Ayşegül Atalay ile Dijital Bilge Kitabı Üzerine Bir Sohbet

Ayşegül Atalay ile Dijital Bilge Kitabı Üzerine Bir Sohbet

Güncelleme Tarihi: 2 Ekim 2021

Dijital pazarlama ve içerik yönetimi alanında yoğun çalışmalar yapan Ayşegül Atalay, her şeyin hızla dijitalleştiği bu çağda aynayı önce kendisine tutabilmeyi başararak bizleri dijital dünya ile yüzleştirecek bir kitap yazdı. Dijital kimliklerimizi sorgulamamıza ve sosyal medyadaki varlığımız ile özümüz arasındaki  bağlantıyı kurabilmemize imkan tanıyacak “Dijital Bilge”, bizleri düşünmeye ve dönüp bir kendimize bakmaya teşvik edeceğe benziyor.

Biz de iş dünyasında girişimci tarafı ile öne çıkan Ayşegül Atalay ile gerçekleştirdiğimiz röportajda bugünün dijital dünyasının bir fotoğrafını çektik ve Dijital Bilge’nin vermek istediği mesaj etrafında yoğunlaştık. Aynı zamanda binlerce kişiye çeşitli konularda eğitimler veren Atalay, dijital düzenin faydalı yanlarını almamız gerektiğini savunurken diğer yandan fazlasıyla girmiş olduğumuz dijital gerçeklikten dijital detoks yaparak arınmamız gerektiğini söylüyor. Bu süreç, eminim sizin için de çok şey ifade ediyor. O halde yüzleşme, sorgulama ve düşünceler içine gireceğinizi düşündüğüm sohbetimiz başlıyor.

Ayşegül Hanım merhaba, sohbetimize sizi tanıyarak başlamak isterim…

Tabii ki, 1982 yılında Mersin’de doğdum. Lisans eğitimimi İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, yüksek lisans eğitimimi de Galatasaray Üniversitesi’nde Finansal Ekonomi alanında tamamladım.  Kariyerime Fox International Channels, Türk Telekom ve Vodafone gibi alanında lider medya ve telekomünikasyon şirketlerinde dijital pazarlama, içerik yönetimi, IPTV platformları ve ürün yönetimi alanlarında devam ettim.

10 yıllık profesyonel iş deneyimimin ardından girişimcilik serüvenime dijital pazarlama ve içerik hizmetleri alanına yoğunlaşarak, İçerikPlus Medya ve İletişim Hizmetleri’ni kurdum. Dijital pazarlama ve sosyal medya üzerine son 3 yılda, 2 bin 500 kişiye Google Dijital Atölye Girişimcilik Programı ile eğitimler verdim. Şu anda Sabancı Üniversitesi, KOSGEB ve İHKİB, İMMİB gibi meslek örgütlerinde çeşitli eğitimler vermeye devam ediyorum.

Pandemi, dijitalleşme sürecini hızlandırıyor. Hem bireysel hem toplumsal hem de iş dünyası açısından dijital gerçeklikler ve dijital dönüşümlerle artık her an yüz yüzeyiz. Siz bu uyumlanma aşamasında neler hissediyorsunuz? Gözlemleriniz, duygularınız…

Ayşegül Atalay Dijital Bilge

Pandemiyle birlikte gelen, dünya çapındaki toplumsal değişiklikler hepimizi zorladı. Neredeyse bir gecede, sosyal toplanmalar sınırlandı, yüz yüze iş faaliyetleri kısıtlandı ve insanları mümkün olduğunca evden çalışmaya teşvik eden emirler çıktı. Buna karşılık işletmeler ve okullar, internet sayesinde, işlerine uzaktan devam etmenin yollarını aradılar. İnsanlar evden çalışırken, meslektaşları, müşterileri ya da öğrencileriyle etkileşimde kalabilmek için sosyal medya platformlarına ve video konferans uygulamalarına başvurdular. Her değişim, başlarda endişe verici olur ama zorunlu gelen bu değişimden maksimum seviyede faydalanarak negatif durumu pozitif şeylere dönüştürebiliriz.

