Bir Tren Kalkıyor ve Başında Ren Var!

Güncelleme Tarihi: 25 Temmuz 2022

Zanaat, doğaya saygı ve kapsayıcılık kavramları üzerine kurulan Atölye Ren markasının kurucusu Gözde Karatekin ile son koleksiyonuna verdiği isim olan ‘’Cesaret’’ üzerinden keyifli ve açık bir söyleşi gerçekleştirdik. Koleksiyon hakkında konuştuk mu? Hayır! Neden mi? Bu sorunun ve daha birçoğunun cevabı için gözlerinizi ve kulaklarınızı iyi açın.

Zanaat, doğaya saygı ve kapsayıcılık kavramlarına inanıyorum. Herkese hayal ettiklerini yaşatabilmek istedim, dolayısıyla; bu üç kavrama inacınca her türlü zorluğa göğüs gerilebiliyor…”

Merhaba Gözde, genelde PlumeMag okurlarının bildiği bir markanın kurucususun fakat bilmeyenler için markandan ve kendinden biraz bahseder misin?

Tabii, ben Gözde. Yaklaşık üç yıl önce Ren adında bir marka kurdum. Bu marka; yavaşlatıcı, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir moda markası ve alternatif bir giyinme pratiği yapmayı amaçlıyor. Ren’in yaptığı işten söz edecek olursak; Geniş beden aralıklarında, herkesin kendinden bir parça bulabileceği ve hayata hızlıca adapte edilebilen sürdürülebilir ürünler yaratıyoruz.  Ren’i hiçbir zaman al-sat bir giyim markası olarak görmedim, o benim için bir projeydi ve kadın bedeninin özgürleşme hikayesini, en temelde de kendi dertlerimi anlattığım bir platformdu benim için. O yüzden aslında Ren’i bir eylem, bir fikir olarak görüyorum. Ve eğer bunu başarabilirsem de bir topluluğa dönüşmesini umuyorum.

Aslında sen bu noktada dünyadaki çoğu moda markasının çok sevdiği iki kavramı sahiplenmiş görünüyorsun: Beden olumlama ve sürdürülebilirlik. Ben bugünlerde bu iki kavramın içinin oldukça boşaltıldığını düşünüyorum ve kitlesel pazarlama için kullanıldığını görüyorum. Senin bu konudaki düşüncelerini rica edebilir miyim?

2014 yılında Boğaziçi Üniversitesinden mezun olduktan sonra, üç yıl kadar kurumsal bir şirkette çalıştım. O dönem işten ayrılırken yöneticime şunu söylemiştim: “Bir tren kalkıyor ve benim bunun başında olma ihtiyacım var.” Bunu söyledikten sonra, üç yıl içinde bu kavramların hayatımıza hızlıca girmesine şaşırıyorum doğrusu, yine de bu sevindirici bir gelişme. Fakat tabii, bir kavramı herkesin kullanması onu değersizleştirebiliyor, bu anlamda size katılıyorum. Yine de bu kavramları kullanmaya devam edip doğru bir yola sokarsak, olumlu yönde bir gelişme yaratabileceğimizi düşünüyorum. Çünkü belki de kelimelerin içi boşaltıldığından, henüz tutum ve davranış arasındaki boşluk kapanmış görünmese de artık giysisini üreten markayı, giysisinin üretim sürecini ve yaşadığı dünyayı merak eden bir Z kuşağı var!

Günün şartları artık bizi “yerelleşmeye” itiyor ve biliyoruz ki; yerelleşmeye adapte olduğumuzda büyük bir rahatlama yaşayacağız. Peki, sen kendi markan üzerinden yola çıkarak yerelleşme ve duyarlı tüketim hakkında neler söyleyebilirsin? Pazarlama stratejin değişken mi yoksa dönüştürülebilir mi?

Pazarlama eğitimi alırken “sürdürülebilir pazarlama” üzerine eğildim ve aslında bunu uyguluyorum. Buna kendi verdiğim isimse: Onarıcı pazarlama. Onarıcı pazarlamayla yapmaya çalıştığımız şey aslında bir bilinç uyandırmak ve insanlara bilinçli bir tüketim modelini aşılamak. Yani, ticareti ve daha fazla satmayı hedeflemek yerine; onlara, daha az almaları, aldıklarını uzun süre kullanmaları ve paralarını daha kıymetli şeylere harcamalarını sağlamayı hedefliyoruz.

Markaların biz tüketicileri birer sayı olarak gördüğünü farkındayız fakat aslında bizler birer sayıdan çok daha fazlasıyız, tüketiciler olarak büyük bir güce sahibiz. Senin tüketiciler hakkındaki görüşlerin nedir?

İnsan artık Homo Sapiens değil, üreten insandan tüketene geçtik. Bizler artık birer tüketiciyiz. Tüketiciler olarak, aldığımız her ürüne paramızla oy verdiğimizi düşünebiliriz, gücümüzü de buradan alıyoruz. Ren adına konuşursam; kendi topluluğumuzun üyelerine tüketici demeyi uygun görmüyorum çünkü biz beraber kitap kulübü de yapıyoruz ve onlara şunu söylüyoruz: “Gücünün farkına var ve satın alma eyleminde; dünyaya, sana ve çevrene iyi gelecek olana para harca, kıyafet bir meta değildir!”

Marka olarak, sürekli vermeye çalıştığımız bir mesaj var: “Kendini tanı, çevreni tanı, doğayla bağ kur ve bedeninle bağ kur, biz de bunu giysilerle yapmana yardımcı olalım.” Bunu yaparken amaçladığımız şey de hakkaniyetli, şefkatli ve incitmeyen bir yaşam için birlik olmak…

Peki, sizin topluluğunuz kimlerden oluşuyor? İsteyen herkes katılabiliyor mu? Kitap kulübünden başka, birlikte neler yapıyorsunuz?

Herkes, takip et butonuna bastıktan sonra topluluğun bir parçası oluyor. Şu an yüz yüze bir araya gelemesek de kitap kulübünden başka sürdürülebilir yaşam kulübü gibi kulüplerle bir arada olmayı hedefliyoruz. Üstelik, topluluk olarak iletişimimizin çok güçlü olduğuna inanıyorum ve destekleyiciliklerini daima hissedebiliyorum.

Realist bir bakışla; kurumsal hayattan ayrılıp, ben kendi markamı kuruyorum demek nasıl bir şey? Ne zaman gerçekten para kazanmaya başlıyorsun?

Kurumsal sektörde kendimi prangalanmış ve hapsedilmiş hissediyordum. Gerçekten çalışma koşulları bana göre değildi ve o hissiyatı kaldıramayacağıma karar verdiğim bir noktada işten ayrıldım. Kendi işimizi kurarken açıkçası nasıl olur diye düşünmedim fakat bugün görüyorum ki; Instagram üzerinden satış da hiç kolay değilmiş! Özellikle yeni algoritmalar yüzünden artık reklam vermeden kazanmak mümkün değil…

Bir girişimci için kaynak bulmak zor mu?

Pandemi sürecinde her şey çok değişti, küçük üretici bu durumdan oldukça fazla etkilendi. Yurt dışından aldığımız hammaddelerin fiyatları arttı, evlere kapanmalar vs. gibi durumlar nedeniyle de satışlarda gözle görülür bir düşüş yaşandı. Fakat ticaret artık benim için bir tutku haline dönüştü, artık başka bir iş yapmak istemiyorum. Çocuğunuzu nasıl ki atamazsınız, işte Ren de benim için öyle. Ona tutkuyla bağlıyım ve onu geliştirmek için kendimi adamaya hazırım.