Çevreye Karşı Ne Kadar Etiğiz?

Son günlerde tüm Türkiye’nin gözleri, üzerine turistik tesis inşaatı yapılan Gökburun Yarımadası’na çevrilmiş durumda. Birinci dereceden arkeolojik ve doğal sit alanı olan Gökburun ve Cennet Koyu, içinde barındırdığı zengin canlılık, kültür ve tarihle beraber yok olmanın eşiğinde.

Arazi, inşaat firması tarafından 2012 yılında satın alınmış. Tarihi kalıntıların sosyal medyaya yansıyan yürek burkucu görüntüleri ise geçen sene çekilmiş. Yani kültürümüzün ve ortak mirasımızın iş makineleri altında ezilişi yalnızca bugünün konusu değil. Zaten bizler, ne yazık ki bu acı yıkımların yabancısı da değiliz. Hatta korkarım ki yakın gelecekte Cennet Koyu’ndaki otelde güneşlenen insanların pozları sosyal medyada önümüze düşecek ve bizler bir başka cennet koyun yasını tutuyor olacağız.

Dostlar Alışverişte Görsün…

Çevreye Karşı Ne Kadar Etiğiz?

Fotoğraf: Wikimedia Commons

Hazır bahis sosyal medyaya gelmişken sanırım “Niçin böyle oluyor?” sorusunun cevabını aramaya buradan başlamamız gerekiyor. Bugün pek çok duyarlı vatandaş, Cennet Koyu’nda yaşananların haberini sosyal medyadan aldı. Zaten koyun gündeme gelişi de bölge insanının duyarlı tavırları ile başlıyor. Günlerdir süregelen bilgilendirici paylaşımlar ve düzenlenen imza kampanyaları gibi aksiyonlarla ciddi bir kamuoyu oluşturulmuş durumda. Fakat bir de ayın karanlık yüzü var.

Eski sevgilinin tatil pozu ile iş arkadaşının bugünkü kombini arasında yok olup giden bir sosyal medya paylaşımı, üzülerek söylüyorum ki pek çokları için basit bir vicdan teskininden ibaret. “Aman, paylaşmadı demesinler.” kaygısı ile atılan bu adımların, büyük resmin aydınlanmasında pek faydalı olmadığı apaçık ortada. “Dostlar alışverişte görsün paylaşımı” yapan insanlardan bazılarının, bahsi geçen otelin açılış davetinde çevreye gülücükler saçacakları gerçeğini düşünmek kanımızı dondurmaya yeter sanıyorum.

Peki, Ne Yapmalı?

Çevreye Karşı Ne Kadar Etiğiz?

Fotoğraf: Rudolf Jakkel

Her şeyden önce birey olarak çevre etiğine karşı konumlanışımızı gözden geçirmemiz gerekiyor. “Ben sosyal medyada paylaştım. Bu herkese yetsin.” mi diyoruz? Yoksa “gerçekten” bir şeyler yapmaya hevesli miyiz? 

Evimizdeki çöpleri ayrıştırmak bize yetiyor mu? Yoksa ayrıştırılmayan diğer bütün çöpler için kaygılı mıyız? Sessiz sedasız yaşayıp ölmek fikriyle yetiniyor muyuz? Yoksa yüzlerce yıl sonra bizi hiç bilmeden, tanımadan yaşayacak olan insanların hayatlarını önemsiyor muyuz? 

Cennet Koyu, bizler için yalnızca haritada dahi işaret edemeyeceğimiz kadar yabancısı olduğumuz bir yerden mi ibaret? Yoksa talana teslim etmeyecek kadar sahiplendiğimiz ve talan etmeyecek kadar “sahibi olmadığımızı bildiğimiz” bir yer mi?

Sayfalarca uzatmanın mümkün olduğu tüm bu soruların arasında nerede durduğumuzu seçtiysek içselleştirdiğimiz çevre duyarlılığının, günlük rutinimizi ve kişisel kararlarımızı sağlıklı bir şekilde belirlemesi ile yetinmemeliyiz. Bireysel düzlemde olan bu kıvılcımı, toplumsal hayatın bütün dinamikleri içine yaymalıyız. İnsanlara ulaşmalı, bize ulaşmalarına izin vermeliyiz. Ortaya etik olarak iyi ve hukuki olarak bağlayıcı çevre politikaları koymalıyız. 

Hiç değilse bunu talep etmekten çekinmemeliyiz.

Vahşi kapitalist düzenin yayılmacı, sürekli büyüme odaklı ve yağma kültürünün önünü açan yapısı, çevre politikalarının hayata geçirilmesine engel teşkil eder. Ancak bizler, ekolojik yıkımla mücadele kapsamında modern üretim ve tüketim modellerine dayanan ekonomik sistemleri yeniden tartışmaya açabiliriz. Çünkü görünen o ki yapıp etmeleri ile ‘’modern insan’’, çağdaş ve sürdürülebilir bir hayatla aramızda dikiliyor. Varsın yıkılacaksa bir şeyler; bu Cennet Koyu değil, onunla aramızda dikilen zihniyet olmalıdır.

Kapak Fotoğrafı: Wikimedia Commons