“Ya az beğeni alırsam.”

Yeni kitabınız Dijital Bilge’nin böylesi bir tabloda ortaya çıkması çok ironik bir durum ve de çok gerekli. Kitabı hangi motivasyonla yazdınız?

Sosyal medyanın hayatımıza girmesi hatta bütün hayatımızın sosyal medya olması ile birlikte etrafımda bolca şu cümleleri duymaya başlamıştım ve hala da duymakatayım:

  • “Acaba hikayeme kaç kişi bakmış?” 
  • “Paylaştığım gönderiyi acaba kaç kişi like eder?”
  • “Ya az beğeni alırsam…”
  • “Fotoğrafı koymadan önce, iyice filtre yapmalıyım.”
  • “Filanca fotomu like etmedi, ben de bir daha onunkini etmeyeceğim.”
  • “Filancayı takipten çıkarmalıyım, çünkü hiçbir gönderime like atmıyor.”
  •  “Şu kadar sürede, şu kadar like gelmezse, insanlar bana ezik der.”
  • “Şu kadarın altında like gelirse, karizmam çizilir.”
  • “En güzel fotoğrafımı koymam şart!”

Hatta zaman zaman postlarına baktığım kişilerin aslında gerçekte, bize görünen (!) gibi bir hayatları olmadığını bile bile, başkalarına çok daha güzel, çok daha güçlü, çok daha karizma görünme ihtiyaçlarını düşünmeye başladım. Kitabımda da sosyal medya mecralarının doğuş hikayelerinden kısa kısa bilgiler verip, etrafımda gördüğüm örnekleri hikayeleştirdim. Evet yaşanan bir illüzyon ama neden bunu yapıyoruz? Okuyucuyu bu noktada biraz düşündürerek dijitalin faydalarının yanında aslında unuttuğumuz şeyleri de hatırlatarak farkındalık oluşturmayı hedefledim. Dijital Bilge’de herkes kendinden, çevresinden bir şeyler bulacak.

Dijital Bilge kitabı Ayşegül Atalay

Yüzleşmek genelde zor gelir insana. Belirli bir kabullenmişlik ve farkındalık sonrası gelişir çoğu zaman.  Dijital dünyada fark etmediğimiz ya da bize masum gibi gelen onca şey var ki… Dijital Bilge bu manada okuyucusuna neleri fark ettirecek? 

Aslında kitabın amacı tam olarak bu: Dijital dünya ile yüzleşmek! Kitap, bilmediğimiz birçok şeyi gözler önüne sererken, çoktan bildiğimizi düşündüğümüz gerçekleri yeniden değerlendirmemizi sağlayacak. Yeni dijital düzen ile baş etme konusunda “farkındalık” kazanacağız. En önemlisi de bu dünya bizi değil, biz bu dünyanın getirdiklerini doğru kullanabilelim diye dikkat etmemiz gereken noktaları göreceğiz. Şimdiye dek dijital düzen ile kurduğumuz ilişkiyi rakam, imaj ve algoritmaların dışında “duygusal” ve “insani” bir gözle yorumlayacağız.

Aslında tam manasıyla dijitalleşmedik henüz. Bu bir süreç. Yaşadığımız şey şu an için daha çok fijital bir süreç öyle değil mi? Bu geçişi nasıl yorumluyorsunuz?

Ben bu süreci olumlu karşılıyorum. Veri ve bilginin, teknoloji tarafından tüketilen dijital biçimlere dönüştürülmesinden daha fazlasıyla karşı karşıyayız. İş hayatından bahsedecek olursam iç görü ve analiz sağlamak için ister yapılandırılmış ister yapılandırılmamış olsun, bu geçiş bize verilerle iş zekâsı kullanımını benimsetiyor. 

