Sürdürülebilir Moda Mümkün Mü? | Burçin Akgün Ünaldı

Sürdürülebilir Moda Mümkün Mü? | Burçin Akgün Ünaldı

Türkiye’nin ilk blogger’larından Styleboom olarak bilinen Burçin Akgün Ünaldı ile sürdürülebilir modanın mümkün olup olmadığını konuştuk. Günümüz Türkiye’sinde sosyal medya iletişim trendleri, etik marka iletişimi ve yeşil aklama üzerine kapsamlı ve sözümüzü sakınmadığımız bu çok samimi sohbetimizin marka ya da kişilere ilham olmasını diliyoruz…

Styleboom’un hikayesinden bahseder misin?

Bu işin en başında yer alan kişilerden biriyim. Ben aslında bir ekonomi doktoruyum, ODTÜ İstatistik lisansım var. Daha lisans eğitimimin sonlarına varmadan akademisyen olmayı kafaya koymuştum. Gerçekten çok severek bu yola başkoydum. Çok çileler çekerek ekonomi alanında doktoramı tamamladım ve akademik hayata atıldım.

Sürdürülebilir Moda Mümkün Mü? | Burçin Akgün Ünaldı

ODTÜ, internetin ilk sağlayıcılarından biri olduğu için yeniliklere fazlasıyla açıktı. Daha o zamanlarda bile hem mail hesaplarımız hem de boş web alanımız vardı. İster doldur ister doldurma, tamamen senin ilgine kalmış bir şey. Ben daha o zamanlarda meraklı olduğum şeyleri bana sağlanan alana yazıyordum. 

Lord of the Rings ve motor sporlarına çok meraklıydım, onlarla ilgili şeyler yazıyordum. Moda her zaman sevdiğim bir şeydi ama ben moda endüstrisi ile de çok ilgileniyordum. Sadece sarı, yeşil değil de çarklar da ilgimi çekiyordu. Onda da ekonomist olmamdan kaynaklanan arka tarafı merak etmenin etkisi vardı. Bunlarla da ilgili yazıyordum. Kendimi yazarak ifade etmek bende zaten hep var olan bir şeydi.  

Sürdürülebilir Moda Mümkün Mü? | Burçin Akgün Ünaldı
Burçin Akgün Ünaldı

Daha sonra 2008 yılında blogumu açtım. Hep aklımda “Yurt dışında ne kadar güzel bloglar var ama Türkiye’de yok” diye geçirirdim. Türkiye’de kadın blogları ya yemek tarifi veriyordu ya da “Do it yourself” projeleri paylaşıyordu. Ben de diyordum ki keşke aynı yurt dışındaki gibi bir blog olsa da trend ve renk raporlarından, fuarlardan ve moda alanındaki haberlerden bahsetse. 

Sonra kendi kendime dedim ki ben niye yapmıyorum? Benim için bir still edinmek modadan hep önemliydi. Çünkü benim için moda bir ifade biçimiydi her zaman. İçinde sanat da ekonomi de matematik de olan bir şey aslında. Ama yanlış ellere geçti. 

Benim için moda aslında tarihin bir aynasıdır. Hepimiz için öyle değil mi? İkinci Dünya Savaşı’nı, devrimi, modadan okuyabiliriz. Moda deyince onlar benim ilgimi çekiyor. O yüzden modanın daha çok endüstri kısmıyla ilgili şeyler yazmak amacıyla bir blog açtım. 

Ben de Deri Show’un “Moda bizim için sadece bir semt ismidir.” sözünü çok severim. Bu söylem galiba ikimizin de savunduğu fikri anlatıyor. 

Tamamen öyle… Blogumu açarken bir yandan da ekonomi tarafım olduğu için Styleboom ismini seçtim. Boom ekonomide patlama dönemini ifade ediyor. Böylece bloguma başlamış oldum. 

