Eleştirel Sanat Sohbetleri | Feride Çelik

Eleştirel Sanat Sohbetleri | Feride Çelik

Günümüzde, güneş giren eve doktor girmez sözündeki güneş kelimesi yerine sanat kelimesini koysak kimse garipsemez herhalde…

Sanatın; hayatımıza güneş gibi yeniden doğduğu günümüz dünyasında, güneşin yaptığı gibi etrafını aydınlatmak ve enerji vermenin yanında göz kamaştırmak ve görmeyi engellemek gibi bir yan etkisi de var.

Özellikle sapın samanla karıştırılmaya çok müsait olduğu sanat dünyasında çok fazla bilgi kirliliği ve kontrolsüz bir sanat profesyoneli artışı gözlemliyorum.

Bir sanat tarihçisi olmama rağmen, bu konudaki kişisel görüşlerimin ötesinde bir kamuoyu oluşturabilmek için başka bir bilene, hatta işini iyi ve derinlemesine bilenlere sorular yönelteceğim ‘’Eleştirel Sanat Sohbetleri’’nin ilkinde, konuğum Feride Çelik…

Umarım bu seri sayesinde sizin de aklınızdaki sorular gün yüzüne çıkar ve sorularımızla etrafı birlikte aydınlatır, birlikte aydınlanırız. Ne de olsa her şeyin başı SANAT.

Keyifli okumalar ve düşünmeler..

Eleştirel Sanat Sohbetleri | Feride Çelik
Feride Çelik

Öncelikle siz şu anda küratöryel projeler geliştiriyor ve özel kurumlara sanat ile ilgili danışmanlık hizmeti veriyorsunuz. Sizi biraz daha tanıyabilir miyiz?

Ben lisans olarak işletme kökenliyim. Lisansımı tamamlayıp hemen akabinde eşimin işleri dolayısıyla yurt dışına gittik. Malum, Türkiye’nin eğitim sistemi… Tek bir sınava bağlı sistemden ötürü hiçbir zaman işletme bölümünü çok keyifli okumamıştım. Hep bir yaratıcı tarafım ve sanata yönlenme halim vardı. Yurt dışında kendimi üniversitede buldum. Amerika’daydık ve eşim çalışıyordu. Benim çalışma iznim yoktu. Ben de birtakım sınavlara girerek hiç vakit kaybetmeden güzel sanatlardan ders almaya başladım. 

Geçici derslere girdim, yetmedi. Kurslara gittim. O kadar mutlu ve memnundum ki… 4-5 sene kadar sürdü Amerika serüvenimiz. Daha sonra Türkiye’ye döndük ve ben hemen ‘’Nerede yüksek lisans yapabilirim?’’ diye araştırmaya başladım. Soluğu Yeditepe Üniversitesinin Arts Management programında buldum. Çünkü benim Business Management kökenim olduğu için ‘’Event Management’’ gibi pek çok ders ortaktı. Yani çok güzel örtüştü. Daha sonra, tezli yüksek lisansımı bitirdikten sonra hemen bir galeri, sergi koordinatörlüğü gibi bir görevlerde çalıştım. 

Fakat hala içimden bir ses ‘’Bir şey eksik.’’ diyordu…

Çok ismini anarım; Süleyman Saim Tekcan’ın IMOGA Müzesi’ne gittim. Süleyman Hoca ile bir sergi projem vardı. Ona biraz durumlardan bahsettim. Bana ‘’Hemen bizim üniversitede doktoraya başlıyorsun.’’ dedi. O zamanlar Süleyman Saim Hoca, Işık Üniversitesindeydi. Öğrenciliğin getirdiği saygı ile bir şey de söyleyemedim ve ben kendimi birden Işık Üniversitesinin kapısında doktora programına başvururken buldum. Bu doktorayı tamamladım. 

