Şehirden Kaçanlar: Eda ve Serhan

Güncelleme Tarihi: 2 Ekim 2021

Büyük şehirlerin atmosferi her geçen gün daha boğucu bir hal alırken pandemi döneminin etkisiyle şehirden kaçıp uzaklara yerleşen kişilerin sayısı da hızla artıyor. Biz de PlumeMag olarak kasım ayı itibarıyla Şehirden Kaçanlar serisine başlamaya karar verdik. Metropollerden uzakta, doğayla iç içe bir yaşamı tercih eden kişilerle röportajlar yapacağımız serimizin ilk konukları Eda ve Serhan… 

Bir İstanbul’dan kaçış hikayesi Eda ile Serhan’ınki… Genç yaşlı demeden hepimizin, hayatımızın bir evresinde aklından geçirdiği bir kasabaya veya köye yerleşme hayalini gerçeğe dönüştürenler onlar. Biz de Eda ile bu hikayenin nasıl başladığını, şu anda nasıl bir hayat sürdüklerini ve çok daha fazlasını konuştuk…

“Şehirden sıkılmış bir beyaz yakalıydım.”

Bize biraz kendinizden ve kariyer yolculuğunuzdan bahseder misiniz?

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde İktisat okudum. Mezuniyet törenimde eşim Serhan ile tanıştım. Bunu belirtiyorum çünkü İstanbul’dan kaçışımız aslında onunla ortak kararımız. Bir süre flört ettikten sonra ikimiz de iş bulamadığımız için bizim de yolumuz İstanbul’a çıktı, tıpkı diğer üniversite arkadaşlarımız gibi. İstanbul’da bir denetim firmasında başladığım kariyerime 5 yıl finans uzmanı olarak devam ettim. Kendim için “şehirden sıkılmış bir beyaz yakalı” diyebilirim yani. 2017 yılında Serhan’la evlendik. Mayıs 2020’de de dünyalar tatlısı köpeğimizi sahiplendik ve artık tam anlamıyla bir aile olduk. 

Türkiye’nin önde gelen holdinglerinden birinde finans uzmanıydım ama açıkçası bu benim hayallerimdeki meslek değildi. Bunu anca 5 senede fark edebildim ve sonrasında neler yapabilirim düşüncesiyle çeşitli hobiler edinmeye başladım. Bir süre evde arkadaşlarımıza dövme yaptık (talep oldukça hala yapıyoruz), bir süre seramik eğitimine gittim, ardından YouTube’dan video izleye izleye deri cüzdan yapmaya başladım. 

Yazın koronavirüs ile birlikte evlere kapandığımızda eşimle, karikatürist ve komedyen Serkan Yılmaz’ın “Oba kuruyoruz!” paylaşımını gördük ve kendimizi bir anda olayların içinde bulduk. O sıralarda arazi belli değildi ve sokağa çıkma yasakları nedeniyle de çok geç belli oldu. Önce Dikili yakınlarında deniz gören bir devlet arazisine başvurduk. Sürecin çok yavaş ilerlemesi gözümüzü korkutmuş olmalı ki başka araziler de aramaya devam ettik. İyi ki de etmişiz. Karşımıza, eskiden ekolojik köy olan ve iki sene boş kaldığı için darmadağın halde, Kaz Dağları eteklerindeki Adatepe Köyü çıktı. Burayı gördükten sonra tamam dedik. 

“Doğa size “günaydın” diyor. Hayal gibi ama gerçek”

Kurumsal hayatı bırakıp Kaz Dağları’na yerleşme fikrinizdeki en büyük etken neydi?

Bulunduğumuz yerin eski adı Dedetepe Ekolojik Yaşam Köyü. Burayı görüp aşık olmamak mümkün değil sanıyorum. Karar vermemizdeki en büyük etmen bu toprakları, bu coğrafyayı görüp içinde nefes almaktı. Havası başka, suyu başka… Düşünsenize, evinizden çıkıyorsunuz, arazinizin bir kenarına doğru yürüyorsunuz ve yanınızdan geçen nehri görüyorsunuz. Doğa size “Günaydın!” diyor, siz de yüzünüzü o nehrin suyundan çekilen havuza atlayarak yıkıyorsunuz. Hayal gibi ama gerçek…

“Bir anda kaygılı ve huzursuz bir insan olarak buluyorsunuz kendinizi İstanbul’da.”

İstanbul’un en sevdiğiniz ve en sevmediğiniz yanları neler?

Ben İstanbul’u oldum olası sevmedim. Üniversite tercihlerimde bir tane bile İstanbul tercihinde bulunmamıştım. Hep İstanbul’a göç etmeyi eleştirmiştim o yıllarda ama işte ülke şartları… Okul bittikten sonra bir sene İzmir’de iş aradım, olmadı. Daha da inat etmenin bir anlamı olmadığını düşünerek ben de başladım İstanbul’a iş başvurularına. Bu şehrin en sevmediğim yanı ise gürültü kirliliği. İnsan gürültüsü, trafik gürültüsü… Şehirlere dair her türlü gürültünün bin katı var burada. İnsan bir süre sonra gerçekten yoruluyor ve ne o metro yolunu yürümek istiyor, ne hafta sonu bir etkinlik yapmak. Bir anda kaygılı ve huzursuz bir insan olarak buluyorsunuz kendinizi burada. 31 yaşındayım ve 30 yaşında bu kaygılı ruh halinden kurtulmam gerektiğini anladım. 