Sürdürülebilir Moda Mümkün Mü? | Burçin Akgün Ünaldı

Çok da güzel yapmışsın. Ben de yıllarca seni takip ettim. Sen Styleboom iken ben hem kurumsalda çalışıyordum hem de moda yazarlığı yapıyordum. Ben de aynı senin gibi endüstriyle ve markaların ruhuyla ilgileniyordum. Senin stilin hiç değişmedi. Peki, o günden bugüne senin gördüğün değişiklikler nedir? 

İlk başladığımızda kendimize blogger diyorduk çünkü o zamanlar sadece blog vardı. Şu an sosyal medya büyük bir evrim geçirdi. Benim blog yazdığım dönemlerde Twitter daha yoktu. O zamanlarda sadece Facebook vardı, yazdığım şeyleri Facebook’ta paylaşıyordum. Eşim dostum ancak paylaşırsa başka insanlar tarafından görülüyordu. 

Sonrasında Twitter’la birlikte bizim bloglarımız da büyük bir yükselişe geçti. Çünkü erişim alanı çok büyüdü. 

Sen başladığında iyi bilinen kaç tane blogger vardır? 

Herhalde hepi topu 10 kişi vardı. Öyle hatırlıyorum.

Şu an zaten blog pek yazılmıyor zaten… 

Evet, doğru. Pek yazılmıyor artık. Ben de artık daha çok Instagram’ı kullanıyorum. İnceleme ya da araştırma yazılarım varsa ya da gazeteler için kaleme aldığım makalelerim varsa onlar için blogumu kullanıyorum. Arşiv anlamında daha çok. 

Dediğim gibi; o dönemlerde Instagram hiç yoktu zaten. Biz, Twitter’la birlikte yükselişe geçtik. O yüzden ben hala kendimi influencer’dan ziyade blog yazarı olarak tanımlıyorum. 

Çünkü yazabilmek başka bir şey. Yazabilmek için dilini düzeltmen, çok okuman, çok araştırman lazım. Girişin gelişmen ve sonucun olmalı ki seni okuyan kişi de bir edinim alsın. Çok net bir şekilde söylemek gerekirse herkes yazı yazamaz. 

Ama herkes yazıyor şu an…

Bir ara Column List modaydı. Herkes bir makaleyle köşe yazarı oluyordu… 

Influencer artık dilimizde pelesenk oldu. Türkçesi “etki eden, etkileyici” anlamlarına geliyor. Türkçesini öğrendiğin zaman üstüne bir sorumluluk yükleniyor. Etkileyici… Peki ben ne konuda etkiliyim? Sadece tüketim, sarılar ve yeşiller üzerine mi? O kelimenin bir ağırlığı var. 

Konu, etkileyici olmaya gelince benim için işin ağırlığı fazlalaştı. Kendi kendime hep bunu düşünmeye başladım. İçimden hep “Söylediğin şey insanları etkiliyor, ona göre konuş.” diye düşündüm. Bu, çok önemli. Aynı şekilde toplumsal meseleler için de bu geçerli sürdürülebilirlik için de… 

En başta sürdürülebilirliğin trend olacağını hissediyordum. Bir yanım da “Olsun, fake it before make it.” diyordu. En azından insanlarda bir kulak doygunluğu olur diye düşünüyordum. Fakat işin bu kadar çığırından çıkıp saptırılabileceğini düşünmemiştim. 

Şu an benim işim dolayısıyla takip ettiğim insanlar influencer veya sosyal medyada aktif olan kişiler. Herkes her şeyin başına sürdürülebilirliği mutlaka koyuyor. Ama sürdürülebilirliğin içerisinde tüketimi biraz durdurmak ve sınırlamak da var. Bu aslında ticari açıdan tercih edilmeyen bir şey. Örneğin “Sürdürülebilirlik için dolabımı küçülttüm” şeklinde bir paylaşım görüyorum. Hemen ardından ise hediye açımı paylaşımı geliyor. Yurt dışında ben Business of Fashion takip ediyorum. Orada, globaldeki ünlülerin “Artık bize paket göndermeyin, bunların da bir karbon ayak izi var.” dedikleri yazıyordu. Zaten insanlar da yavaş yavaş buna başladı. Fakat greenwashing davranışı hala birçok markada var. Aslında greenwashing’e destek olanlar da bu ve benzeri insanlar… Bu konuda senin tavrın çok net, bunu takipçilerimizle de paylaşmak ister misin? 