Tam tamamlama aşamasındayken; çok klişe olacak ama Orhan Pamuk ‘’Bir kitap okudum, hayatım değişti.’’* der ya, ben de bir derse girdim ve hayatım değişti. Tablo Okumaları… 

İnanılmaz keyif aldım. Müthiş bir şeydi! Tabloya bakıyorsun, kadına bakıyorsun, çiçeğe bakıyorsun… Hani sizin söylediğiniz ‘’Vazodan yorumlar çıkartmak’’ gibi. ‘’Bu kadar derinlik!’’ dedim. Projeler bitiyor ve ben kendi kendime yeni bir tablo buluyordum. Tarihi, sanatçısı, oradaki şişeyi, böceği… Neyse artık bütün imgeler, semboller… 

Benim ilk başladığım, ders verdiğim kurum Yedi Kültür Sanat. Kurucusu, benim arkadaşımdır. Bunları ona anlattım ve ‘’Ders yapalım seninle…’’ dedi. Böylece başladım. Hem doktora yapıyor hem de dersler veriyordum.

Aslında bu ‘’Sizi tanıyalım mı?’’ sorularını hiç sevmem. Fakat bundan sonra soracağım sorular sizin eğitim altyapınız ile bağlantılı olacak. Ben buradan konuyu, Türkiye’deki sanat okuryazarlığına bağlamak istiyorum. Türkiye’de sanatseverler ve sanat sözcüleri için Türkiye’deki sanat okuryazarlığını nasıl yorumluyorsunuz?

Ben bu işe ilk girdiğimde yıl 2007 idi diyebiliriz. O zamanlar da hep bir sanat okuryazarlığı vardı elbette. Fakat oldukça azdı diyebilirim. Son 8-9 senedir bu konuda inanılmaz bir artış görüyorum. İnanılmaz bir merak… Ama bu merak, öyle sabun köpüğü gibi geçici değil. 

Alt metin okuma, bilgilenme, soru sorma, gezme ve öğrenme var. Son beş senede bir patlama oldu ve ben bu durumdan çok mutluyum. Özel kurumların ardı arkası kesilmiyor. Yeni kurumlar açılıyor. Hem özel hem de resmi kurumlarda çalışan benim gibi pek çok danışman ve eğitmen de var. Böylece aslında okuryazarların sayısı da artmaya başladı. Ama her şey merakla başladı…

Biraz daha derinleştirelim… Sizce şu an müze, galeri ve eğitim anlamında bir doyum noktasına ulaşılabilmişlik var mı?

Henüz yok. Eskiye göre iyiyiz. Doyum noktasına çok yaklaştık. Ama tam ulaştığımızı söyleyemem.

Türkiye’de sanat tarihi okuyan bir öğrenci ile yabancı bir ülkedeki bir öğrenciyi karşılaştırdığımızda onlara sunulan olanaklar arasında nasıl bir fark ortaya çıkıyor?

Amerika ve İtalya’ya çok sık gidiyorum. Amerika’daki bir sanat tarihi öğrencisi ile kıyasladığımızda yarı yarıya olduğunu söyleyebiliriz. Burada beş ise orada on… 

Bizde İstanbul’da okuyan öğrenci başarılı olabiliyor. Fakat İstanbul, Türkiye değil. Tabii imkanlar yavaş yavaş artıyor. Şimdi çok şükür ki örneğin Eskişehir, Anadolu Üniversitesi ile ve oradaki Odunpazarı Modern Müze gibi birtakım yerlerin varlığı ile biraz daha düzeliyor. Çünkü bu iş sadece teorik değil. Pratik de yapmak durumundasınız. 

Ben bunun ayrımını Amerika’ya gittiğimde daha iyi görüyorum. Sanat öğrencilerinin The Met’e ve MoMA’ya gitmeleri, orada sohbetlere katılmaları, pratik yapmaları ve tartışmalara katılmaları çok hoşuma gidiyor. Üniversite öğrenci kartlarını göstererek tüm müzeleri ücretsiz ziyaret edebiliyorlar. Tüm bunlar önemli özellikler. 

