“Ya Şu NFT’ye Nasıl Gireriz!?” | ha:ar Röportajı

“Ya Şu NFT’ye Nasıl Gireriz!?” | ha:ar Röportajı

Güncelleme Tarihi: 17 Ocak 2022

Heykeltıraş Hande Şekerciler ve yeni medya sanatçısı Arda Yalkın’ın, klasik sanat anlayışı ve yeni teknolojiler füzyonunu vadeden sanatçı ikilisi ha:ar ile kıymetli fikirlerini bizimle paylaştıkları bir söyleşi gerçekleştirdik.

Lafı fazla uzatmadan NFT ve sanat piyasası gibi konuları konuştuğumuz bu keyifli röportaj ile sizleri başbaşa bırakıyoruz.

NFT ve Blockchain teknolojisinin, bir üretim yöntemi ve medyumu olarak sanatsal söylevinize bir kapı açtığını düşünüyor musunuz? Yoksa bu sizin için pek çok seçenek arasından yalnızca bir tanesi mi?

Hande: Biz NFT/Kripto sanatçı gibi kavramların içi boş birer pazarlama yöntemi olarak üretilen sıfatlar olduğunu düşünüyoruz. Sanatçı sanatçıdır. Ürettiklerini hangi kanalla sattığı/paylaştığı onun macerasındaki belirleyici unsur olamaz bana sorarsanız. Bu bağlamdan bakarsak bizim için araçlardan biri olduğunu söylemek yeterli olacak sanırım. Biz NFT için özel bir iş üretmiyoruz. Eserlerimiz genelde üç edisyon oluyor. Normalde sanatçı edisyonu olarak da bir edisyon yapıyorduk. Şimdi onu NFT olarak üretiyoruz.

Arda: NFT bir ekonomik model ve medyum. Bütün hayal gücümü ve enerjimi tek bir medyuma yöneltmek istemem açıkçası. Sadece bizim için değil dünya standartlarında da iyi sayılabilecek satışlar yapıp iyi koleksiyonerlerle ilişkiye girmemize rağmen asla önceliğimiz olmadı. Özellikle kendimizi kaptırmamak için zorladık bile diyebilirim.

Hande Şekerciler ha:ar Röportajı
Hande Şekerciler

NFT’nin pek çok imkanının yanı sıra tabiri caizse oldukça karlı bir pazar olduğu yönünde bir algı var. Bunu sanatçı ve sanat piyasası dengeleri açısından ekonomik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hande: Böyle düşünülmesinin sebebi sanırım tüm alışverişin şeffaf bir şekilde ortada olması ve fiziksel sanat dünyasının aksine NFT eser satışlarında öne çıkarılan noktanın eser fiyatları olması. Bir de normalde bir sanatçının eserlerinin değeri, yıllar içerisinde sanatçının istikrarı ve kariyerinin gelişimi doğrultusunda artar ya da azalır. Bu mecrada ise her şey çok hızlı olup bitiyor ve yaratılan hype’la çok ilintili. Tabii fiziksel dünyada tanınan ciddi sanatçılar ve kolektifler işin içine daha çok dahil oldukça bu durum nispeten değişiyor. Ama şu andaki bu algını sebebi bunlar sanırım.

Arda rakamları verir belki ama her ne kadar sürekli yüksek rakamlı satışlardan bahsedilse de üretilen işlerin çoğu satılmıyor bile. Buna karşılık sisteme işlerini sokabilmek için sanatçılar çok yüksek gas fee’ler ödeyebiliyorlar. Ama aynı oranda kazançları olmuyor. Çok az sanatçı sosyal medyada ya da ana akım medyada gördüğünüz rakamlara ve satış oranlarına ulaşıyor.

Arda: The Guardian’a göre 2021 yılındaki toplam NFT satışı 22 Milyar USD civarında ve yukarıya doğu ivmelenmeye devam ediyor. Bu ticari hareketi, tamamen sanat aşkına bağlamak biraz naiflik olur. Tanıdığım sanatla alakalı/alakasız neredeyse herkes, NFT dünyasına girip bir şeyler kazanmanın peşinde. Şimdilerde biraz azalsa da geçtiğimiz sene neredeyse her gün başka bir sanatçıdan “Ya şu NFT’ye nasıl gireriz?” konulu telefonlar alıyordum. Yukarıdaki soruya benim cevabım “Hayır” olur. Bu kadar yüksek miktarda para dönen hiçbir yer demokratik olamaz. Biraz bu konudaki subjektif fikirlerimi anlatayım.

