100. Yılında Lozan Anlaşması

100. Yılında Lozan Anlaşması

Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere genç subayların ülkenin kurtuluşu için tek  yol olarak gördükleri cumhuriyet, önümüzdeki günlerde 100 yaşını dolduracak. Oldukça zorlu ve kanlı gerçekleşen bu rejim değişikliği, Türk halkına kendi özgürlüğünü getirdiği gibi aynı zamanda ezilen birçok diğer halka da umut ışığı oldu. Cumhuriyet rejiminin temellerinde ise Lozan Anlaşması gibi bağlayıcı ve kurucu bir anlaşma yer alıyor. Peki, Lozan Anlaşması’nın ne kadar iyi tanıyoruz? 

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucu Belgesi: Lozan Anlaşması

100. Yılında Lozan Anlaşması

Lozan Anlaşması’nın önemini anlamak için öncelikle Türkiye’nin içerisinde bulunduğu konumu tahayyül etmemiz gerekir. Balkan Savaşları sonrasında yorgun düşen Osmanlı İmparatorluğu, İttihad ve Terakki’nin kararları ve Almanya’nın zorlamalarıyla birlikte Birinci Dünya Savaşı’na girdi. Savaş süresince birçok cephede kayıplar yaşayan Osmanlı İmparatorluğu, sonuç olarak Türkiye tarihinin bir diğer önemli anlaşması olan Mondros Ateşkes Antlaşması ile birlikte savaşı kaybettiğini resmen kabul etmiş oldu.

Mağlup devletler arasında imzalanan anlaşmalar, galip devletlerin birçok hakkı dayattığı ve resmen parçalama planlarını gerçekleştirdiği anlaşmalar olarak öne çıkıyor. Bu bağlamda başta boğazların ve İstanbul’un kontrolü olmak üzere tüm Anadolu’yu galip devletlerin ellerine teslim eden Mondros Ateşkes Antlaşması, bir bakıma Osmanlı İmparatorluğu ve İstanbul Hükümeti’nin sonu anlamına geliyordu.

Kurtuluş Savaşı kahramanı İsmet İnönü, Birinci Dünya Savaşı sırasında sohbet ettiği bir Alman subayıyla olan konuşmasını şu sözlerle aktarıyor:

Bir gün, benim başımda bir müdür vardı, daha Sarıkamış muharebesi olmamıştı, onunla konuşuyordum. Harp uzuyor… 

“Ne olacaksınız siz, dedim, nedir yani bu kadar ısrar ediyorsunuz?”

 “Belçika’yı alacağız !” dedi. 

“Belçika değer mi bu kadar yaptığınız şeye? Sarfettiğin gayrete bak…” dedim. Sıkıştırdım adamı. Şunu dedi, bunu dedi: 

“Türkiye!” dedi. 

Faltaşı gibi açıldı gözlerim: “Nasıl Türkiye?..” dedim. Toparlandı o da: 

“Daha rahat çalışacağız, dedi, o zaman iyi olacak…” dedi. 

Bu benim kendi işittiğim. Adamın tasavvuru bu. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu bir “hasta adam” üniformasını giymişti.

İsmet Paşa’nın aktarımlarından anlayacağınız üzere sözde bizim müttefikimiz olan Almanların dahi Osmanlı İmparatorluğu üzerinde çıkarları bulunuyordu. Üstelik, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan kısa bir süre sonra İstanbul bilfiil işgal edilmiş, İzmir’e ise Yunan askerleri çıkarma yapmıştı. 

Mustafa Kemal Atatürk, bu vahim durum karşısında vatanın kurtuluşu için atılması gereken adımı attı ve Anadolu’ya çıktı. İstanbul Hükümeti’nin kısa bir süre içerisinde onu müfettişlik görevinden uzaklaştırması, yurdun dört bir yanında patlak veren işgal girişimleri ve Batılı devletlerin baskısına karşın güçlü bir duruş sergileyen Atatürk ve arkadaşları, 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açarak siyasi alanda Türkiye’yi temsil etme üzerinde hak iddia etti. İşgale karşı mücadele girişimlerine rağmen belki de Anadolu’nun gördüğü en zalim anlaşma olan Sevr Anlaşması’na, aynı yıl imza atıldı.

100. Yılında Lozan Anlaşması
Fotoğraf: Wikimedia Commons

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını detaylı bir şekilde ele alan bu anlaşmada Trakya, Yunanistan’a bırakılırken doğuda ise Ermeni ve Gürcü devletleri kurulacaktı. Boğazlar ise Türkiye’nin değil, uluslararası bir komisyonun idaresine bırakılacaktı. Böylesine ağır şartlara sahip olan anlaşma, Ankara Hükümeti tarafından kabul edilmedi. Böylece İstanbul Hükümeti’nin geçersizliği hukuken kabul edilirken aynı zamanda işgale karşı mukavemet için kararlılık gösterildi.