Ya da fuarlar gibi çeşitli etkinlikler… Bizde de bunlar yavaş yavaş oluyor; görebiliyorum. Fakat daha yavaş; yarı yarıyayız. Daha çok yolumuz var. İstanbul diye bakarsak belki tamam diyebiliriz ama ben tüm Anadolu’ya bakıyorum.

Şimdi BASE ve Mamut Art Project ile artık yavaş yavaş yol alıyoruz. Eskiden BASE’e katılmaya hak kazanan sanat öğrencilerini incelerdim ve hep Mimar Sinan, en fazla belki Eskişehir Anadolu Üniversitesinden olurlardı. Şimdi Edirne’den olsun Aydın’dan olsun farklı üniversitelerden gelen genç öğrencilerin çalışmaları da sergilenmeye hak kazanıyor. Bu açıdan önemli ama daha yolumuz var.

Eleştirel Sanat Sohbetleri | Feride Çelik
Eser: Pelda Aytaş, Bez üzerine nakış ve kumaş , 2021

Evet, çocuk olmasa da belki daha ileri yaşta ama keşfedilmemiş… Mesela ben Pelda Aytaş’ı Mamut’ta keşfetmiştim. Çok başarılı bir sanatçı.

Çok…

Çok da protest bir sanatçı…

Aynen öyle. Ne güzel oluyor değil mi bu keşifler? Bu platformlar çok önemli.

Bambaşka şeyler görebiliyoruz. Çünkü biz; İstanbul veya büyük şehirlerin insanları olarak hep daha ana akım sanat işlerine gözümüz alışmış oluyor. Birdenbire çok farklı bir bakış açısı, bir malzeme… Bunu yaşamlarından da devşirdikleri için… Örneğin Ramazan Can… Yörük kültürünü alıp bize bambaşka bir tasvir sunabiliyor.

Evet, bu çok kıymetli ve Anna Laudel gibi uluslararası bir galeride temsiliyet verilmesi de çok önemli.

Buradan belki galerilerin ve müzelerin görevlerine gelebiliriz. Bunları ayrı ayrı sormak istiyorum. Anna Laudel, benim özel olarak takip ettiğim bir galeri.

Benim de öyle…

Çünkü genelde bana sanki Mamut’tan zıplayan sanatçıların yer bulduğu, kendilerini ifade edebildikleri ve çok hızlı yükselebildikleri bir platform gibi geliyor. Sanatçılarını çok güzel savunuyorlar ve destekliyorlar. Cidden o sanatçı bir notoriété * kazanarak sunuluyor.

*Notoriété: Fransızcada ‘tanınmışlık’

Çok doğru söylediniz. Benim her seferinde, gezilerimde de çok sevdiğim ve anlata anlata bitiremediğim bir galeridir Anna Laudel. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. 

Bir de şu çok güzel değil mi? Anna Laudel, yabancı bir isim ve bu galeride gelenekselle moderni birleştiren sanatçılar yer alıyor. Onur Hastürk olsun, Fırat Neziroğlu olsun, Ramazan Can olsun, Emin Mete Erdoğan olsun… Hepsinde bir gelenekseli modernize etme hali var.

Eleştirel Sanat Sohbetleri | Feride Çelik
Onur Hastürk, Kırmızı Kaftanlı Odalık, 2019, Acrylic, watercolor and 23 K. Gold on Paper (with Muraqqa, Miniature), 64 x 45cm, close up

Onur Hastürk, Düsseldorf’da Assimilation isimli bir sergi açtı. Bu değişim de çok güzel. Yani sadece yabancının getirdiği bir şey değil. Türk geleneklerine de bağlılık ama bunu modernize edebilmek… Ben bu açıdan da yapılan çalışmayı çok kıymetli buluyorum.

