Güncelleme Tarihi: 18 Ağustos 2023
Hızlı modaya ters bir tepkinin oluşacağını ve bu yönde hız kaybı yaşanacağını ön görüyorum.
Her geçen gün daha da fazla konuşulan ve dünyanın önde gelen sorumlu markaları tarafından uygulamaya geçen ‘’Sürdürülebilir Moda’’ akımının Türkiye’deki öncülerinden Tuba Ergin ile Koronavirüs dönemindeki deneyimleri, modanın bugünü ve geleceği hakkında çok keyifli ve zihin açıcı bir sohbet gerçekleştirdik.
2010 yılında ekolojik, geri ve ileri dönüşümlü ürünlerden oluşan, moda farkındalığı yüksek bir marka olan G.O.D.D.’u kurduğundan bu yana modaya doğaya saygılı bir bakış açışıyla yaklaşan genç moda tasarımcısının bir anne, bir birey ve bir tasarımcı olarak samimi görüşlerini paylaştığı sohbetimiz umarız tüm markalara ilham verir.
Öncelikle bir anne, bir tasarımcı, bir kadın olarak bu dönem nasıl geçiyor?
Tüm dünya olarak hepimiz zorlu bir süreçten geçiyoruz. Hepimiz adına tedbirlerimizi alıyor, empati sahibi ve medeni bireyler olarak evimizde kalıyor, maksimumda yapılması gerekenleri yerine getiriyoruz. Bunlar hiç birimizin ön göremediği, akılımıza bile gelmeyecek durumlar; ancak bizi biz yapan işlerimiz, ülkemizin ekonomisi, istihdamlar adına da evden çalışma sistemiyle hayatlarımıza devam ediyoruz. İşimin özünde her şeyden önce terzilik, üretim olduğu için ne yazık ki atölyeye gitme imkanım olmuyor ama bu dönemi yeni fikirler geliştirmek, ilerleyen zamana yönelik neler yapılabilir noktasında planlamalar yapmak gibi tamamen işime konsantre bir şekilde değerlendiriyorum.
İki kızım var; Ela ve Tara… Büyük kızım 15 yaşında, diğeri ise 8… Bildiğiniz gibi okullar kapalı ve uzaktan eğitim sistemine geçtik hepimiz… İkisinin de eğitimleri çok farklı; büyük kızım kendi birebir eğitimini takip edebiliyor ancak Tara daha çok küçük olduğu için onun tüm eğitimleri sırasında yanında olarak yardımcı olmaya özen gösteriyorum. Dolayısıyla e-okul saatleri boyunca hep birlikteyiz.
Sabahları her zamanki rutinimizi bozmamaya çok özen gösteriyoruz
Uyanmamız gereken saatte kalkıp, hemen üstümüzü değiştirerek evde okul saatimize hazırlanıyoruz. Akşamları hep beraber sohbetlerimizi yaparak, günümüzü değerlendirdikten sonra ödevlerin ve derslerin üzerinden geçiyoruz. Onları yatırdıktan sonra ben de işlerimi toparlıyorum.
Yeni koleksiyonlara odaklanabiliyor musun?
Gündüzleri uzaktan eğitim sistemine adapte olmaya çalışan kızlarımla, evle ve ofis ile ilgili idari konularla ilgilenmem gerekiyor ama akşam daha rahat çalışabiliyorum. Genel olarak yaratım süreci benim için hep akşam saatleri olmuştur. Herkes çekildikten sonra benim koleksiyon çalışmalarıma konsantre olabileceğim, bölünmeyeceğim ve kolay odaklanabileceğim zaman dilimi başlıyor. Şu dönemde özellikle de 2010 yılında çıkmış olduğum yolun ne kadar doğru olduğunu tekrardan fark ediyorum. Önümüzdeki yıllarda nihai tüketicinin de farkındalığının gittikçe daha çok artacağına inandığım bu alan üzerine yoğunlaşmış bir şekilde 2020-21 sonbahar/kış koleksiyonumu hazırlıyorum. Fırsat buldukça bunun üzerine araştırma yapıp, makaleler okuyorum.
