Geçtiğimiz mayıs ayında düzenlenen CI Bloom’da gözüme azımsanmayacak sayıda ‘’iplik sanatının’’ ilişmesinden beri bu yazı üzerine düşünüyor ve çeşitli okumalar yapıyorum. Öyle sanıyorum ki hazır nakış eğiliminin boyutlarını test edebileceğimiz Contemporary İstanbul’un 17. edisyonu da gelip çatmışken bu yazının tam zamanı.
Her şeyden önce literatüre değinmekte fayda var diye düşünüyorum. Nakışın bir sanat mı, zanaat mı olduğu tartışıladursun bir de kategorik olarak nasıl isimlendirileceği meselesi var. Yaptığım okumalarda nakış, goblen, etamin ve kanaviçe gibi kavramların yakın zamanda ‘’iplik sanatı’’, ‘’tekstil sanatı’’ ve ‘’kumaş sanatı’’ gibi üst başlıklar ile ele alındığına rastladım. Gerçi artık kategorilere, şemalara ve başlıklara ne kadar ihtiyacımız var? Üstelik nakış sınırlarını bunca yıkarken…
Çağdaş sanatta nakışın yerini anlamak için isterseniz gelin, bu meseleyi hem fenomenolojik hem de tabiri caizse tinsel boyutları ile ele alalım.
Tarih Kadar Eski
Fotoğraf: Suzy Hazelwood
Aslına bakarsanız nakış, insanlık tarihinin en kadim uğraşlarından biridir. En eski iğne işi, bugünkü İsrail’de bulunmuş ve M.Ö. 6500 yılına tarihlendirilmiş. Bu sefer Danimarka’da bulunan bir başka iğne işinin ise M.Ö. 4200’den kaldığı düşünülmektedir. Tüm bunlara dayanarak iğne ve ipliğin, tarih boyunca insanların kendilerini ifade etmek istediklerinde başvurdukları materyaller olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabii bu bize nakışın, insanın imge yaratma tarihi içerisindeki işlevini verir. Bense biraz Larry Shiner’a ve çokça Hans Belting’e katılarak bugün sanat diye bahsettiğimiz kavramın o kadar da eski olmadığını düşünüyorum. O yüzden nakışın sanatsal yolculuğunu seyretmek için 14. yüzyıl sonrasına bakmanın yerinde olacağını düşünüyorum. Nitekim nakışın basit bir el işi olduğu Orta Çağ, tam da burada bitmektedir.
Herhalde sanat sahnesinde kumaş sanatını izlediğimizde karşımıza ilk mihenk taşı olarak 17. yüzyıl Fransa’sında başlayan goblen çıkar. Bunun bir karşılığını teknik bazı farklılıklarla 19. yüzyıldan sonra geleneksel Türk sanatlarında kanaviçe olarak görürüz. Fakat çağdaş sanata varan yolculuğunda nakış; büyük kırılmalarını arts and crafts akımı, ikinci ve üçüncü dalga feminizm hareketi ve postmodernizm ile yaşamıştır diyebiliriz.
Felsefe sonrası sanat bağlamında nakış, sanatta çağdaş uygulama biçimleri ile geleneksel teknikleri geleneksel olmayan yöntemlerle kavuşturmuştur. Bu da üretim sürecinin disiplinlerarası yolculuğunu mümkün kılmıştır. Anlatı olarak nakışa dahil olan çağdaş yaklaşım ve kavramlar ise bu sanat formunu bugünün konusu haline getirmiştir.
Bir Eleştiri Olarak Nakış
Fotoğraf: Abluka, Pelda Aytaş
Şimdi nakışın ‘’tabiri caizse tinsel’’ dediğim boyutuna geldik. Tüm bu uzun yolculuğunu aşarak nakış, çağdaş sanatlar içerisindeki yerini aldı ve bütün imkanlarını sanatçısının zihin dünyasının genişliğine teslim etti. Fakat nakışın tarih boyunca toplumsal algılanışı ve kültürdeki yeri göz önünde bulundurulduğunda bir söylem diğer bütün temaların önüne geçiyor;
Feminizm…
Geliştirilen toplumsal refleksler ve atfedilen ataerkil tanımlarla beraber nakış, ‘’kadın meselesini’’ kurcalamak isteyen sanatçının elinde kuvvetli bir ‘’uğraş-anlatı’’ bağı yakalıyor. İğne ve ipliğin üzerinde oluşturulan dişil imaj, malzemenin tabii olarak kendisinin de söyleme hizmet etmesini sağlıyor. Nitekim kadının ataerkil düzen içerisindeki zihinsel ve bedensel politik varlığı hakkında ortaya bir eleştiri koymak istendiğinde, yine aynı ataerkil düzen için ‘’uygun’’ olabilmeleri adına uzun bir dönem her genç kızın ellerine tutuşturulan iğne ve ipliği kullanmak oldukça nüktedan ve güçlü bir gösteri. Pelda Aytaş ve Ghada Amer gibi isimlerin işlerinde bu güçlü gösterinin harika örneklerini görebiliyoruz.
Kapak Fotoğrafı: Dominika Roseclay