Cem Sonel de var. Mesela o da sokaktan çıkıp dijital muraller yapan çok enteresan bir sanatçı. Ben, her sergisinde mutlaka bir heyecanla ‘’Şimdi ne göreceğim acaba?’’ diyorum. Bunu bir keşif olarak görüyorum. Peki, her galerinin bu şekilde yolunu çizip bir misyon edinmesi mi gerekiyor sizce?

Gereklilik demeyelim. Çünkü bu da satış odaklı ve tabii ki haklı olarak hepsinin bir maddi kaygısı var – ki sanat lüks bir şey –  ve kazanmak durumundalar. O yüzden böyle şeyleri gözetmeleri gerekiyor. Ancak bazı kurumlarda görüyorum ki çok vizyonerler… Örneğin Galeri Miz’in kurucusu, sınıf arkadaşım Ayşegül Arayıcı. 

Eleştirel Sanat Sohbetleri | Feride Çelik
Mert Özgen, Oil and gold lead on canvas, 89×178 cm., 2019

Hakikaten genç sanatçıları keşfedip onlara görünürlük anlamında da fayda sağlıyor. Sanat tarihi hocalarının tavsiye ettikleri genç sanatçıların sergilerini açmaya özen gösteriyor. Ben de bir küratör ve danışman olarak böyle galerilerden yeni sanatçılar keşfediyorum. Mert Özgen, Ayşe Topçuoğulları, Metin Kalkızoğlu gibi pek çok sanatçı…

Popüler ve çok satışı olan isimler ara ara giriyor ama daha çok görünürlüğü olmayan sanatçıyı ön plana çıkartmak istiyorlar. Bu da bence çok kıymetli…

Sorunuza dönecek olursak evet; belki olsa çok güzel olurdu. Çünkü ‘’O galeri var. Hadi oraya başvur.’’ denilebilirdi. Ama anladığım kadarıyla galeriler, bu ortamda bazen de satışı yüksek dediğimiz sanatçıların işlerine de yer vermek durumunda kalabiliyor.

Bir de biraz gözü kara davranmak lazım. Orada da Ferda Art Platform’u örnek verebiliriz. Bana göre çok gözü kara ve kuralları da hızla yıktı…

Evet, son Venedik Bienali’ndeki sanatçıları getiriyor.

Eleştirel Sanat Sohbetleri | Feride Çelik

 

59. Venedik Bienali Kosova Pavyonu Sanatçısı ve Manifesta14 katılımcılarından Jakup Ferri, 2023 yılı eylül ayında Türkiye’deki ilk solo sergisini Ferda Art Platform’da sergileyecek.

Harikaydı. Hem onu yapıyor hem de buradaki sanatçıları yurt dışına götürüyor. Sizin o galeriye kazandırdığınız bir sanatçı var: Esra Karaduman. Bunlar çok güzel paslaşmalar bence ve galerilerin bu kaldıraç görevi… Yani günümüzde galeriler belki de bir ticarethaneden daha çok sanatçı kaldıracı olsalar çok güzel olurdu. Burada da çok büyük bir kazanç var. Çünkü aslında çok büyük bir potansiyel var.

Bir de şu var ve ben bunu çok isterdim açıkçası; keşke birlik olsa galeriler. Bunu da çok söylüyorum. Uluslararası fuarlara gitmek açısından belki… Hepsi maddi bir külfet aslında.

İşte, Juma da var. Mixer’i çok severim. Bosfor var. Ne bileyim, Art On var… 

Aslında bir dünya galeri var ve bunlar kült, iyi galeriler. Aslında birlik olup belki bu sizin dediğiniz gibi konsept olarak da ayrılabilirler. Sanatçıları paylaşmak olsun, bir fikri paylaşmak, bir bilgiyi paylaşmak… Ama galerilerin hepsi çok kişisel hareket ediyorlar. Birleşemiyorlar… 

Belki de denediler olmadı. Çok emin değilim. Bir ara vardı Galericiler Birliği… Keşke öyle bir şey olsa değil mi? O zaman belki de bu sizin dediğiniz problemler hallolabilir. Tabi ben galericilik yapmadım. Eminim altyapıda çok farklı dinamikler vardır. Duyuyorum; çok önemli şeyler var. Onlar da tabii ki bunları gözetmek durumundalar. Ama gönül isterdi ki öyle olsun.