Hayatta her zaman bardağın dolu tarafını görmekten yana oldum.
Şu an içinde bulunduğumuz koşulların bizi hızlandırılmış bir şekilde geleceğe hazırladığını düşünüyorum. Yeni dönemde yaşam şartlarımızın çok farklılaşacağına inanıyorum. Tüm tüketim alışkanlıklarımız ve kendi konum olan moda da bundan payını alacak. Yeni ve güncel yaklaşımlara ihtiyacımız var. Evde geçirdiğim bu süreç bana bunlar üzerine düşünme fırsatı tanıdığı için şükrediyor, yine de en kısa zamanda yaşadığımız salgının kontrol altına alınarak daha fazla insanımızı kaybetmeden bu dönemi geçirebilmeyi ümit ediyorum.
Bu salgından şahsen ve sektör adına aldığın dersler neler?
Şahsi olarak herkes gibi ben de aslında ne kadar şanslı olduğumuzu yeniden hatırlayan ve sahip olduklarımız, sevdiklerimiz, ailemiz, yaşamlarımız için şükredenlerdenim… O kadar koşuşturmalı hayatlarımız var ki bazı değerlerin farkında olsak dahi bunlarla ilgili bir şeyler yapmak adına yeterli vakti ayıramadığımızı böyle zamanlarda daha net anlıyoruz. Bu dönemde ben de tüm diğer insanlar gibi düşünmeye çok vakit buluyorum; bu da birçok şeyi gözden geçirmeme olanak sağlıyor. Odaklanma konusunda da gün içinde çocuklarla ilgilendikten sonra kendi işlerime konsantre olarak ileriye dönük planlarımı oluşturuyor, geçmişten bugüne yaptıklarımızı analiz ediyorum. Açıkçası kendi adıma aldığım derslerin yanı sıra sektörel anlamda net görünen bir gerçek var:
İnsanların tüketim alışkanlıkları ciddi bir değişime girecek.
Şimdiden girdi bile diyebiliriz hatta; online alışveriş alışkanlığı olmayan, bilen ama kullanmayan insanlar bile şu an çok ciddi anlamda online alışverişe odaklandılar. Bu da beraberinde online pazarın daha fazla büyüyeceğini gösteriyor. Dolayısı ile sektörel olarak hepimizin ihtiyaçları daha iyi gözlemleyerek çalışmalarına yön vermesi gereken, çağa ayak uydurarak online tarafta da efektif işleri hayata geçirmemizin olmazsa olmaz olacağı bir döneme girdiğimizi söyleyebilirim.
Sen sürdürülebilir moda konusunda Türkiye’de ilk adım atanlardansın. Bu yolculuğundan biraz bahseder misin?
Yaşadığımız bu yüzyılda doğaya verdiğimiz zarar artık gözle görülür boyutta… Çevre, denizler ve havanın kirliliği, küresel ısınma, doğal kaynakların hızlı ve yüksek miktarda tüketiminin ekosistem üzerindeki etkisini artık somut bir şekilde yaşıyoruz. Durum bu kadar ciddi olunca, yaşamlarımızın önemli bir kısmı ve benim de uzun senelerimi verdiğim giyim sanayiini sorgulamak da kaçınılmaz oluyor. Sürdürülebilir moda nedir? “Sürdürülebilir moda”, “eko moda” ya da en genel tanımıyla çevreci, geri dönüştürülebilir, yüksek kaliteli ürünlerin yer aldığı moda akımı olarak tanımlanıyor.
