Evrim Kuran: Bir Kuşağı Anlamak Bir Dönemi Anlamaktır

Evrim Kuran: Bir Kuşağı Anlamak Bir Dönemi Anlamaktır

“Bir kuşağı anlamak için, o kuşağın yaşadığı zamanın ruhunu okumak gerekir.” diyen Kuşak Araştırmacısı Evrim Kuran ile günümüzün gençleri olan Z kuşağı başta olmak üzere, etkileşim halinde olduğumuz diğer kuşakları ele aldığımız bir sohbet gerçekleştirdik. Fiziki iletişim ve yaşam alışkanlıklarımızın boyut değiştirdiği bir çağda jenerasyon farkını ve kuşaklararası etkileşimi doğru analiz etmek, bizlere her şeyden önce “daha yaşanılabilir bir dünya” ortamı sunacak. Bir arada, barışçıl ve çağın gerekliliklerine uyum sağlayarak yaşayabilmenin altında elbette insanı “anlamak” ve “iletişim kurabilmek” yatıyor. Bu alan üzerine önemli kitaplar da yazan Evrim Kuran’ın analiz ve çalışmalarını konuştuğumuz röportajımız sizlerle…

Kendinizi konumlandırdığınız pek çok alan var, tanımlamalarınızda öne çıkan “kuşak araştırmacısı” kimliğinizi daha detaylı ele almak isterim. Bu konuda yazdığınız kitaplarınız da var. 

20 yılı aşkın bir süredir kuşaklar üzerinde çalışıyorum. 2000 yılında o dönem henüz öğrenci olan Y kuşağı ile haşır neşir olduğum bir dönemde bizim zamanımıza hiç benzemeyen bu davranış değişikliğinin nedenlerini tüm yönleriyle incelemek, anlamak istedim. Ve kuşak teorisi ile tanıştım. O günden bu yana işte ve evde, sokakta ve masada, gördüklerimi kuşaklar üzerinden okumaya çalışıyorum. 2006’dan bu yana da kendi şirketimde Türkiye ve Dünya araştırmaları ile konu üzerinde çalışıyorum.

21. Yüzyıl’ın ilk günlerinde o sıralar henüz gelmekte olan Y jenerasyonuna olan ilgim ve merakım, ilerleyen yıllarda müthiş bir mozaik olduğunu kavradığım kuşakların bütününe yayıldı. Buna mecburdum; çünkü bir kuşağı anlamak için öncül kuşakların yaşadıkları zamanın ruhunu da okumak gerekliydi. Fark ettim ki kuşakları anlamak, geçmişi onurlandırmak, geleceği mümkün kılmak için fevkalade bir araç.

Evrim Kuran: Bir Kuşağı Anlamak Bir Dönemi AnlamaktırFotoğraf: 12194226 / Pixabay

“Bir kuşağı anlamak, bir dönemi anlamaktır.” ifadeniz gerçekten kişilerden tutun da kurumlara kadar pek çok alana referans olabilecek, pek çok konuda yol gösterebilecek bir tanım. Peki, sizce bir kuşağı iyi anlamak neden bu kadar önemli?

Kuşaklar konusunda derinleşmek beni daha az yargılayan, daha çok anlayan ve gören bir insan haline getirdi. Çünkü zamanın ruhunu ve bağlamı anlamak, sizin zamanlarınızda yaşamayanların belirli davranış kalıplarını da anlamayı kolaylaştırıyor. Kuşak çalışmaya başladığımdan beri bağlam benim için içerikten daha önemli hale geldi.

İlk kitabım Telgraftan Tablete’de de paylaştığım gibi jenerasyon çalışmanın insanı getirdiği en şahane düzlem nedir diye soracak olursanız tereddütsüz şöyle söylerim: Bir kuşağı anlamak, bir dönemi anlamaktır. Bir dönemi anladığınızda ise paradigmanın kıskacına sıkışmaktan kurtulursunuz ve sizin gibi olmayanları kendinize ait yargılarla değil, onlara ait gerçeklerle görmeniz mümkün olur. Bu mümkün olduğunda ise dönüşürsünüz. Birey olarak, kurum olarak, toplum olarak…

Toplum ve aile ilişkilerinin yanı sıra kuşaklar arası etkileşimde yaşanan birçok problemin temelinde iletişimsizliğin yattığını görebiliyoruz. Dolayısıyla kimi zaman anne- babalarımızla kurduğumuz diyaloglardaki yetersizlik hissini sadece “kuşak farkı” olgusuna dayandırıp konuyu kapatmak yanlış değil mi? Bu sorunsalı nasıl aşmalıyız?