NFT dünyasında ilk var olanlar hareketli grafik tasarımı yapan ve kendi alanlarında çok tanınan yaratıcı profesyoneller. Sizler Beeple adını (Gerçek adı Mike Winkelmann olan Beeple’ın “Everydays – The First 5000 days” adlı eserin satış fiyatı 69.3 Milyon USD ile dijital sanat eserleri arasında rekor olarak tarihe geçti) ilk kez geçen aylarda duydunuz. Ama ben Twitter’a ilk kaydolduğum +10 sene öncesinden beri her gün ürettiği her işi gördüm. Katıldığı her Cinema4d (bir 3d yazılımı) sunumunu izlemiş olabilirim. Gmunk ve doksanların MTV estetiğini yaratan diğerleri bugün bildiğimiz popüler görsel dil üzerinde Andy Warhol kadar etkili oldular. Bu insanlar, kabul görmedikleri konvansiyonel sanat piyasasına alternatif yeni bir mecra yarattılar. Bu konuda onlara haksızlık etmek istemem ama işin çılgınlık boyutuna gelmesinin sebeplerinden en önemlisi tabii ki kripto para tüccarlarının inanılmaz manipülasyonu. Bored Ape Yacht Club ya da Crypto Punks gibi sanattan ziyade koleksiyon nesneleri olan seriler, Beeple, XCopy, Refik Anadol gibi çok satan sanatçılar ve Murat Pak gibi proje üreticileri, toplam satışların çok büyük bir kısmını ellerinde tutuyorlar. Pak’ın bu sene market hacminin 250 milyon USD’lik bir kısmını tek başına kazandığını hesapladım. Yani evinde oturup NFT üreten herkesin bu pastadan eşit pay aldığını düşünmeyin.

Buradaki manipülasyon (bazıları iş modeli diyorlar ama değil) ekosistemini ikiye ayırabiliriz. 

İlki; büyük yatırımcıların veya yatırımcı gruplarının toplu şekilde alımlarla piyasada fiyat yükselişi ve heyecan yaratarak bir sanatçı ya da seriye sahip olunduğunda mutlaka kar edileceği yönünde bir inanç yaratmak. Bu aşağıya yayıldıkça FOMO’yu (ing. Fear of missing out / Ya fırsatı kaçırıyorsam) tetikliyor. Sosyal medyada “Şu kadara şunu almış, 3 ayda dolar bazında x4 yapmış.” gibi başarı öyküleri yayıldıkça insanların NFT’ye ve özellikle hakkında bu söylemler yayılan projelere karşı iştahı kabarıyor. Bu nedenle bizimki gibi dar gelirli, az eğitimli ve nüfusunun çoğunluğu kısa yoldan köşeyi dönmeye meraklı ülkelerde blockchain ve NFT’lere tahmin edebileceğinizden çok daha büyük paralar akıtılıyor. 

İkinci ayak ise büyük borsaların NFT pazaryerlerinin ve kripto para birimlerinin kendi birimlerinden kaynakları kullanarak ya da dağıtarak (Airdrop) pazarda satış volümü yaratması ile gerçekleşiyor. Çünkü markette hareketlilik arttıkça sanatçıların NFT üretme iştahı ve transfer sayıları yükseliyor. Yeni pazar yerleri ve yeni platformlar açılıyor. Akla hayale gelmedik dijital varlıklar NFT olarak piyasaya çıkıyor. Kripto paralar ve borsalar daha da işlev kazanıyorlar. Bunlar da bu aktörlere çok büyük miktarda para olarak geri dönüyor.

Tabii bir de masum koleksiyoner ve sanatçılar var. Burada bazı rakamlar vermek istiyorum:

Önce cinsiyet eşitsizliği… Coindesk’e göre NFT’den elde edilen gelirin %77’si erkek yaratıcılara, %5’i kadınlara gidiyor. %18’in ise cinsiyeti bilinmiyor. Artnet’e göre birincil satışların (doğrudan sanatçıdan koleksiyonere) sadece %2,5’i 700 USD ve üzerinde. %33,6’sı 100 USD ve altında. Kalan tüm satışlar aradaki rakamlara yapılıyor. Bu demektir ki satışların çoğundan sanatçılara anlamlı bir şey kalmıyor. İkiden fazla NFT satışı yapabilen sanatçılar tüm marketin sadece %2 sini oluşturuyor.