Sürdürülebilir moda felsefesindeki amaç, süresiz olarak devam ettirilebilir sistemler oluşturmak ve çevrecilik ile sosyal sorumluluk ilkelerinden dışarıya çıkmamaktır. Üretimde, doğal, organik kumaşlar, dönüştürülmüş elyaflardan oluşan kumaşların kullanımı kadar tüm üretim sürecinde aynı prensibi uygulamak, hem üretim açısından etik ve doğa dostu, hem de gelecek nesillere bırakılabilecek daha iyi bir dünyayı temsil ediyor.
Doğal yaşamda “çöp” diye bir kavramın olmadığı bir döngüsel sistem vardır.
Bir türün atığı, diğer bir türün besini olur; enerji buradan üretilir ve varlıklar büyür, gelişir ve yeniden döngünün içerisine girerek yoluna farklı bir yerden devam eder. Medeniyetimizin kaynak kullanımı ise daha doğrusal; kaynak çıkarıyor, üretiyor ve sonra atıyoruz. Ürünleri yeniden düşünüp, yeniden tasarlarsak, güvenli ve doğada çözünebilir ürünlerin tekrardan doğaya kaynak olarak geri dönmesi sağlanabilir. Sürdürülebilir moda felsefesini; modanın çöpe gitmesine izin vermemek, mümkün olan en uzun süre kullanılmasını sağlamak ve yeni ürünlere geri ya da ileri dönüştürmek olarak 3 başlık altında toplayabiliriz. Yurtdışında uzun yıllar çalışma tecrübesine sahip olduğum için sadece Fransa’da değil, tüm dünyada genel olarak ve özellikle eğitim seviyesi yüksek ülkelerde bu akımın uzun süredir benimsendiğini gözlememe şansım oldu.
Modanın merkezlerinden sayılan İtalya’da, gerek İtalyan firmalarla iş birliklerim esnasında sadece geri dönüşümlü ürünlerin sergilendiği showroomlar, konsept mağazalar gördüm. Dönüştürülmüş materyallerle tanışmam bu ülkelerde oldu. Türkiye’den de sürdürülebilir moda üzerine çalışan markaların çıkması benim için çok önemliydi…
Yıllar içerisinde edindiğim izlenim, tecrübeler ve bu felsefeyle, kendi markamı yaratma kararı aldım. Ekolojik, organik ya da sürdürülebilirlik o dönemde daha çok sıkıcı bej penyeleri akla getirirdi birçok insan için… En azından ilk başta bu sürdürülebilir moda çerçevesinde atılan ilk adımlarla yapılan tasarımlar, teknolojinin de imkanlarından ötürü buna izin verirdi. Fakat uzun yıllar bu sektörün en büyüklerine tasarım danışmanlığı yapmış bir moda tasarımcısı olarak, bu inanışı aynı zamanda pazarın kucaklamak isteyebileceği arzu nesneleri haline getirmem gerektiğini düşündüm ve ekolojik, geri ve ileri dönüşümlü ürünlerden oluşan, moda farkındalığı yüksek bir marka olarak tasarladığım ilk markam olan Garden of Denim Design, baş harfleri G.O.D.D. olan premium bir denim markası yarattım.
Ağırlıklı olarak denim ve örme üstlerden oluşan bir koleksiyon ile yola çıktım. Kadın vücudunu mükemmel gösteren fitlerin, kesimlerin yanı sıra ozon, susuz yıkama, lazer gibi teknikleri de kullandım. Kağıttan ve gümüşten yapılan, elyaflardan oluşan denim kumaşlar kullandım. Organik koton, önemli bir gıda atığı olan süt ve ondan yapılan elyaflarla oluşturulmuş, dönemin çağdaş formlarından oluşan zahmetsiz şık penyeler, dönüştürülmüş pvc gibi malzemelerden ceketler tasarladım. Farklı tutarlılıktaki materyalleri kombinleyerek, malzemelerde inovatif ve çevreci, ama giyilebilir, güncel koleksiyonlar ürettim. Endüstriyel atıkları gerek aksesuar, gerek garni olarak kullanıp, bunları organik kumaşlarla kombinleyerek tasarımlarımı hazırladım. Araba, bisiklet şambreller gibi endüstriyel atıkları geri dönüştürerek birer tasarım objesi ve hazır giyim ürünü haline getirdim. Kolay bir süreç olduğunu söyleyemem; tüm bu atıkların birer giyim objesi haline gelmeden önce sağlığa zararlı olmadıklarına dair testler de yaptırdım. Dikimi, kesimi ve genel olarak üretimi çok farklı olan bu malzemeleri öncelikle kendim işlemeyi öğrendim. Sonrasında seri üretimini yapabilecek atölyeler bulup, onlarla teknikler geliştirdik. Sadece endüstriyel atıklar değil, kullanılmış eski ordu çantalarını parçalara ayırıp, bitkisel deri ve trikolarla birleştirerek ceketler haline getirdim.