Baş döndürücü hızla değişen dünyada, ebeveyn artık çocuğu üzerinden dünyayı anlamaya çalışıyor. Ebeveynliğin kodlarını sosyal mecralarda değil, ana-babalık içgüdümüzde, kalbimizde ve beynimizde aramamız gerektiğini düşünüyorum. Hiçbir ebeveyn sorularının gerçek yanıtını Google’layarak bulamaz. Ebeveynlik kuyusu kalbimizde. Aklımızın ipiyle o kuyuya inmeliyiz.

Evrim Kuran: Bir Kuşağı Anlamak Bir Dönemi AnlamaktırFotoğraf: Klimkin

Peki 1946-1964 yılları arasında yaşanan bebek patlaması sonucu “baby boomers” kuşağı olarak anılan kuşak, bilişim ve dijital teknolojide yaşanan devrimlerle olgunluk dönemlerinde karşılaştı. Haliyle kimileri dijital ürünleri tamamen reddederken büyük çoğunluk sancılı da olsa sürecin içine girdi. Gözlemlerinize göre birçok toplumsal değişime yol açan bu teknolojik gelişmeler, o kuşakta sosyolojik ve psikolojik anlamda neleri değiştirmeye başladı?

Bebek Bombardımanı Kuşağı’nın gençliğinin Türkiye’sini düşündüğümüzde 1000 kişiye 18 telefon, 4 otomobil düşüyordu. Sadece büyük kentlerde elektrik vardı. Bu kuşak çok az kaynakla büyük hayaller kurmayı öğrendi. Radyo İle tanıştı, renkli televizyonlar için para biriktirdi.  Ben teknolojiye adapte olmak konusunda sancılı olduklarını düşünmüyorum. Onların çocukluklarında devrim olarak görülebilecek birçok teknolojiye uyumlanmakta başarısız sayılmazlar. Teknolojiyi kavrayışlarının yeni kuşaklardan farklı olduğunu düşünüyorum. Teknolojiyi bir araç olarak görme, dijitali yaşamın merkezine koymama, gerçek, fiziksel ortamları önceliklendirme eğilimleri diğer kuşaklara göre doğal olarak daha yüksek. Teknoloji, Bebek Bombardımanı Kuşağı’nın yaşamını kolaylaştırdı, ancak yaşamının merkezine oturmadı.

“Aynı kentin farklı semtlerinde bile birbirine taban tabana zıt Z kuşakları ile karşılaşmak mümkün.”

Konumuza Z kuşağı ile devam edelim. Onlar, günümüzün genç kuşağını oluşturuyorlar. 90’ların sonları ile 2010’ların ilk yıllarını kapsayan Z kuşağı mensuplarının daha çok deneyimleyerek öğrendikleri belirtiliyor. Bu konuda derinlemesine araştırmalarınız var. Siz Z kuşağını nasıl tanımlıyorsunuz?

83 milyonluk Türkiye nüfusunun %30’u Z kuşağı. Bir başka deyişle ülkemizde 25 milyondan fazla 20 yaş ve altında birey var. Bugünün Z kuşağı dünün gençlerinden farklı. Bu farklılıklar, tek bir kimlik tanımlamayı reddedişleri, diyaloğa açık ve gerçekçi oluşları ile açıklanabilir. En önemlisi Z kuşağı, kendini tek bir yolla tanımlamıyor; belirgin biçimde dahil edilme yanlısı, daha az çatışma yanlısı ve hayatı pragmatik yaşıyor. Dünyanın doğal kaynaklarının en hoyratça tüketildiği dönemde dünyaya gelmiş bir nesil olarak çevresel temalara hassasiyetleri oldukça yüksek diye genellesem de  “Bütün Z kuşakları aynı özelliklere sahiptir.” düşüncesi yanıltıcıdır.

Dünyanın 61 ülkesinde genç kuşak araştırmaları yapan bir grubun parçası olarak (Universum) her sene 1,5 milyondan fazla gencin datası elimize ulaştığında benzerliklerin yanı sıra ülkeden ülkeye göre ne denli önemli farklılıklar olduğunu da gözlemliyoruz. Kuşakları değerlendirirken bulundukları coğrafyanın sosyo ekonomik yapısını, kültürünü ve değerlerini göz ardı edemeyiz. Hatta bırakın ülkeden ülkeye olan farklılıkları ya da bir ülkenin farklı bölgelerini, aynı kentin farklı semtlerinde bile birbirine taban tabana zıt Z kuşakları ile karşılaşmak mümkün. Kısaca, tek tip bir Z kuşağı yok. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’nin üç büyük kentinde Ankara, İzmir ve İstanbul’da düşük gelir grubu ve yüksek gelir grubu Z Kuşakları ile yaptığımız araştırmalarda benzerlikler kadar farklılıklarla da karşılaştık. Belli ki her grup için bir diğeri ötekiydi.