Tam da daha önce söylediğim gibi ben sürdürülebilirlik kelimesinin kullanılmasının iyi şeylere vesile olacağını düşünüyordum. Ama iş tamamen “greenwashing” dediğimiz yeşil aklamaya döndü. 100 tane parçanın içinde sadece iki tane parçanı geri dönüştürülebilir malzemeden yaptığın için sürdürülebilirlik PR’ı yapmamalısın. Ben bu çabanın içindeyim diyebilirsin. 

Örneğin; beni sürdürülebilir moda hakkındaki konuşmalara çağırıyorlar. İlk dediğim şeylerden biri “sürdürülebilir moda yoktur” oluyor. Bunu umutsuzluk için değil, insanlar kendisini kandırmasın diye söylüyorum. Sürdürülebilir moda çabası vardır ve sen bu çabaya destek olmak zorundasın. Araştırmak, bulmak, okumak… 

Çünkü artık öyle bir noktaya geldik. Moda endüstrisinde sürdürülebilirliği yanlış anlatmak da çok “moda”. Bir dünya amblemi koyduğun zaman o, sürdürülebilirlik olmuyor. 

Sürdürülebilirliğin çevresel tarafı olduğu kadar ekonomik ve sosyal tarafı da var. Üretim, tedarik… O kadar çok alt başlığı var ki sen sürdürülebilirliği telaffuz ederken bunları da düşünerek etmelisin. Ben hiçbir şey almıyorum demek çok kolay. Ama öyle bir dönemdeyiz ki influencer’lara hediye yağıyor… 

Bunları almamak iş değil. Ben bunu kendim için de söylüyorum. Hiçbir şey gelmiyorken hiçbir şey almamak asıl önemli olan. Bunu yapabiliyorsan yapmalısın. Yapamıyorsan da en azından öyleymiş gibi davranma. Çünkü bu, insanlara kendini yoksun hissettiriyor. Belki de hayatında bir şeyler değiştirecek olsa bile yerinde duruyor. “Ben zaten yapamıyorum “deyip sıyrılıyor. Bu işin Challenge’ını göstermen lazım. 

Sürdürülebilir Moda Mümkün Mü? | Burçin Akgün Ünaldı

Şu da büyük bir ikilem: Biz, PlumeMag’de sürekli sürdürülebilir markalardan bahsediyoruz. Bizde moda kategorisi yok. Sadece sürdürülebilir moda kategorisinde yerel markaları desteklemek istiyoruz. Okuyucular, “Siz bahsettiğiniz markaların ürün fiyatlarının farkında mısınız?” şeklinde tepkiler veriyor. Gerçi şu an hızlı moda markaları bile o fiyatlara geldi. Bizim burada anlatmak istediğimiz çok fazla almak yerine az sayıda alıp ihtiyacın olanı giyebilmek. Mesela eskiden bir prenses aynı elbiseyi tekrar giydiği zaman olay oluyordu. Giyebilir, çok normal… 

Ben kendi adıma şunu söyleyebilirim; herhalde lise mezuniyetimden sonra hiçbir couture elbise para vermemişimdir. Bizde aile içinde çok sirkülasyon oluyor. Kiralama usulüyle veya showroom’ların numune ürünlerinden giymişliğim çok vardır. 

Sürdürülebilirlik konusu çok fazla samimiyet içermeli. Bu samimiyet bir yandan da çok fazla cesaret istiyor. Çünkü çok yüksek sesle bir şeyi söylediğin zaman birçok marka senden uzaklaşıyor. Ya sen reddediyorsun ya da onlar… Senin böyle deneyimlerin var mı?

