Heteronormativite Belası

Heteronormativite Belası

Bugün 17 Mayıs Uluslararası Homofobi ve Transfobi Karşıtlığı Günü. Kime yöneltilirse yöneltilsin nefretin, hem bireysel hem de toplumsal düzlemde yol açtığı yaraların farkında olan insanlar olarak nefretin her türlüsüne karşı çıkıyor ve hep beraber özgürce yaşadığımız bir dünya temenni ediyoruz. Bugünün önemini anlamak ve içselleştirmek, beraber yaşama kültürü ve dolayısıyla sağlıklı bir toplumsal düzenin sürekliliği açısından oldukça önemli.

Heteronormativite; heteroseksüel olmanın doğal ve normal olan olduğunu ve bunun dışında kalan bütün his ve aktivitelerin “anormal” olduğunu düşünen bir çeşit kültürel yapıdır. Bu yapı, insan ve hetroseksüel olmanın bir bağlamla eş anlamlı olduğunu savunurken, cinsiyet rollerinin de doğal, değişmez ve doğuştan gelen şeyler olduğuna inanır. Yani bu sadece biyolojik bir tezden ibaret değildir. Aynı zamanda toplumsal olarak da cinsiyeti kadın olarak atanan bireylerin “kadın gibi”, cinsiyeti erkek olarak atanan bireylerin de “erkek gibi” davranmalarını bekler. Bu beklenti, “kadın ya da erkek gibi davranmak’’ kavramını da doğal olarak var eder. Yani özetle bu bakış açısına göre hangi cinsel organa sahip olarak doğduğunuz, ne olduğunuzu ve nasıl davranmanız gerektiğini belirler. Bu kalıpların dışında kalanlar da anormaldirler.

“Modern Cinsiyet”

Aslında tarihin hemen her evresinde heteronormativite kendini hissettirmiş. Tarih boyunca da kendini var etmek için konjonktürel olarak yeni dayanaklar bulmuş ve yeni normlar üretmiş. Savının biyolojik ayağı da modern bilimin geliştiği döneme dayanıyor. Modern perspektif, İkinci Dünya Savaşı patlak verip hiç de öyle olmadığı görülene kadar insanın her açıdan bir sisteme dahil edilebilir olduğunu düşünüyordu. Yani insanın adeta bir makine gibi, her davranışının sistematik ve öngörülebilir olduğuna dair bir inanç hakimdi. Tüm bu sistemler de karşıtlıklar üzerine inşa edildi ve bu karşıtlıkların birbirlerini var ettiklerine inandılar. İyi ve kötü, siyah ve beyaz, kadın ve erkek…

Modern perspektifte gelişen bu bilim, üçüncül pozisyonlara ihtimal vermeyen, katı ve Hristiyan Avrupa kültürünün bir ürünü olarak karşımıza çıkar. Öyle ki dualiteler, zıtlıkları oluşturan birimler arasındaki hiyerarşi mantığı ve her şeyin bilimle açıklanıp basitçe kategorize edilebileceğine olan kuvvetli bağlılık insanlığa siyahla beyaz arasında bir iyi ile kötü ayrımı olduğuna inandırdı. Zaten ortak hafızamız, bu siyah-beyaz metaforundaki iyi ve kötü ayrımının yol açtığı kötü sonuçlarla dolu.

Modernizm, cinsiyetleri tanımlarken biyolojik farklılıklar üzerinden basit bir kadın-erkek ayrımı yapıyor. Bu sadece insanlar için değil, bitkiler ve hayvanlar için de geçerli bir ikililik. Biyolojik açıdan bunun doğruluğu yadsınamaz. Fakat bu sadece ön kabullü bir tanım ve bitkiler gibi insanın da tüm cinsel kimliğinin biyolojik cinsiyetten ibaret olduğuna inanmak, çağdaş insan ve toplumsal düzenle pek örtüşür cinsten değil. Çünkü atanmış cinsiyetlerinin normlarını üstlenmeyen pek çok insan var ve cinsel kimliğin cinsel organdan ibaret olduğunu düşünen heteronormatif bakış açısı heteroseksüel olmayan insanların varlığını tehdit ediyor.

Tüm bunları özetleyecek olursak modern bilimin sunduğu biyolojik cinsiyet, üreme sistemini açıklamak için kullanılabilecek basit bir ayrım ve cinsel kimliğimizi tanımlamak için yeterli değil. Çünkü bu tanım, tüm cinsel kimliğin üreme maksatlı olduğunu ve bu maksat dışında kalan tüm kimliksel tanımların anomali olduğunu düşünen bir çerçeve. Fakat biliyoruz ki gayet tabii trans bir kadın homoseksüel bir cinsel ilişki neticesinde türünün devamlılığını sağlayabilir. Bu yaşanan olaya basit bir “kadın-erkek ilişkisi’’ olarak bakmak son derece komik olur.

“Var Olma Mücadelesi’’

heteronormativite

Fotoğraf: Sharon McCutcheon

LGBTİ+ bireylerin istemi, basit bir cinsel kimlik kabulünden çok daha derin bir konu. Bu, varlıklarının bireysel düzlemde birileri tarafından kabul görülmesi arzusu değil. Çünkü zaten takdir edersiniz ki bireysel varlıkları, birilerinin kabulü ile ilintili değil. Bu, çağdaş bir toplumda eşit ve adil bir düzen içerisinde yaşama istemi. Örneğin ben bu yazıyı kaleme alırken, trans oyuncu Çağla Akalın’ın katıldığı bir televizyon programında ilgili bölümün yayından kaldırıldığına dair bir haber okuyorum. Anladığım üzere Çağla Akalın da programa katılan her konuk gibi kendi hayatından hiçbir şekilde suç unsuru barındırmayan anekdotlar paylaşmış. Belli ki hanımefendinin suçu(!) heteronormatif cinsiyet normlarına uymamak ve aslında basitçe “var olmak’’. Bu sadece sıradan, gündelik bir örnek ne yazik ki. Heteronormatif bakış açısının dışladığı cinsel kimliklere sahip insanların görünürlüklerinden duyulan akıl almaz endişe bir yana dursun; bu insanlar hemen her gün hayati bazı tehditlerle karşı karşıyalar. Normalize edilmiş transfobik ve homofobik tavır ve söylemlerden, süregelen linç kültüründen, kamusal alanlar ve sağlık hizmetlerinden eşit bir biçimde yararlanamamaktan ve bu listeyi sayfalarca uzatabileceğim bir sürü çağ dışı meseleden bahsetmiyorum bile…

Şahsen utanarak söylüyorum ki bugün ortada göz yummayı tercih ettiğimiz temel bir hak mücadelesi ve yok saydığımız insanlar var. Fakat herkes için daha yaşanılabilir bir “yarın’’ inşa etmek de bizim elimizde.