“Yeri geldi misafirlerden yardım istedik. Yeri geldi işler bize baktı, biz onlara…”

Şu anda Kaz Dağları’nda nasıl bir yaşam sürüyorsunuz?

Kutlama Oba, Küçükkuyu Ayvacık’ta. Bu sene ciddi anlamda yapacağımız çok iş vardı. Çünkü salgın sebebiyle yaz başında perişan halde bir yer tuttuk. Burayı ayağa kaldırmak için yeterince paramız da yoktu. Her şeyi el yordamıyla yaptık. Gün geldi obadaki misafirlerden yardım istedik. Gün geldi işler bize baktı, biz işlere; çünkü hava çok sıcaktı. Bir de hiçbirimiz daha önce köy tecrübesi yaşamadığımız için işleri pratik şekilde halletmenin yolunu bulamadık. Sonuçta klimalı evlerden çıkıp gelmişiz, bizim de adapte olmamız biraz zaman aldı. Bu arada hepimiz Serkan’ın çağrısıyla toplanmış, daha önceden birbirini tanımayan, sadece gün aşırı Zoom toplantıları ile fikir alışverişi yapan insanlardık. Tabii artık hepimiz sürekli beraber vakit geçiren arkadaşlarız. Burayı toparlamaya çalışırken bir yandan da stand-up gösterilerine ev sahipliği yaptık. Alpay Erdem, Mesut Süre ve Anlatanadam’ı sahnemizde misafir ettik. 

Oba 10 dönüm. Biz bazen 10, bazen 5 kişiydik geçen yaz sezonu içerisinde. Kış sezonunda çok insan olmadığı için kamping olarak hizmet veriyoruz. Misafirlerimiz çadırda veya bungalovlarda kalıyorlar. Seneye hem kamp hem sahne etkinlikleri hem de çeşitli eğitimler veren bir oba haline geleceğiz. 

Günün birinde yeniden İstanbul’a veya farklı bir büyük şehre dönme düşünceniz var mı? 

Ben ne için “asla yapmam” desem çok geçmeden yapıyorum onu. Henüz İstanbul’dan bağımı da yüzde yüz koparmadığıma göre “asla asla” demeyeceğim. Ama tabii ki yine de umarım İstanbul olmaz.

“Her gün bir arpa boyu kadar yol alıyorum ama geriye baktığımda o arpa boyları çok yakında uzun bir mesafe olacak.”

Günümüzde çoğu kişinin aklında büyük şehri bırakıp küçük bir kasabada yaşama hayali var. Ancak yine çoğu kişi var olan düzenini bozup böyle bir şey yapmaya cesaret edemiyor. Bu noktada onlara bir öneriniz olur mu? Sizin motivasyon kaynağınız neydi?

Kurulu düzeni bozmak gerçekten zor. Ben de Serkan’ın çağrısını duymasaydım belki bambaşka bir seçim yapacaktım ama hala işimde mutsuz şekilde çalışıyor olacağımı düşünmüyorum. Gitmeyi bir kez kafanıza koydunuz mu artık algıda seçiciliğiniz devreye giriyor; her duyduğunuzu, her gördüğünüzü diğer insanlardan farklı olarak bir fırsat niteliğinde görüyorsunuz. 

Yola çıkmak için de biliyorsunuz ki öncelikle asıl şartları uygun hale getirmek gerek. Ne zaman ki o maaşa ihtiyacınız kalmaz, örneğin kredi kartı borcunuzu kaparsınız veya minimal bir hayata geçmişsinizdir; işte o zaman ilk adımı atabilirsiniz. İçinde bulunduğumuz hayatta yavaş yavaş dönüşmeye başlıyoruz zaten. Şartlarımızı uygun hale getiriyor, hırslarımızı mantıksız bulmaya başlıyor ve zamanın dört duvar arasında geçirilmeyecek kadar kıymetli olduğu, dışarıya çıkmamız gerektiğini kendimize tekrar tekrar söylemeye başlıyoruz. İşte küçük fırsatlar tam da o anlarda karşımıza çıkıyor.

Hiç sekmez, her gün gerçekten çok huzurlu olduğumu düşünüyorum. Tek motivasyon kaynağım bu. Eski ben ile yeni ben arasındaki iç huzur farkını düşünmediğim tek bir gün bile yok. Her gün kendi tasarımım seramik takı modelleri yapıyorum. Önümüzdeki sene obada kendi takılarımı satmak istiyorum. 5 senedir o kadar tekdüze çalışmışım ki yaratıcılığımı geri getirmek sandığımdan çok daha zor oluyor. Bir de bu var motivasyon kayaklarım arasında. Her gün bir arpa boyu kadar yol alıyorum ama geriye baktığımda o arpa boyları çok yakında uzun bir mesafe olacak.