Var tabii ki, olmaz mı… Ben bunu biraz da şark kültürüne yoruyorum. Bizde rasyonellik çok geri planda kalıyor. Herkes öncelikle duygularla hareket ediyor. Örneğin az önce söylediğin gibi küçücük bir krem için devasa paketler yapılıyor. Influencer arkadaşım Ece Targıt da bunu söylemişti. Ben de bu şekilde gönderim yapan markalara bizzat söylemek durumu söylemek istedim. Bunu çok iyi karşılayanlar oldu ama bazısı da paketlere ne kadar emek verildiğini söyledi. 

Ben zaten emekle ilgili veya duygusal bir şey söylemiyorum ki. Bunun yanlış olduğunu söylüyorum. Yanlış olmasını geçelim, bana uygun değil. Senin de buna saygı göstermen gerekiyor. Fakat bu tarz şeyleri söyleyebilmek için “eyvallahın” olmayan bir noktada olman lazım. Ben en azından kendimi hep öyle konumlandırdım. Bence “etki lideriyim” diyen bir kişi de kendini öyle konumlandırabilmeli. Yoksa biri seni etkiliyor sen de onun etkisiyle başka kitleleri etkiliyorsun. Halbuki sen tek başına iyi bir şeyler yapabilirsin. Böyle şeyler yaşadım ama söylemekten geri kalmadım. Buna saygı duyan da oldu gönül koyan da. 

Bir de şöyle bir şey var; örneğin sana gelen cevapla hemen düşüyor musun yoksa düşmüyor musun. Artık takipçilerimle aramda espri konusu yapıyorum. Takipçilerim “Ya, Boom’cum sen de hiç alamayacağımız şeyleri giyiyorsun.” diyor. Ben de zaten bu eski sezon diyorum. Ben sırf siz alabileseniz diye yeni şeyler alamam. 

Üstündeki gömlek kaç yıllık mesela? 

Herhalde 8-9 yılı vardır… 

Peki ya çok beğendiğim ayakkabıların?

Ayakkabılarım daha da eski. Onlar da 10’u bulmuştur büyük ihtimalle… 

Sürdürülebilir Moda Mümkün Mü? | Burçin Akgün Ünaldı

Biraz takipçinin de senin giydiğini keşke almak istemese giydiğinden ilham alsa diye düşünüyorum. Ben de kurumsalda çalıştığım dönemde çok fazla kavga ettiğim olmuştur. Örneğin şu isimle çalışalım diyorlardı ben de ama o isim markanın ruhuna hiç uymuyor diyordum. Karşılığında “Ama biliyor musun, o isim giydiğinde ürün direkt sold-out oluyor.” cevabını alıyordum. Bu benim için çok kısır bir bakış açısı ve bunun yok olması gerekiyor. İyi insanlarla iyi şeyler yapmak gerekiyor. Örneğin sosyal medyada herkes melek. Az yiyor, az giyiniyor… Benim bile tanıdığım çok fazla böyle insan var. 

Hep diyoruz ya “Sosyal medyada herkes psikolog ama hayatta herkes zırdeli”. O insanların iyi olması da önemli. Yanında çalıştırdığı asistanı veya ekibi varsa onlara da iyi olmalı. Arka tarafta o kadar kötü şeyler var ki. Ben bu kötü şeylere çok takmış durumdayım. 

Bir insanın anlattığı, temsil ettiği şeye değil yaptığı şeye bakmak gerekiyor. Bu durum da sosyal medyada çok fazla karışıklık oluşturdu. O yüzden bence bu iyilik konusu biraz daha açılmalı. İnsanların ne için ve kim için yaşadığı belli olmalı…

Maalesef burada bir ayna yok. Burada gerçekten neyi ne kadar göstermek istersen öyle gösterebiliyorsun. Kurguya çok açık bir mecra sosyal medya. Biraz daha doğallığa ve sahiciliğe gelmesinin sebebi Z kuşağının etkisi. Benim gibi 44 yaşında birine bile yaptırabildi Z Kuşağı. Yine seni buraya trend sürüklüyor. O iyi yaşamlar, kendi içine dönmeler… Hepsi aslında trendin seni getirdiği bir yer. 