Bu bağlamda Sevr Anlaşması ve Lozan Anlaşması’nı karşılaştırmak gerekirse, ikisinin de bir devletin kurucu anlaşmaları olduğunu söylemek mümkündür. Gerçekleşmeyen senaryo olarak görebileceğimiz Sevr Anlaşması; mandadan daha beter bir halde, elleri ve kolları bağlanmış, Anadolu’ya hapsedilmiş, kukla bir hükümet tarafından yönetilen Osmanlı Devleti’ni ön görüyordu.

Lozan Anlaşması ise Mondros Ateşkes Anlaşması ve Sevr Anlaşması’nın aksine toprak bütünlüğünü ve ulusal güvenlik haklarını koruyan, ulus devletin tamamlayıcısı, bağımsız bir Türkiye ortaya koyuyordu.

Lozan Anlaşması, modern Türkiye’nin sınırlarının ve rejiminin belirlendiği belki de en önemli anlaşmalardan biri olsa da aynı zamanda halk iradesinin işgale karşı tepkisini en sert bir şekilde göstermesiyle de oldukça önemli bir anlaşmadır. TBMM yoluyla Sevr Anlaşması’nın getirdiği ağır yükümlülüklere karşı mukavemet ortaya konurken, aynı zamanda Lozan Anlaşması ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin galip çıktığı bir Kurtuluş Mücadelesi sonrasında hukuki temellerinin de diğer devletler tarafından tanınmasını sağlamıştır. 

Lozan Anlaşması Hakkında Bilmeniz Gerekenler

100. Yılında Lozan Anlaşması

Lozan Anlaşması’nın öncesi ve önemi hakkında bilgi sahibi olduktan sonra isterseniz biraz daha derine inerek  anlaşmanın kendisini inceleyelim. Mudanya Ateşkes Antlaşması sonrasında TBMM, Ekim 1922 yılında Lozan’da düzenlenecek olan konferansa davet edildi. İkilik çıkarmak adına İstanbul Hükümeti de konferansa davet edilmişti. Bunun üzerine TBMM, 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatı kaldırdığını ilan etti.

Türk Heyeti’ni temsil etmek üzere dönemin Dışişleri Bakanı İsmet İnönü, Doktor Rıza Nur ve Hasan Saka konferansa katıldı. TBMM’den kapitülasyonlar ve uzun süredir Türkiye’nin doğusunda kurulması planlanan Ermeni ülkesi hakkında hiçbir taviz verilmemesi talimatını alan heyet, Musul ve kapitülasyonlar konusunda taraflarla anlaşmaya varamayınca kararlar ertelendi. Şubat 1923 tarihinde ise yapılan görüşmelerde Türkiye önemli hakları masada elde etti ve 24 Temmuz 1923 tarihinde anlaşma imzalandı. Çağrı yapan devletler İngiltere, İtalya, Fransa ve Japonya başta olmak üzere diğer tüm devletlerin de kendi iç onaylarını sağlamasının ardından anlaşma 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girdi.

Lozan Anlaşması’nın Türkiye açısından en önemli konuları; boğazların durumu, azınlık hakları ve kapütülasyonlar olmuştu. Öte yandan görüşmeler sürerken İstanbul’un hala işgal altında olması, Türkiye’nin anlaşmayı sonuçlandırmak ve bağımsızlığını resmi ve uluslararası nitelikte ilan etmek için hızlı hareket etmesini gerektiriyordu.

Türk Heyeti’nde başdelege olarak görüşmelere liderlik eden İsmet İnönü, Doğu’da yaşanan durumu ve barışın gerekliliğini şu sözlerle ortaya koyuyordu:

“Efendiler! Çok ızdırap çektik, çok kan akıttık… Bütün uygar uluslar gibi biz de özgürlük ve bağımsızlık istiyoruz.”

Lozan Anlaşması’nın önemini kavramak için en dikkat edilmesi gereken konu, galip devletlerin konferans boyunca içinde bulunduğu hal ve tutumdur. Kurtuluş Savaşı’ndan galip bir şekilde çıkan yeni Türkiye Devleti, haklı davasını sonuna kadar sürdüreceğini savunurken galip devletlerin Birinci Dünya Savaşı’nı kazanmaları nedeniyle masada da istediklerini gerçekleştirme çabası, bunu gösterir niteliktedir.  Galip devletlerin bu tutumuna karşın Kurtuluş Savaşı’ndan galip bir devlet olarak çıktığını savunan Türkiye, gerekirse bir savaşa daha hazır olduğunu oldukça net bir şekilde ortaya koymuştur. 