Öbür yandan cep telefonu, video, web sitesi, tablet, sosyal medya veya diğerleri olsun, bilgi sağlamak için herhangi bir teknoloji platformunu kullanmakla ilgili bir süreç. Herhangi bir bilgiyi her zaman, her yerde ve herhangi bir şekilde sunmakla ilgili. Dijital devrim, gerçek yaşamdaki eylemlerin ve fonksiyonların dijital ortama taşınmasıyla başladı. Bugünse bu geçişle sanal ortamlara fiziksellikler taşınıyor.

“2030 yılı gibi insan zekasına en yakın yapay zeka formunun geliştirileceği öngörülüyor.”

Çok değil belki 50 sene öncesinden bugüne baktığımızda gelinen nokta eminim ki bize ürkütücü ve inanması zor gelirdi. Genel bir ifade kullandım çünkü yönlendirmeden sormak istiyorum. Sizin için bugün gelinen hangi nokta gece uykularınızı kaçırıyor?

Ben geceleri bir bebek gibi mışıl mışıl uyuyorum, o anlamda uykumu kaçıran bir şey yok. Bugünden ziyade 2030 gibi insan zekasına en yakın yapay zeka formunun geliştirileceği öngörülüyor. O biraz ürkütücü geliyor. En az bizim kadar iyi düşünebilen yazılımların, makinelerin ve robotların günlük hayatımızın bir parçası haline gelmeleri… Yapay olanın artık gerçek olması…

Hakikaten de bilim kurgu sahnelerini aratmayacak sosyolojik ve psikolojik değişimler içindeyiz. Salgının da etkisiyle yeni iletişim şekilleri, çoğu alanın online’a kayması, algoritmaların bizi yönetmeye başlaması, akıllı aletlerdeki her bir hareketimizin kaydedilmesi ve çeşitli pazarlama stratejileri için kullanılması, yapay zekalar vs derken yepyeni bir gerçeklik içindeyiz. Aslında bir illüzyonun içindeyiz gibi de geliyor. Bu açıdan düşünceleriniz neler?

Teknolojiyi kendi hayatınızda nasıl kullandığınızı bir düşünün. Sürekli olarak bununla çevrilisiniz. Hayatımızda “çevrim dışı” ve “çevrim içi” dünyalar arasında sürekli bir etkileşim var. İçerisinde bulunduğumuz dünya, bu alanların harmanı olan başka bir bilgi alanıdır. Harika bir şekilde etkili, değerli kaynaklarla ve aynı zamanda yanlış da yönlenmemizi sağlayabilecek bilgilerle yüklü; yani hem iyi hem de kötü… 

Dijital dönüşüm, ancak gerçekten insan ve teknolojinin bir kombinasyonu olduğunda gerçekleşir. Bu yüzden ne kadar illüzyon ne kadar gerçek sorusunun cevabı biraz da bizde yatıyor.

“Eskiden ilişkiler daha sahiciydi.”

Hani çocukluğumuzun ressam amcası Bob Ross vardı. TRT’de Resim Sevinci adındaki programıyla karşımıza çıkardı. O harika doğa tablolarını anımsıyorum da içimde bir umut belirirdi. O resimlerde hep bir “gerçeklik” duygusu, hep bir “aydınlık” hali geçerdi bana. Demek istediğim bu hissiyatları artık günbegün kaybediyoruz gibi geliyor. Bir yanılsamadayız. Bir özlemimiz var gittikçe büyüyor, bize ne oluyor?

O programı ben de severek takip ederdim. Aslında ne kadar basit ve sevgi dolu dokunuşlarla ne harika tablolar yapardı. Bana basitleştirmenin büyüsünü hissettiren programlardan biriydi. O dönemde ilişkiler bir like’tan biraz daha sahici idi. En azından birbirimizi daha çok arıyorduk, ilişkiler daha sahici idi. En son bir arkadaşınızın doğum gününü kutlamak için ne zaman telefon ettiniz? Yoksa Facebook hesabından gördüğünüz doğum günü hatırlatıcısı sonrası bir iki kelime yazıp konuyu kapatmayı mı tercih ettiniz?