Biraz önce söylediğim takipçilerimle yaşadığım şeydeki gibi. Sosyal medyanın en güzel yanı interaktif olması. Sen söyleyebildiğin gibi karşılığında cevap da alabiliyorsun. Ama kendini oradan istenene, beklenene göre değiştirirsen o zaman kendin olmaktan çıkarsın. Oradan öyle geldiği için ben de “Bayram yakın, sezondan yeni bir şeyler giyeyim de hemen alsınlar.” diyebilirdim ama demedim. Hep “Ama ne yapabilirim çok sevdiğim, taş gibi bir elbise” diye düşündüm. Şu an hiç böyle bir şey yaşamıyorum. Çünkü onlar da alıştılar. 

Örneğin diyorlar ki; “Şunu gördüm, sizinkine de çok benzettim. Aklınızda olsun”. Benimle paylaşımları bu noktaya geldi. O da artık kendisine benden ilham alarak beğenebileceği şeyler bulabiliyor ama aynısını almıyor. Ben de yenisini almak zorunda değilim onun için.

Sürdürülebilir Moda Mümkün Mü? | Burçin Akgün Ünaldı

Sen aslında modayı bir araç olarak kullanıp insanlara bambaşka bir şeyler anlatıyorsun. Zaten senin de çok fazla Türkiye’deki moda sahnelerinde, kulislerinde çok görmüyoruz. 

Zaten “moda haftamız” konsepti değiştiği için böyle. Yoksa İstanbul Fashion Days’in ilk anından beri içindeydim. Ama ben hep kıyafeti, koleksiyonu, tasarımcının ilham aldığı şeyi anlatmayı tercih ettim. 

Sürdürülebilir Moda Mümkün Mü? | Burçin Akgün Ünaldı

Evet, benim için ön koltukta oturmak önemli ama amacım kumaşı, fittingi, kaç parça çıkardığını görmek. Beni keyiflendiren şey bunlar hakkında bir şeyler yazabilmek. Amacım ön koltukta oturalım da flaşlı fotoğraflarımız çekilsin değil. İş gitgide sadece moda haftalarında görünmek noktasına geldi. 

Zaten genel olarak sosyal medyada bir yelpaze sistemi yok. Örneğin; sen bir markanın felsefesine dair bir şey anlatabilirsin; Burçin, markanın sosyal sorumluluk projelerine dair bir şey anlatabilir. X kişi de o markanın kıyafetini giyip sattırabilir. Sen zaten o kadar sadece satış odaklıysan çok farklı yerlerdeyiz. Sadece arzu nesnesi olmak istiyorsan yerin Styleboom değil… 

Zaten şu an blog okuma, fikir anlatma ve konuşma bitti. Sadece bir görüntü var ve o görüntü de çok çarpıtılmış bir görüntü. Sen sosyal medyada filtre kullanmıyorsun, çok da güzelsin bu arada. Ben de özellikle kullanmıyorum. Bazen kaydırırken filtre çok güzel yapıyor diye düşünüyorum. Ama kendim kullanmaya başlarsam evde aynada baktığım halimi beğenmem. 

Bizler tabii artık yaşımızı başımızı almışız, ne nedir biliyoruz. Ama küçük yaştaki insanlar için düşünürsek kendini beğenmemek çok ağır bir duygu. Baş etmesi kolay bir duygu değil. 

Yalan yok, ben saçlarımı boyatmıyorum. Doğalcı olduğum için değil. Ben bunu sevdiğim için böyle. Ben saçlarımı beyaz olarak sevdiğim için beyaz. En sevmediğim şey “mış” gibi yapmak. 