Her koleksiyon, yeni bir atık ve malzemeyi işleme konusunda uzmanlaştırdı beni…
Elektronik baskı devre kartlarından somon balığı derisine kadar kullanmadığım, dönüştürmediğim malzeme kalmadı. Ofisimin yakınında bulunan oto tamircisinin önünden geçerken serilmiş atık şambrelleri gördüm; içeri girip, satın almaya çalıştığımda tamircilerin yüzündeki şaşkın ifadeyi hiç unutamıyorum. Temizleyip, parlattıktan sonra ortaya çıkan üzerlerindeki yamalar, yaşanmışlıkla oluşan izler, hiçbir yeni üretilen mamulde olamayacak kadar özel kılıyordu onları… Sadece temizlemekle kalmayıp, öğrendiğim farklı tekniklerle kadın giyiminde daha arzu edilebilir bir formata da getirmeye uğraştım. Deri alternatifi olarak kullandığım bu malzemeyi ilerleyen yıllarda, ipek gece elbiseleri ile bile kombinleme şansım oldu. Şu anda da TUBA ERGIN markası altında aynı felsefeyi sürdürmeye devam ediyorum. Sürdürülebilir moda, üretim süreci ve kullanılan malzemelerin maliyeti açısından ticari anlamda her zaman yüzde yüz uygulanması çok mümkün olmasa da koleksiyonun büyük oranını bu çerçevede tutmak için özen gösteriyorum.
Modanın geleceğini nasıl görüyorsun?
Moda her dönemde içinde bulunduğu sosyolojik, teknolojik, psikolojik, finansal, kültürel ve sanatsal akımlardan etkilenmiştir ve hatta bu şekilde oluşmuştur. Şu anda dünya gündeminde yaşananlar, savaş, göçmen krizi, yangınlar, doğal kaynakların azalması, küresel ısınma, salgın ve bununla beraber büyük bir ekonomik kriz…
Dünya tarihindeki altın sayfalardan birini yaşadığımızı düşünmüyorum.
Üst üste yaşanılan bütün bu felaketlerin öncelikle insanlar üzerinde, özellikle de evlerimize kapanıp birçok konu üzerine düşünme fırsatı bulduğumuz bu dönemde, ciddi bir farkındalık yaratmaya başladığına inanıyorum. Bunun somut örneklerini sosyal medya paylaşımlarında da görebiliyoruz. Bu farkındalığın zirveye çıkmasıyla insanlığın da çok farklı bir yöne doğru yol alacağına inanıyorum. Her anlamda daha iyi bir dünya yaratma çabası içerisine gireceğiz. Sosyal bir varlık olan insanın hem örtünme, hem de sosyal statü ihtiyaçlarından dolayı giyinme ihtiyacı da hiçbir zaman bitmeyeceğine göre, moda sektöründe ne gibi değişiklikler olabiliri birkaç başlık altında ele alabiliriz.