Mustafa Kemal Atatürk, görüşmeler sürerken İzmit’te yaptığı toplantıda halka şu sözlerle seslenmiştir: 

“Efendiler! Lozan Konferansı; düne ve bugüne ait, üç sene yahut dört seneye ait hesapların halli ve neticeye bağlanmasıyla meşgul olmakta değildir. Belki 300, 400 senelik birçok birikmiş ve yoğunlaşmış hesapların görülmesiyle meşguldür. Dolayısıyla bu kadar derin ve bu kadar karışık ve bu kadar kirli hesapların az zamanda içinden çıkmak, o kadar kolay değildir.”

Atatürk’ün de ön gördüğü üzere Lozan Görüşmeleri taraflar için oldukça sancılı geçmiştir. Bağımsızlığın sağlanması, işgallerin bitirilmesi, kapitülasyonların kaldırılması ve Musul sorunu hakkında oldukça hararetli geçen konuşmalar, Türk Heyeti’ni bir hayli yıpratmış  ancak kararlı duruştan vazgeçirmemiştir. İsmet İnönü, Lozan’daki uykusuz gecelerinden birinde Atatürk’e yazdığı mektupta içlerinde olduğu durumu şu sözlerle özetlemiştir: “Görüştüğümüz zaman saçımı bembeyaz, yaşımı 10 yaş daha ileri bulacaksın.”

Baskılar Türk Heyeti’ni yıldıramamış, İsmet inönü’nün egemenlik inadı sonunda galip gelmiştir. Tarafların anlaşmaya varmasıyla birlikte sınırlar, adalar, Kıbrıs meselesi, kapitülasyonlar, devlet borçları, Boğazlar meselesi ve azınlık hakları konusunda Türkiye’nin lehine birçok karar alınmıştır. 

100 Yıl Sonra Lozan Anlaşması ve Cumhuriyetin Geleceği

100. Yılında Lozan Anlaşması

Türkiye Cumhuriyeti, bugün 100 yaşına basan bir ulus devleti olarak varlığını hala sürdürmeyi başarıyorsa Lozan Anlaşması sırasında elde edilen haklar sayesindedir. Öte yandan Lozan Anlaşması’nın Türkiye’yi kısıtlayan bir anlaşma olduğu da söylenemez. Türkiye’nin Lozan Anlaşması sırasında taviz vermek zorunda kaldığı birçok konu, ilerleyen yıllarda yapılan yeni anlaşmalarla birlikte açıklığa kavuşmuş ve Türkiye lehine çözümlenmiştir.

  • Bunlardan ilki, Türkiye ile Fransa sömürgesi Suriye’nin sınırındaki Hatay meselesidir. Çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu kent, Wilson İlkeleri’ne karşın sınırlar dışında bırakılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat ilgilendiği Hatay’ın Türkiye’ye katılması, 1939 yılında yapılan referandum ile sağlandı.
  • Lozan Anlaşması’nda Türkiye tarafından İngiliz üssü olarak kabul edilen Kıbrıs, 1974’da düzenlenen harekat sonrasında özerkliğine kavuştu ve 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti resmen kurulmuş oldu. 
  • Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne kadar askersizleştirilen Boğazlar, 1936 yılında tamamen Türkiye’nin yönetimine bırakıldı.

Lozan Anlaşması’nın devamı olarak görülebilecek bu anlaşmaların yanı sıra günümüzde de Türkiye’nin hak iddiası devam etmektedir. Yine Lozan Anlaşması’nın belirleyicisi olduğu Adalar meselesiyle alakalı olan kıta sahanlığı mevzusu, Türkiye’nin ulusal savunma konusunda en önde tuttuğu meselelerden biridir. Yıllar içerisinde geliştirilen Mavi Vatan projesi ile birlikte Türkiye’nin Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki kıta sahanlığı korunurken, Yunanistan’ın haksız bir şekilde yaptığı tacizler engellenmeye çalışılmaktadır.

Her olayda olduğu gibi tarihi anlaşmalar da vaziyetten ayrı şekilde düşünülemez. Konferanslar sırasında Türkiye’nin yalnızca 4-5 yıl önce hayal dahi edemeyeceği başarılar elde edilmiş ve ülkemiz resmen bağımsızlığına kavuşmuştur. Öte yandan bugünden baktığımızda anlaşmanın bazı maddeler konusunda ülke çıkarları açısından yetersiz kaldığını söyleyenler de olabilir. Fakat az önce bahsi geçen gelişmeler de göz önüne alındığında, Lozan Anlaşması’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı için yalnızca atılan ilk adım olduğu görülebilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları olarak bizler; Atatürk’ün Hatay meselesi konusundaki inadına, İsmet Paşa’nın egemenlik için duvar gibi duruşuna, 1974 yılında Türklere yapılan zulme karşı çıkartma yapmaktan çekinmeyen dönem hükümetinin cesaretine sahip olmalıyız.