Geleceğe baktığınızda size en distopik gelen konu nedir?

Ayşegül Atalay

Az sayıda seçilmiş kişi tarafından dünyadaki (buna bazı gezegenler de eklenebilir) bütün kaynakların ve insanların yapay zeka yardımıyla yönetilmesi, herkesin bütün hareketlerinin en ince detayına kadar takip edilerek, aslında özgürlüklerin tamamen kaldırıldığı bir boyuta geçiş yapmamız diyebilirim.

“Boston Dynamics’in robotları sanki bilim kurgu filmlerinden fırlamış gibi.”

İnsanlık açısından bakarsak sizce niçin bu kadar robot üretilmeye çalışılıyor? Fikrinizi merak ediyorum. 

Robotlar endüstri devriminin bir parçası. Riskli ve rutin işleri, daha az hata ve daha düşük maliyetle yıllardır yapıyorlar. Yapay zeka ve mekatronik alanındaki gelişmeler ile artık robotlara yeni numaralar öğretmek mümkün. Boston Dynamics’in robotları sanki bilim kurgu filmlerinden fırlamış gibi. Yapay zekanın robotlara uygulanması ona fiziksel bir form kazandırdığı için bilim insanlarına da daha cazip geliyor diye düşünüyorum.

Genelden biraz da özele inecek olursak sosyal medya hesaplarını ele alalım. Bu mecralarda “öz” kavramının kaybolduğunu, olmadığımız farklı kimliklere bürünüldüğünü görüyoruz. Örnekse Instagram’daki filtrelerle sadece yüzler değişmiyor; dijital bir sahteliğin parçası olunuyor. Ve bu aldatmacanın bir parçası olmak, içimizdeki “ben”i acıtmıyor mu, hangi psikolojik açlığın iteklemesi ile buna göz yumuyoruz?

Etrafımızı donatan bu değişimle kurduğumuz ilişkiye biz yön veriyoruz. Bu dünyanın getirileri, psikolojik açıdan, olumlu olabileceği gibi olumsuz da olabilir. Kullanırkenki bilinç düzeyimizle doğrudan ilgili bu. Kendi öz saygımız, inancımız ve duygularımızla ilmek ilmek ördüğümüz bir dünya. Örgü şişlerini kullanmadaki becerimizle alakalı bir durum.

“Her şeyinizi başka insanlarla paylaşmak zorunda değilsiniz!”

Tüm bu dijital sahteliklerden dilerim korunabiliriz. Özellikle yeni neslin daha çok içinde olduğunu göz önünde bulundurursak dengeli bir dijital dünya ve sosyal medya kullanımı için neler önerirsiniz? Dijital çağın bizleri değil, bizlerin dijital dünyayı doğru ve yerinde kullanabilmesi için dikkat edilmesi gerekenler neler?

Belki bir eğitimci gibi konuşmuş olacağım ancak öncelikli söyleyeceğim şey mecralarına uygun hareket etmek. Örneğin Linkedin’i bir eğlence/mizah veya dating amaçlı kullanıyorsanız en büyük yanlışı yapıyorsunuz, hem kötü hem de komik görünüyorsunuz. Doğru yerde doğru hareket etmelisiniz.

Hayatınızın ortasına dijital dünyayı koymayın, her şeyinizi başka insanlarla paylaşmak zorunda değilsiniz! Yani paylaştığınız şeylerin bir değeri olmalı. Paylaşmış olmak için paylaşım yapan o kadar çok kişi görüyoruz ki, içerik kirliliğinden başka bir şey değil. 

Elbette ki çağımızın gerçeği dijitalleşmek. Buna sırt çeviremeyiz ancak teslim de olmamalıyız. Bir yandan sürece uyum sağlarken diğer yandan da dijital detoksu ne şekilde yapmalıyız? 