Ama yine de bence şu an galeriler Türkiye’de, bunu rahatlıkla söyleyebilirim ki müzelerin kapatamadığı çok büyük bir açığı kapattılar. Müzelerden benim hala çok büyük beklentilerim var.

Benim de…

Çünkü Türk sanatının yurt dışına tanıtılması ve bizim dünya müzelerinde yer alabilmemiz için ilk önce kendi müzelerimizde bu sanatçıların yer bulması gerekiyor. O müzelerin de kendi güçleri ile bunu dünyaya açıp bazı anlaşmalar ile belli yaptırımları bile olması gerekirken biz o anlamda çok geride kalıyoruz. 

Tamam; mesela Ferda Art Platform, sanatçıları alıp yurt dışına götürüyor. Fakat bu biraz da yangına kova ile su atmak gibi. Bizim burada daha çok kurumsallaşmış büyük yapıların desteğine ihtiyacımız var.

Çok doğru. Çünkü müzeler güçlü. Baktığınızda çok daha büyükler. Ama dediğiniz gibi onların bir Türk sanatçının arkasında durup onu bir yerlere götürmek gibi bir şeyi yok. Ya da bir galeri ile hareket etmek gibi bir yönteme girişmiyorlar. Keşke böyle olsa… 

Dünyanın pek çok yerinde bienaller oluyor. Kaç tane sanatçımız Ferda Art Platform gibi güçlü bir galeriyi arkasına alıp yola çıkabiliyor? Keşke müzeler böyle bir şey yapsa, ne kadar iyi olurdu. İnanın, çok yetenekli sanatçı var. Ben bazen bakıyorum, diyorum ki ‘’Bu sanatçı burada ise… Bizde o kadar çok bunun gibi ve daha da üstün sanatçı var.’’ Görmek istiyor insan… New York’ta, Venedik’te, dünyanın her yerinde görmek istiyor. Çok haklısınız.

Eleştirel Sanat Sohbetleri | Feride Çelik
Bihter Ayyıldız ve Öner Kocabeyoğlu

Koleksiyonerler de son zamanlarda çok hareketlendi. Şu anda müzelerin yapmasını beklediğimiz pek çok işi bir anlamda çok köklü koleksiyonerlerimiz yapıyorlar. Mesela Öner Kocabeyoğlu… 

Tabii ki bu da bir ekosistem ve bu koleksiyonerlerden kaç tane sayabiliyoruz? Beş ya da on tanedir. Sanki devletin bir kültür politikasını içeriye sokmak gerekiyor. Ama biz bütün iyi niyetimizle bunları beklerken sanatla ilgili söz sahibi olanlar… Yani koleksiyon danışmanları, bazı galeriler ve küratörler düşünüldüğünde bu insanların altyapıları çok önemli. ‘’Kim ne söylüyor?’’; ben biraz burada da bir karmaşa görüyorum açıkçası. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

Evet, çok arttı. Çok fazla sayıda küratör ve sanat danışmanı var. İnanın, isimleri takip edemiyorum artık.. Tabii ki altyapının olması çok önemli. Öbür türlü ‘’Biz niçin bu kadar okuduk?’’ diye de düşünüyorum. Hala okuyoruz. Kendimi yetiştirmek ve geliştirmek için dünya güncelini takip etmek zorundayım. Bu bütün meslek sahipleri için geçerli.

