıkıp köye döner ve Anavarza’da gizlice Esme ile buluşur. Her ne kadar Esme’nin de gönlü hala Abbas’ta olsa da artık evli ve çocuk sahibi olduğu için onu reddeder. Lakin Abbas buna razı gelecek değildir. Akşam yemek yerlerken pencereden ateş ederek Hasan’ın gözleri önünde Halil’i öldürür ve Esme’yi kaçırır. Fakat kaçak hayatları hiç uzun sürmez. Abbas vurulur ve cesedi köyün meydanına bırakılır. Halil de Abbas da artık ölmüştür. Ama hikaye buradan sonra başlar. Çünkü Esme’nin varlığı herkese dert olur.

Abbas’ın cesedi köyün meydanına bırakıldığında film boyunca farklı varyasyonları ile duyacağımız, bir yönü ile bir güzelleme ve bir yönü ile de bir lanetin rivayeti olan şu cümleler söylenir;

‘’Kim dokunursa ölür Esme’ye. Çünkü dünya güzelidir Esme.’’

Sanırım her şeyden önce şu tespiti yapmak gerekiyor ki Yılanı Öldürseler, ustaca modernize edilmiş ve romana uyarlanmış bir tragedyadır. Bu sebeple tragedyalara has imaj ve anlatılara film boyunca da rastlarız. Örneğin Sofokles’in Antigone’sinde Kral, Thebai’ye ihanet ettiği gerekçesi ile Polyneikes’in gömülmesini yasaklar. Fakat Antigone erkek kardeşini gizlice gömer. Aynı şekilde köyün meydanına bırakılan Abbas’ın gömülmesi dile getirilmemiş bir kanunla yasaktır. Fakat Esme gece Abbas’ı yıkar, gömer ve sabah Halil’in cenazesinin ağıtlar eşliğinde taşınışını Abbas’ın mezarının başında uzaktan izler. Bu noktadan sonra incelemeyi, Esme karakterinin bir alegori olarak aynı kaynaktan doğan iki farklı okuması üzerinden şekillendireceğim.

Kadın Olan Esme

‘’Yılanı Öldürseler’’ Böyle Olmazdı

Esme, oğlu Hasan ile toprağı işlemeye başlar. Fakat bir yandan da ‘’kader’’ ağlarını örüyordur. Aliye Rona’nın büyüleyici oyunculuğu ile vücut bulan Halil’in annesi, bütün yaşananların müsebbibi olarak Esme’yi görür ve başta Hasan olmak üzere herkesi ona karşı kışkırtır. 

Henüz dokuz yaşında olan Hasan’dan ataerkil toplumun beklentilerine uygun bir ‘’erkek’’ inşa edilmeye çalışılır. Önce Adana’dan kösele pabuçları ve Kozan’dan sekosu ile kasketi gelir. Daha sonra amcası tarafından bir silah ve at hediye edilir. Bu esnada da babasının kanını temizlemesi için telkinlere maruz kalır. Tabii tek seçenekleri Hasan değildir.

Esme’nin öldürülmesi için önce en küçük amca Ali görevlendirilir. Fakat Esme’nin güzelliğine kıyamayan Ali köyden kaçar. Her şeye rağmen annesine büyük bir sevgi ile bağlı olan Hasan’ın iknası devam ederken hızlıca bir ‘’hortlak’’ söylentisi yayılır. Babasının mezarında rahat olmadığı için hortladığı yalanı, Hasan’ın etrafını büsbütün sarar.

Hasan babası ile barışabilmek için annesinin oğlu olmaktan vazgeçmelidir. Yunan tragedyalarında da sıklıkla gördüğümüz bu desen, 2500 yıldır bu topraklar üzerinde hiçbir şeyin değişmediğini çarpıcı bir şekilde görünür kılar. Halihazırda hem Halil hem de Abbas ölmüştür. Fakat asla yaşamak, bir kadının yanına kar kalamaz…

Hasan giderek içine düştüğü dilemmanın gölgesinde sıkışır. Öyle ki bir gün eve gelir ve annesini yıkanırken görür. Hasan annesini seyrederken onu Abbas ile sevişirken hayal eder. Artık dönüşü olmayan bir yola girilmiştir ve nihayetinde Hasan annesini öldürür. Ekran kararırken Hasan’ın bağırışlarını işitiriz;

‘’Ben öldürmedim!’’

Doğa Olan Esme

‘’Yılanı Öldürseler’’ Böyle Olmazdı

Film boyunca Esme’nin köyün realitesinden kopuk bir varlığının olduğunu hissederiz. Sahip olduğu uhrevi aura ile sanki oranın insanlarından biri değildir. Çoğu zaman kendi adına konuşmaz bile… 

Esme’ye insanüstü yakıştırmalar yapılır. Hatta sözgelimi onu biraz seyreden doğrudan cennete girecek ve Esme’ye dokunan mutlaka cezasını bulacaktır. Sırf bu desenler bile bize Esme’nin alegorik olarak doğa olduğunu söyletebilir. Hem bu hiç de yeni bir fikir olmayacaktır. Nitekim tabiat ile kadının özdeşleştirilmesi kültür tarihinin içinde önemli bir yer tutar.

Kitapta Hasan’ın önceleri Anavarza’da doğa ile fevkalade bir ahenk içerisinde koşup oynadığını görürüz. Filmde de bu sahnelere az da olsa yer verilmiştir. Fakat daha sonra Hasan’ın iç gerilimi gittikçe artar ve bir noktada annesine uygulayamadığı şiddeti onun eşdeğeri olan doğaya yöneltir. Filmin bu sekansında Hasan’ı çiçekleri koparıp karıncaları ezerken, yumurtaları kırıp kuşları boğazlarken ve hatta evleri, tarlaları kundaklarken görürüz.

Hasan annesini öldürerek babası ile barışmıştır artık. Film burada bitiyor olsa da roman devam eder ve Yaşar Kemal’in yaşananlara karşı ahlaki konumlanışını da burada görürüz. 

Hasan, işlediği cinayetten sonra hapse atılır ve burada büyür. Hapisten sonra Çukurova’ya yerleşir ve burada evlenir. Artık Hasan zengin bir toprak ağası olmuştur. Peki, mutlu mudur?

Hayır…

Kitabın son cümlesinde Hasan şöyle söyler;

‘’Baharda portakal çiçekleri öyle bir kokarmış ki, kokularından insan sarhoş olurmuş.’’

Hasan, ataerkil düzenin ondan istediği gibi ‘’babasının oğlu’’ ve kapitalizmin ondan istediği gibi ‘’toprağın ağası’’ olmuştur. Fakat tüm istenilenleri yapmasına rağmen geçmişe büyük bir özlem içerisindedir. Çünkü artık ne bir annesi vardır ne çocuktur ne de araçsallaştırdığı doğanın bir parçasıdır.

Hasan, kadını ve doğayı terbiye etmeye ve boyunduruk altına almaya çalışan tüm insanlar gibi portakal çiçeklerinin insanı kokularıyla sarhoş ettiği ‘’cennetten’’ kovulmuştur.

Peki, ya sizce Esme’yi değil de; kadının sesini çalan ataerkil hukuku ve doğa sömürüsünü meşru kılan kapitalizmi,

Yani yılanı öldürseler…

Nasıl olurdu?