Evrim Kuran: Bir Kuşağı Anlamak Bir Dönemi AnlamaktırFotoğraf: Geralt

Z kuşağının dijitalleşme sürecine olan uyumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Z kuşağı için dijital dünya ve onun doğal bir parçası olan sosyal mecralar alışkanlık değil; bir yaşam alanı. Bu yaşam alanında öğrenebilirler, eğlenebilirler, öfkelenebilirler ya da dinlenebilirler. Özellikle öncül kuşakları olan Y’den farklı olarak dijtal mahremiyetlerine daha fazla önem veriyorlar. Çevrim içi ortamlarda kimliklerini gizleme ya da sınırlama eğilimleri daha fazla. İçlerine doğdukları çağın da etkisiyle daha görsel öğreniciler. Öğrenme biçimleri itibarıyla değil, mesajlarını iletme formu olarak da görselliği seviyorlar.

“Z Kuşağı gelecekte sürdürülebilirlik kavramının daha da geliştiği bir dönemde var olacak.”

Gelecekte hangi sektör ve pozisyonlarda Z kuşağı daha yetkin ve hakim olabilir, öngörüleriniz nelerdir?

Z kuşağı bireyler birer yetişkin olduğunda sadeleşme, sürdürülebilirlik, girişimcilik ve sivil toplum inisiyatiflerinin değer kazanacağına inanıyorum. Yine doğa, barış, yaratıcı zeka gibi kavramların da ileriki günlerde daha da ön plana çıktığına şahit olacağız. Bu yeni çağda duygusal zeka en önemli yetkinliklerden biri halini alırken “Milenyum Çocukları” dünyaya epeydir unuttuğu kavramları hatırlatacak.

“Gerçek dünyadan sanal dünyaya geçiş, artık dijital çağın yeni göç türü.”

Dijital ve teknolojik çağın baş döndürücü bir hızla akıyor olması kaynaklı sayıları giderek artan dijital nomadları sizce gelecekte neler bekliyor?

Sanıyoruz ki göç sadece fiziksel bir kavram. Ülkenin fiziksel sınırları içinde kaldığı halde zihinsel olarak çoktan göçmüş milyonlar olduğunu düşünüyorum. Üstelik, bugün artık göçmenlik salt coğrafi göç ile tanımlanabilir bir kavram değil. Göçün artık sadece fiziki mekânla sınırlı olmadığı, sınırların artık sadece ulus devletler tarafından çizilmediği bugünün dünyasında mevcut “dijital göçmenlik” tanımının da ötesine geçilmiş ve göçe yeni bir boyut eklenmiş durumda. Buna da “Sanal göç” diyoruz.

Son 20 yılda hayatımızda yer eden dijital göçmenlik kavramına henüz aşina olmaya başlamışken, pandemi çalışma dünyasında paradigmaları hızla değiştirdi. Göçmenlik dünyasında da durum aynı…

Pandeminin hızlandırdığı dijitalleşme süreci; yeni kavramlar, yeni meslekler, yeni çalışma yöntemleri ve yeni sektörler için ilham olurken, yeni bir göçmenlik biçimini de hayatımıza soktu. Özellikle bilişim alanında istihdam edilen ve ofis dışında herhangi bir yerde çalışma olasılıkları artan dijital çalışanlara ilgi arttı. Artık bireyler ana yurtlarından ve ülkelerindeki çalışma ortamlarından bir uçağa binmeden göç edebiliyorlar. Dijital sektörlerde çalışan sanal göçmenlere Almanya’dan Norveç’e, Bermuda’dan Çekya’ya dünyanın pek çok farklı ülkesinde çalışma vizeleri veriliyor. Dijital göçmen vizesi bir yandan da kişilere freelance çalıştıkları pandemi döneminde farklı ülkelere seyahat etme imkânı sunuyor. Gerçek dünyadan sanal dünyaya geçiş, artık dijital çağın yeni göç türü. Bu yeni biçim, kuşkusuz ki yepyeni kültürel kodları ve uyumlanmaya dair yepyeni meydan okuyuşları da beraberinde getirmekte.