Kitabımda da üzerine bastıra bastıra bahsettiğim ve sonuna kadar desteklediğim dijital dünyadan uzaklaşarak zihinsel ve bedensel arınmaya ihtiyacımız olan şey dijital detoks. 

Pek çoğumuz, internet ve teknoloji bağımlılığı ile diğer pek çok bağımlılıkta olduğu gibi teknolojiye veya internete erişim sağlanamadığında yoksunluk hissedilen bir durumla karşı karşıyayız.

Her an e-postalarınızı kontrol etmeden yaşayamıyor, akıllı telefonunuzla uyuyup onunla uyanıyor, sosyal medyada uzun vakitler harcıyorsanız dijital detoks zamanınız gelmiş demektir!

Ekranlara baktığınız süreyi sınırlamayı deneyin. Teknoloji olmadan harcayacağınız saatler planlayın. Yemek esnasında telefonunuzdan uzak durun. Telefonunuzu bırakmakta sorun yaşıyorsanız, kullanmaktan vazgeçmek için başka bir odada saklamayı deneyin. Hobilerinize zaman yaratın.  Kitap, gazete veya çizgi roman gibi dijital olmayan medyayı deneyin. Ayrıca yazmak veya çizmek için bir kalem ve kâğıt da alabilirsiniz. Çevrenizi teknolojiden tamamen bağımsız etkinliklerle çevreleyin.

“Merkezi çalışma ve yönetim tarzı bundan sonra daha de-centralized olacak.”

Pandemi sonrası yeni dünya düzeninde iş ve sosyal ilişkiler anlamında bizi neler bekliyor, bu konudaki düşünceleriniz?

Pandemi sonrası iş hayatı bana göre hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. Pahalı plaza katları ya da kalabalık toplantılar, yerini kalıcı uzaktan çalışmaya bırakacak. Hiç hesapta olmayan bir virüsün sosyal hayatı ve çalışma hayatına nasıl etki ettiğine tanık olduk ve oluyoruz. Buna benzer virüsler veya mutasyonlar bundan sonra da devam edebilir. Herkes dersini aldı ve işini ya da süreçlerini dönüştüremeyen firmalar yok olma aşamasına geldi. Merkezi çalışma ve yönetim tarzı bundan sonra daha de-centralized (merkezsizleşmiş) olacak. Sosyal hayatımız bir ölçüde normalize olacak ama insanlar o tedirginliği bir süre daha taşıyacaklar. Her ne kadar aşı konularında ilerleme sağlanıyorsa da pandemi bitmekten çok uzak şu anda.

Dijitalleşme ve sürdürülebilirlik dediğimizde bu iki kavram birbirine neler söyler, siz nasıl bir bağlantı kurarsınız?

Süreçlerini dijital ortama taşıyamamış firmalar maalesef her geçen gün daha çok yara alıyor ve almaya devam edecek. Otomasyon, verimlilik bazı büyük firmaların veya danışmanlık firmalarının tekelinden çıkıp tabana yayılmak durumunda. Geldiğimiz noktada hız, verimlilik ve kar edebilmek her şey anlamına geliyor. Eskiden 10 günde bir siparişimiz teslim edildiğinde mutlu oluyorken su anda ertesi gün elimize geçmediğinde sinirleniyoruz. Eskiden cirosuyla övünenler, şu anda kar edemediklerinde yani ceplerine para girmediğinde batma aşamasına geldiklerini fark ettiler. Eskiden bir işi yaptırmak için 10 kişi çalıştıran firmalar pandemi ile süreçlerin insana bağlı olmasının ne kadar sıkıntılı olduğunu fark ettiler. Bu dönüşümü yapamayan ve sürekli iyileştirmeyi şirket politikası olarak uygulamayan firmalar için görünen ışık maalesef karşıdan gelen trenin ışığı.

Çok teşekkürler…