Yanlış anlaşılmasın. Ben de bu gerçekleri görerek ve bilerek NFT üretiyorum çünkü Blockchain teknolojisinin dünyanın değişiminde önemli bir etkisi olacağına inanıyorum. Elbette bu dünyanın sağladığı maddi getiri ve imkanları göz ardı edecek değilim. Ama beni esas heyecanlandıran şey; AR, VR, Metaverse gibi kavramlar hayatımıza girdikçe veri aktarımı, depolama ve sinyal işleme hızları arttıkça ve biyoteknoloji alanındaki gelişmeler ile kendi vücudumuza, algılarımıza müdahale imkanları geliştikçe bildiğimiz anlamda gerçek algımızın da değişecek olması. Ben, sanatın teknoloji ile beraber hiç olmadığı bir formata, insanın tüm bedeni ve algılarıyla dahil olduğu bir tür deneyime evrileceğine inanıyorum. NFT’lerin telif hakları sorununa da sanatçıların lehine bir çözüm olacağına inanıyorum. 

Şu anda sanatçılar, fiziksel eserlerinin ikinci el satışlarından neredeyse hiçbir zaman para kazanamıyorlar. Stream ettiğiniz bir müzikten sanatçının payına %1’den daha az düşüyor. Blockchain sertifikasyonu tüm bu sorunlara çözüm olacak şekilde evrilecektir. Teknoloji geliştikçe NFT’lerin farklı kullanım alanları bulunacak ve bir sertifikasyon formatı olduğu kadar bir medyum olarak öne çıkacaktır. Başka bir formatta deneyimlenemeyecek türden eserler göreceğiz diye tahmin ediyorum.

Arda Yalkın ha:ar Röportajı
Arda Yalkın

Yeni medya sanatı, insan zihni hariç tükenebilen bir kaynağa ihtiyaç duymadan üretilebilme ihtimaline sahip. Biz de PlumeMag olarak sürdürülebilir yaşam trendleri merkezli bir platform olduğumuz için bunu fazlasıyla önemsiyoruz. Bu üretim biçiminin sürdürülebilirliği ve çevre ilişkisi noktasında ne söylemek istersiniz?

Hande: Açıkçası “…tükenebilen bir kaynağa ihtiyaç duymadan üretilebilen” derken neyi kast ettiğinizi tam anlamadım. Yeni medya çoğunlukla elektriğe ihtiyaç duyuyor mesela ki bu da günümüz şartlarında su kaynaklarının durumuna bakarsak hayli tükenebilir bir kaynak. Ya da kullandığımız bilgisayar üretiminde kullanılan çipleri ele alalım. Özellikle pandemi ile beraber dünya çapında bir çip krizi yaşanıyor. Elektroniklerde kullanılan değerli madenler bir gün tükenecek. Böyle uzar gider tükenebilen kaynaklarımız. 

İşin sürdürülebilirliğinin şu andaki kurulu düzenle olan imkansızlığı bir yana zaten dünya kaynaklarını istediğimiz şehirli yaşamı kurmak için öyle bir hızla sömürüyoruz ki zaten neredeyse medeniyetin sonu gelmek üzere. İnsanoğlu olarak virüs gibiyiz bence. Sadece kendi rahatımız ve arzularımız doğrultusunda başka hiçbir canlıyı -buna diğer insanlar dahil- umursamadan kendi yaşam döngümüzü tamamlama güdüsündeyiz. Hal böyleyken ürettiğimiz sanat formları ne kadar çevreci ve düşünceli olur bilemiyorum. 

Mesela aşırı çevreci fikirlerin gündeme geldiği dev sanat fuarlarına gitmek için dünya sepet karbon ayak izi üretiyoruz. Kripto paraların yarattığı karbon salınımından dem vuran sanatçılar iş kendilerine gelince dev prodüksiyonlu ve bol karbon salınımlı enstalasyonlar yapmaktan çekinmiyor. Kendimizi de bunlardan aza tuttuğum düşünülmesin. Biz de yıl içinde pandemiye rağmen sergiler, fuarlar ve sanatçı misafir programları için bolca uçak kullanıyoruz,. Render süreçlerimiz uzun ve bolca elektrik tüketiyoruz. Bronz döküm sürecinde ise yine bolca elektrik ve maden tüketiliyor. Yine de insan olarak biz de hepimiz gibi garip bir çelişkiyle en azından kişisel yaşamımızda şişeleri, plastikleri ayırıyor, mümkün mertebe yürüyerek ya da toplu taşımayı kullanarak zararı düşürmeye çalışıyoruz.