Evrim Kuran: Bir Kuşağı Anlamak Bir Dönemi AnlamaktırFotoğraf: Tho- Ge

X ve Y kuşağı olanlar, son dönemin gözde konusu olan “Metaverse” evrenini idrak etmekte zorlanıyor. Bu teknolojiye Z kuşağı elbette daha hakim ve heyecanlıyken, Metaverse Y kuşağının çocukları olan Alfa kuşağının merkezinde olacak gibi duruyor. Bu dönüşüm ile ilgili yorumlarınızı merak ediyorum.

Evet, metaverse dijital dünyanın altın çağında doğan Z Kuşağı için doksanlarda internetin yarattığı heyecana benzer bir heyecan yaratıyor. Ancak metaverse’ün karanlık yüzünü de unutmamalı. Bu alternatif siber dünya, içerdiği sanal gerçeklik oyun teknolojilerinde taciz, saldırı, zorbalık, nefret söylemi gibi şiddet unsurlarının nasıl yaptırımlara tabi olacağı konusunda tartışmalar yaratıyor. Alfa kuşağının gençliğinde ise daha sistematik, kuralları geniş çevrelerce kabul edilen, adli ve yüz kızartıcı suçların yaptırımlarla karşılanacağı bir metaverse’ün geleceğini düşünüyorum. Diğer teknolojilerdeki dönüşüm, önceki kuşakların hayatlarında nasıl bir etki bıraktıysa metaverse de bu şekilde bir etki bırakacak; ancak metaverse’ün Alfa Kuşağı’nın yaşamlarının merkezine oturacağı gibi bir yorumu sakıncalı bulurum.

“Daha fazla fikir havada uçuşacak, daha çok akıl kullanacağız.”

2013 ve sonrası doğumluları içeren en yeni kuşak alfa kuşağından da bahsetmeden geçmek istemiyorum. Geleceği onlar şekillendirecek. Bu kuşağın geleceğe etkisi ve yansımaları neler olabilir, nasıl yorumlarsınız?

Alfa kuşağının, jenerasyonel sistem teorisine göre yaptığım hesaplar uyarınca rasyonel bir kuşak olması beklentim var. Daha fazla fikir havada uçuşacak, daha çok akıl kullanacağız sanırım. Z Kuşağı ise duygu ve aklın nefis bir buluşmasından oluşan bir jenerasyon olduğundan sakin, soğukkanlı ve anlam yaratan ebeveynler olabilmeleri mümkün.

“Son 3 yılda 10 bin milyoner ile 13 bin girişimci ve iş insanı olmak üzere 23 bin kişi Türkiye’yi terk etti.”

Türkiye’nin yeni göç neslini incelediğiniz çalışmalarınız da var. Son yazdığınız “Onlar Göçtü Buradan” isimli kitap bu konu üzerine. Yurt dışına göç eden kitleyi nasıl analiz ediyorsunuz? 

Yıllardır pek çok gençlik araştırması yapmaktayım. Son yıllarda özellikle genç kuşağın ülkeden ayrılma motivasyonunun arttığına dair gözlemlerim vardı. Özellikle iki yıl önce yayınlanan önceki kitabım Z: Bir Kuşağı Anlamak’a konu olan araştırmalarda bu daha da belirginleşmişti ve üçüncü kitapta yeni nesil göç araştırmasına girişmemiz kaçınılmaz oldu. Bu kitaba konu olan araştırma 2020 Şubat – Temmuz döneminde 9 bölge, 118 ülke, 728 kentte yaşayan 3 bin 253 göçmenle gerçekleşti. Bir göçmen ve bir jenerasyon araştırmacısı olarak çıktığım bu yolculukta yüzlerce farklı hikâyeyi doğrudan dinleme fırsatım oldu. Bugünün Türkiye’sinde yeni nesil bir göç hareketi yaşanıyor. Ne yazık ki Türkiye’nin yeni nesil göçmenlerinin yaşları giderek düşmekte ve yine ne yazık ki Türkiye’nin yeni nesil göçmenlerinin yetkinlikleri giderek yükselmekte.

Son üç yılda 10 bin milyoner ile 13 bin girişimci ve iş insanı olmak üzere 23 bin kişi, Türkiye’yi terk etti. Türkiye’den yurt dışına göç eden kişi sayısı da üç yılda yüzde 97 arttı. 2016’da 69 bin 326 kişi olan yurt dışına giden T.C. vatandaşı sayısı 2018’de 136 bin 740 kişiye yükseldi. UNESCO verilerine göre, Türkiye’den her yıl 50 bin öğrenci yurt dışına okumaya gidiyor. 2012 yılında yurt dışına giden doktor sayısı yalnızca 59 iken, 2019’da 1042’ye ulaştı. Geçen yıl pandemiye rağmen Türk Tabipleri Birliği’nden belge isteyen hekim sayısı 931’e ulaştı. Yine ne yazık ki Türkiye’nin 20 OECD ülkesine beyin göçünden ötürü kaybının en az 220 milyar dolar olduğu öngörülüyor.