Sağlık kaygılarından ötürü kumaş teknolojilerinin artacağını, nano teknoloji, antibakteriyel vb. gibi kumaşlarla beraber tamamen doğal, organik, nefes alan, mevsimine göre koşulları avantajlı kılan daha primitif ve doğal tercihlere gidileceğini düşünüyorum. Sadece fiyat avantajı olduğu için hızlı tüketim markalarının tercih ettiği petrol bazlı niteliksiz ve zararlı malzemelerin kullanımdan zaman içinde kalkacağına inanıyorum.
Tabii bununla beraber malzeme dışındaki maliyet unsurları azalmaz ise satış rakamlarının ortalaması artacak ve insanların alabileceği ürün sayısı azalacağı için hızlı tüketimden uzaklaşılıp daha nitelikli ve uzun süre kullanılabilecek ürünlere yönelme olacağını düşünüyorum. Aynı zamanda geri dönüşüm ve ileri dönüşüm genel olarak sürdürülebilir modanın daha fazla dikkate alınacağını, aynı zamanda işletmelerin sosyal sorumluluk projelerine daha fazla kaynak ayıracağını ön görüyorum. Tüketicinin bir satın alma gerçekleştirirken hem ihtiyacını giderip, aynı zamanda da doğaya ya da ihtiyaç içinde olan canlılara fayda yaratan markalara yöneleceğine inanıyorum. Online satışın çok daha fazla artacağına, teknolojinin modada hizmet anlayışını hızlandırıp kolaylaştıracağını, dolayısıyla alışverişe ayrılan zamanın azalacağını da düşünüyorum.
Hızlı moda ile ilgili neler düşünüyorsun?
Dedemden ve babamdan yola çıkarak, iki nesildir bu alanda olan bir ailede, tekstil ve moda sektörünün içine doğmuş bir tasarımcı olarak, bir ürünün hayata geçme sürecinde harcanan emek, sanat ve zanaat açısından tekstil sektörünün ve çalışanlarının hızlı modanın fiyat ve zaman politikası sebebiyle hiçbir zaman gerçek karşılığını göremediğini düşünüyorum. Hiçbir zaman da destekçisi olmadım ancak tüketici alışkanlıkları ve gelişen teknoloji ile kaçınılmaz bir değişim yaşandığını da çok net görüyoruz. Şu anda da yine bir değişim döneminin içindeyiz. Dolayısıyla hızlı modaya ters bir tepkinin de oluşacağını ve bu yönde hız kaybı yaşanacağını ön görüyorum.
Doğanın bu ültimatomunda hızlı modanın ve sınırları aşılmış tüketimin payı nedir sence?
Sadece hızlı modanın ve sınırları aşılmış tüketim payının değil, dünyaya zarar veren birçok yaklaşım ve tutumun, küresel ısınma, doğal kaynakların azalması, hava ve çevre kirliliğinde oldukça büyük payları var. Uzun yıllardır bilinen bir gerçek olmasına ve bunun karşısında alınan önlemler olmasına rağmen, ne yazık ki şu ana kadar yapılanların yeterli gelmediğini hepimiz görüyoruz. Bundan sonra insanların bu yönde daha da bilinçleneceğine ve önlem alınma noktasında farkındalığın daha da artacağından eminim.
Nasıl sadeleşeceğiz?
Şu dönem sanırım hepimiz çok hızlı bir şekilde sadeleştik aslında. Tabii ki geçici bir süreliğine böyle bir durum içindeyiz ancak salgının etkisi eninde sonunda azalacak ve normal hayatlarımıza döneceğiz. Ancak çoğumuzun evlerinde pijamaları ve eşofmanları içinde geçirdiği bu dönemin sonunda hepimiz farklılaşmış olacağız. Farkına varmadan sadeleştiğimizi normal hayatlarımıza döndüğünde daha net anlayacağız. Önceliklerimiz, olaylara, diğer canlılara, dünyaya ve genel olarak hayata bakışımız değişiyor; değişmeye de devam edecek. Sadeleşme de efor gerektirmeksizin bununla beraber doğal olarak gelişecek.