Bir kültür sanat politikamız olmadığı için… Burada da şu veya bu doğrudur diyebileceğimiz bir yaptırımımız yok. Piyasa da bu şekilde yürüyor. Ben mesela AICA’yı* çok takdir ediyorum. Ücretleme konusunda da çok güzel bir açıklıkları var onların. Gerçi orada da bazı aksaklıklar oluyor. Ben bu kadar savunduğum bir şeye hala üye olamadım. (Gülüyor.) Başvuru süreleri çok kısa. Ama yine de güvenilir bir kurum.

*AICA, Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği’nin kısaltmasıdır. 1948’de kurulan kuruluş, Türkiye’deki ilk şubesini 1953’de açmıştır.

Ama oraya bile sızanlar oluyor maalesef.

Öyle mi diyorsunuz? Doğrudur. İşte ben bir şekilde girmek istiyorum. Fakat geri dönüş alamıyorum.

O zaman buradan AICA’ya seslenelim… (Gülüyor.)

Evet, bir seslenme yapalım. Çünkü amacı ve vizyonu çok düzgün. Ama bu kurumların işlevsel olmaları gerekiyor. Daha güçlü yaptırımları olması gerekiyor.

Sizin ağırlıklı olarak Türkiye’de ama yurt dışında da sanat içeriği geliştirdiğiniz turlarınız var. Bu aslında dünyada da oldukça popüler olan bir trend. Artık ortada hala oldukça popüler olan gastronomi turizmi kadar güçlü olan bir sanat turizmi de var. Türkiye’de bu anlamda İstanbul güçlü ve Eskişehir de çok güzel bir çıkış yaptı. Türkiye’de bu bağlamda ışık gördüğünüz yerler var mı?

İstanbul, hem sanat okuryazarlığı ve sanat kitlesi hem de belli bir maddi imkana sahip insan sayısı fazla olduğu için başrolde. Ama var… Mesela benim de daha önce yönetim kurulu üyesi olduğum Baksı Müzesi var ki çok kıymetli bir proje. Hüsamettin Hoca’nın (Prof. Dr. Hüsamettin Koçan) kurmuş olduğu çok kıymetli bir yer. Halen çok değişik projeler yapıyorlar. Her ne kadar ben artık işin içinde olmasam da… 

Mesela Çanakkale’deki Troya Müzesi… Ödül de aldı. O da çok kıymetli bir müze. Kenan Yavuz Etnografya Müzesi var. Yine onlar da iki tane ödül aldılar.

Mardin…

Aynen, Mardin Bienali, Çanakkale Bienali, Adıyaman Bienali… Bunlar da bienal kapsamında kültür-sanat için çok önemli. Utanarak söylüyorum; çok istememe rağmen bir türlü kısmet olmamış ve Mardin’e gidememiştim. Bu sene bienal sayesinde gittim. Çok farklıydı. Evet, üzüldüğüm taraflar da oldu. Zaten Instagram hesabımda da sizin yaptığınız gibi dürüst eleştirilerimi iletiyorum. Mardin halkı tarafından çok güzel geri dönüşler aldım. Bienal, tabii ki çok güzel. Fakat şehre çok yazık olmuş. O yapılaşmanın tekrardan dönüştürüleceğini duydum. İnşallah kısa sürede olur.

Bunlar önemli! Eskiden sadece bir bienalimiz varken şimdi 3-4 tane bienal ardı ardına devam ediyor. Müzeler keza öyle… Ama tabii ki daha yolumuz var. Gelişecektir diye düşünüyorum. En azından biz suya taş attık halkalar gelecektir. Umutlu olmak lazım…

Sanat okuryazarlığının bir alt başlığı olarak sanat algısı… Bir sanatçılarımız var. Bir sanatçılarla beraber iş üreten zanaatkarlarımız var. Bir de kendine sanatçı diyen bir topluluk -ki ben bunu kabul etmiyorum- var. Buna, hobi sanatı mı neyse artık yeni bir isim verilmesi gerekiyor. Bu insanların, gerçekten büyük emeklerle eğitime zaman ve bütçe ayırmış ve buna kendini adamış sanatçılarla aynı platformlarda, aynı sergilerde, aynı çatı altında görmek beni bir sanat tarihçisi olarak rahatsız ediyor. Siz bu konuyu nasıl görüyorsunuz?