Göç edenlere Türkiye’de en çok neyi özlediklerini sorduğumuzda %43,5’i “ailemi ve akrabalarımı” yanıtını verdi. Yani hem fiziksel hem de duygusal bağlamda yaşanan bu bağlantı eksikliği göçmenin en temel sorunu. Kendini tanımlama ve aidiyet konusu da önemli bir mesele. Kendilerini ne gurbetçi ne de göçmen olarak tanımlıyorlar. Kendi içlerinde ‘Ben kimim, nereliyim, evim neresi?’ sorularının cevaplarını arıyorlar. Birçoğu ‘yurtsuzluk’ diye tarif ediyor bu durumu. Bir de bir yandan yeni ülkeye uyumlanmaya çalışırken diğer yandan da ana yurtta etiketlenen kişidir göçmen. Kalıp mücadele edemedi diye yaftalanmak sıkıntı yaratıyor yeni nesil göçmende. Bu kitaba konu olan araştırmayı yapma sebeplerimden biri buydu. Gitmeyi yüceltmek, kalmayı değersizleştirmek ya da tam tersi yanlılıklarla meseleye bakmanın doğru olmadığını anlatmaya çalıştım.

“Genç işsizlerin oranı sürekli artıyor.”

Evrim Kuran: Bir Kuşağı Anlamak Bir Dönemi Anlamaktır

Sizce son yıllarda neden bu kadar çok beyin göçü yaşanıyor?

Türkiye’den ayrılma kararını vermelerindeki en önemli etkeni sorduğumuz katılımcıların büyük bir çoğunluğu ekonomik sebeplere işaret etti. Ülkenin siyasi iklimi, iş olanaklarının yetersizliği ve eğitim/gelişim ise öne çıkan diğer sebepler oldu. İş olanaklarının yetersizliği, Türkiye’de liyakata dair güvenin ne kadar az olduğu ile doğrudan ilişkili.

Genç işsizliğinin sürekli arttığı ülkemizde bu yıl Ocak – Mart döneminde Türkiye genelinde 100 bine yakın katılımcıyla web tabanlı bir araştırma gerçekleştirdik. Türkiye’nin En Çekici İşverenleri isimli araştırmamızda iki öğrenciden birinin genç profesyonellerin %60’ının, deneyimli profesyonellerin %63’ünün Türkiye’de iş yaşamında liyakat kültürü olmadığını belirtmesi, liyakata dair derin bir endişe ve güvensizliği de gözler önüne serdi.

Son sorumu kuşaklararası hiçbir ayrıma gitmeden genel bir yaklaşım ile sormak istiyorum. Halihazırda hayatta olan tüm kuşaklar için bir arada, barışçıl, hoşgörülü ve umutlu yaşamak sizce nasıl mümkün olabilir?

Birbirimizi anlamadığımızı, iletişim kuramadığımızı düşünüyorum. Herkesi olduğu gibi kendi hali ve kendi bağlamıyla görerek kuşaklar arasında iletişim kurulacaktır. Türkiye için çok zor biliyorum. Çünkü görmek anlamak, anlamak sevmektir. Biz çok sevgi dolu bir toplum değiliz ne yazık ki. Kadim Anadolu bilgeliğinden gelen ama özellikle son iki üç kuşaktır bunları feci halde unutmuş bir toplumuz. Bunları yeniden hatırlarsak gayet kolay işimiz.

Kimse kimseyi değiştirmeye çalışmayacak. “Z kuşağı böyle, onlar için şöyle davranalım, bu Bebek Bombardımanı Kuşağı ona da şöyle davranalım.” Bu yaklaşım böyle olmamalı. Herkes kendi şartlarını kendi doğduğu dönemi ve diğerlerinin doğduğu dönemi olduğu hali ile kabul edecek. Daha önceki cevaplarımda dediğim gibi bence zamanın ruhunu okumak çok önemli.

Benim hep anahtar cümlem şudur: “Seni kendime ait yargılarla değil, sana ait gerçeklerle görüyorum.” Birbirimizin bağlamını iyi anlamamız lazım.

Sohbet için teşekkürler Evrim Hanım…