Arda: Nedense hepimizin diğer herkesi eleştirirken kendi yaptığımız tüketimi ulvi bir amaca giderken oluşan “Collateral Damage” olarak görmek gibi bir huyumuz var. Yine de şu bir gerçek; korporatizmin en iyi becerdiği şey, şirketlerin ve endüstrileşmenin sonuçlarından ve dertlerinden tüm toplumun sorumlu olduğuna inandırmak. Kaynakların kirlenmesinden ve tükenmesinden çoğunlukla bireylerin değil dev şirketlerin sorumlu olduğunu, esas savaşın onlara karşı verilmesi gerektiğini anladığımızda bir şeyler değişecek. 

Ekran kartımın tükettiği 170W elektriğe karşı görgüsüz, saygısız bir zenginin 1000 beygir gücünde yatıyla denizde parti vermesi aynı şey değil. Özellikle plastik sanatların çevre konusunda söyleyebileceği anlamlı ve hedefe yönelik bir söz olduğuna da inanmakta güçlük çekiyorum. Çünkü sanat dünyasını bu yatlarla gezen insanlar yönetiyor çoğunlukla. Hepimiz onların izin verdiği ölçüde çevreci ya da aktivistiz.

Contemporary İstanbul’un 16. edisyonunda ha:ar olarak hem sanatçılar hem de sanatseverler tarafından büyük bir ilgi gördüğünüzü gözlemleme fırsatım oldu. CI’16 sizin açınızdan nasıl bir deneyimdi?

Hande: Bizim için Venedik’ten sonra şehrin tarihi dokusuyla iç içe ve Haliç’e nazır bir sergileme yapmak büyüleyici oldu. Geçmişten bir sahnenin dekoru gibi olan Venedik şehri ile tarihi yapıların denize açılan devasa kapıları, camları sergiler sırasında nefis bir espas yaratıyor. Çağdaş eserler için de onları daha da öne çıkaran bir kontrast yaratıyor. CI’nın 16. edisyonu sayesinde bütün bunlara evimizde de sahip olduğumuzu hatırladık. Tarihi dokuyla yarattığımız kontrast eserlerin daha da öne çıkmasını sağladı. İzleyici açısından da sizin de gözlemlediğiniz gibi oldukça etkileyice bir deneyim oldu. Biz de çok memnun kaldık ve gelecek edisyonu heyecanla bekliyoruz.

Pulse: Electric Mannerism başlıklı seriniz, Contemporary İstanbul’un ardından yeni çalışmalar ile beraber JD Malat Gallery ile Londra’ya taşınıyor. Bu yeni macera hakkındaki hislerinizi bizlerle paylaşabilir misiniz?

Hande: Londra, sanat dünyasındaki en önemli merkezlerden biri. Tabii ki heyecanımız çok başka. Bir yandan da sergiyle aynı isimli bir kitap çıkarmanın neşesini yaşıyoruz. Harika bir ekiple çalıştık. Süreyyya Evren, işlerimizle çok güzel konuşan nefis bir hipertext yazdı. 

Editörümüz Sena Danışman, az zamanda büyük işler başararak tertemiz bir yayın ortaya koydu. Naci Güneş Güven, ince dokunuşlarıyla çok keyif aldığımız bir tasarım yaptı. Naz Beşcan ise incelikli çevirisiyle özellikle Süreyyya’nın oyunbaz metinlerinin altından başarıyla kalktı. Hem serginin hem de bu kitabın izleyicilerle buluşacağı günü iple çekiyoruz.

Arda: Yaratıcı insanlar için en büyük handikap, hayal ettiği ile ortaya çıkan arasındaki uçurum bence. Aradaki farkın teknik yetersizliklerden maddi imkansızlıklara hatta tembelliğe ya da şanssızlığa kadar birçok sebebi var. Geçtiğimiz iki senede biz bu uçurumu nasıl aşarız diye düşündük. Sanırım bir noktaya kadar başarılı da olduk. Elbette hala bir sürü hayalimiz ve çok az kaynağımız var ama yılmıyoruz. Çünkü sonuçları gittiğimiz her yerde görmeye başladık. Londra bu yolda attığımız adımlardan birisi. Bu sefer tek başımıza değiliz tabii. Çok deneyimli ve profesyonel bir ekiple çalışıyoruz. Galeri, ilk kez dijital tabanlı işler sergilemesine rağmen hiç yabancılık çekmedik. Sergi bugün açılıyor. Sonucu hep beraber göreceğiz.

Kapak Fotoğrafı: ha:ar