Hak veriyorum. Bunun kategorize edilmesi gerekiyor. Çünkü bizler sanat tarihçisi olarak bunu biliyoruz. Ama bilmeyen, görmeyen, buna yatırım yapan ‘’sanatsever’’ dediğimiz bir kitle var. Sanat ve zanaat konusuna gelecek olursak, ben burada birlikte yola çıkılmasını çok mantıklı buluyorum. 

Eleştirel Sanat Sohbetleri | Feride Çelik
Fotoğraf: Baksı Müzesi

Çünkü bizim kökenimizde var ve geleneksel sanatımız da böyle bir şey. Yine Baksı Müzesi’nde de sanat, zanaat ve tasarımı iç içe tutan sergiler vardı. Hüsamettin Hoca da bu konu da çok destek verdi. O bölgede de zanaatkar, ehramı dokuyan bir kitle olduğu için… 

Ama bu ayrı. Bir de tabii ki para kazanmak dediğimiz şey… Ben buna ‘’obje sanat’’ diyorum. Birtakım nesneleri objeleştirerek, güzelleştirerek sanat eseri gibi sunan ve bunları satan yerleri görebiliyoruz. Bunun da yine bir politika kapsamında ya da kurumsal bir kimliğe oturtarak başlıklar halinde oluşturulması gerekiyor. Böylelikle sanatsever dediğimiz kitleyi doğru yönlendirebiliriz.

Belki de bir seçici kuruldan geçmesi gerekiyor.

Gibi bir şey…

Birkaç sene önceki bir edisyonda bir galerinin bir sanatçısını Contemporary’nin kurulu kabul etmiyor. Galeri de buna itiraz ediyor. Fakat kurul yine de sanatçıyı almıyor. Demek ki bunlar yapılabiliyor. Bunun sadece fuar kapsamında değil, daha makro ölçekte yapılması gerekiyor olabilir.

Galericiler Birliği ya da belki AICA gibi bir birliğin oluşması çok yararlı olacaktır. Böylece aslında fiyat dengesi de korunabilir. Çünkü sanat fiyatlarında da bir dengesizlik var. Belki bu başlık altında da yorumlanabilir. Kurullar bu işe yarayacaklar… Çünkü sizin veya benim konuşmamızın bir yaptırımı yok.

Eleştirel Sanat Sohbetleri | Feride Çelik
Beril”, 150×200 cm, Tuval üzerine yağlıboya, Taner Ceylan

Peki, sizi en son ve en çok heyecanlandıran sanat etkinliği hangisiydi?

Mesela Taner Ceylan’ın sergisine hayran kaldım. Muhteşemdi! Taner Ceylan çok kıymet verdiğim bir sanatçıdır. Uluslararası platformda da bizi çok güzel temsil ediyor. Evet, galerilerdeki ve fuarlardaki sergiler ayrı. Ama İstanbul’u anlatan bir mekanda… Ben bunu çok önemsiyorum. 

Şimdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi de pek çok mekanı sanatsal faaliyetler için veriyor. Bu da çok kıymetli. ‘’Özel mekan’’ dediğimiz… Belki de bir işlevi olmayan, işlevi olmadığı için belki de bilmediğimiz ve görmediğimiz bir mekanın veriliyor olması çok güzel.

Yine son zamanlarda, Abdülmecit Efendi Köşkü’nde sergilenen İsmi Lazım Değil sergisine çok hayran kaldım. Hem Ömer Koç’un özel koleksiyonu hem de küratöryel açıdan çok güzel bir sergi. Bir köşkün içerisi modern sanatla ancak bu kadar güzel birleştirilebilirdi.