Doğalcı olabilirsin, o zaman hayatını ona göre yaşarsın. Benimki öyle değil. Benimki zevk meselesi. “Nasıl böyle dayanabiliyorsun?” diyorlar. Ben bunu böyle beğeniyorum. İnsanların ne dediğini çok takan biri olsaydım bu ağır duyguyla baş edemeyip farklılaşmaya çalışırdım. 

Mesela ben yüzüm ve cildim için doktoruma gidiyorum ve doktorum, “14-15 yaşında bişektomi isteğiyle gelen danışanlarım oluyor ama anlatamıyorum büyüyeceğini ve bu yağların gideceğini…” diyor. Çünkü o filtre onu öyle yapıyor ve filtresiz de öyle olmak istiyor. Yasağa çok karşı olsam da bu tür durumların daha da denetlenmesi gerektiğini düşünüyorum. En azından moda edilmemesi gerekiyor. Tam bu noktada “etki liderlerine” çok fazla iş düştüğünü düşünüyorum. 

Sürdürülebilirliği konuşuyoruz ama sen bir influencer olarak ne kadar sürdürülebilirsin o da önemli. İş öyle bir noktaya geldi ki ekranın karşısındakiler sadece ürünü veya vazoyu değil yüzleri de tüketmeye başladı. Yeni bir ev, yeni bir kadın, yeni bir yüz… Sen de artık bir meta oldun. Artık ekranın karşısında tüketilen bir şeysin. Ne yapabilirsin ki? Sürekli kocanı mı değiştireceksin yoksa yeni bir çocuk mu yapacaksın? İzlenebilecek kadar renkli bir hayatın olmamaya başlıyor onların gözünde… 

Zaten 100.000’in altı sayılmıyor ve 1000’in altındaysan insan değilsin. Geçen bültenimizde de öyle yazdım. Artık “Düşünüyorum, öyleyse varım.” yok, “Görülüyorum, takip ediliyorum, anca varım.” durumuna geldi. 

Türkiye’de tam anlamıyla nitelik ve nicelik ayrımlarıyla hedefleme yapılarak marketing işi yüreten saysan iki üç tane ajans ya da marka vardır. Çoğu da global marka. Sadece sayılar üzerinden yürüme olmuyor. O zaman nitelik ve nicelik birbirine karışıyor. Biraz mikrodan konuşacak olursak senin söylediğin rakamlara ulaşmak için birçok gönle hitap edebiliyor olman lazım. O zaman mikro olman nerede kaldı? 

Halbuki mikro, daha hedef odaklıdır. Diyelim ki teknelerle ilgili yazan 1200 takipçili birisin… 1200 kişiden 900’ünün ondan etkilenip tanıttığı şeyi alacağını ya da o hizmete değer vereceğini biliyorsun. Ama öbüründe öyle değil… 

Hep aynı şey gibi olacak ama ben New York’ta “Options for Small Business” adı altında blogların küçük işletmelere desteği üzerine bir konferans verdim. Çünkü bebek patiği yapan bir kadın bana yazmıştı. Ben de beğendiğim için blogumda ona yer verdim ve çok büyük ilgi gördü. Küçük işletmelerin normal reklam verebilecek kapasiteleri yok. Onlar da iştahla bloglara saldırmışlardı. Ben daha o zaman “Styleboom’cuktum”. İşte bu durum, bir yerlerde konferansta anlatılabiliyor. 

Kimse “Daha dün açmış bu blogu, öylesine yazan bir kız…” demiyor. Çünkü elinde bir hikaye var. Bu hikayeyi nasıl yaratacaksın? Peyniri de kahveyi de aynı kişiyle yapıyorsun. Sonuç olarak olmuyor tabii ki…
Çok hoş bir sohbet oldu. Çok teşekkür ederim. Bence bunu daha sık yapalım. 

Ben teşekkür ederim. Tabii ki yapalım…