Doksanların sonunda annemin salona serdiği tek renk beyaz bir halı vardı. O yıllarda öyle desensiz halılar pek rastlanılır değildi. Nitekim benim yaşım da çok ufaktı. Düşündüm, taşındım. Annemin kimseden eksik kalır yanı olmasın istedim ve gittim ketçabı kaptım geldim. Hemen güzel bir kenar süsü… Sonra meşrebimce çiçekler, evler, nehirler…
Sürpriz eser tamamlanınca müthiş bir gururla seslendim içeriye… Annem geldi. Bir süre sessizce durdu ve kısık bir sesle sadece ‘’Odana git.’’ dedi. O an beğenmemesine çok bozulmuştum. Fakat yaş aldıkça annemin yaşadığı sinir harbini ve nasıl bir badire atlattığımı çok iyi anladım. Halılar hep evin kutsal bir eşyası olarak kaldı bende. Hatta belki aile saadetinin bir simgesi… Hala ara sıra İstanbul’un o güzel mahale aralarında gezerken sokak taşlarında kadınların yıkadığı ıslak sabunlu halıların üzerinde yalın ayak koşturan çocuklar, yahut bir ufaklığın oyuncak arabasını halının kenar süsünde sanki orası yolmuş gibi sürüklediğini görünce içim keyif doluyor. Hele bir de bu halılar, çağdaş sanatla buluşunca her şey ikinci bir mana daha kazanıyor.
Duvar Halıları
Geçtiğimiz birkaç yıl içerisinde halıların hala ilginç bir şekilde dikkat çekiciliklerinden bir şey kaybetmediklerini fark ettim. Her şey, birkaç yıl önce bir duvar halısı furyasının yeniden boy göstermesiyle başladı. Çevremdeki hemen herkes bir anda bu süs eşyasından ediniverdi.
Tabii aklınıza Anadolu’da rastladığımız geyikleri, tavus kuşlarıyla üzerine doğa manzaraları dokunmuş halılar gelmesin. Bunlar daha çok dijital baskılı desenlere sahip ve malzemesiyle örtü hüviyetinde olan şeyler. Ancak buna rağmen bu örtülerin; bir duvar halısının ruhunu taşıdığı ve ortama mistik, oryantal bir hava kattığı yadsınamaz. Öyle sanıyorum ki popüler oluşlarını da bu havadan alıyorlar.
Tank ve Kalaşnikof

Fotoğraf: The Guardian
Biraz zaman sonra, ben henüz halılarla modern insan arasındaki gizemi henüz çözememişken bir haber çıktı karşıma:
Afgan savaş halıları…
Bölge siyaseti açısından önemli bir yer tuttuğu için güncel Afganistan tarihi yakından takip ettiğimiz bir şey. 1979 Sovyet işgali ile beraber başlayan ve Amerikan işgali ile devam eden olaylar, hepimizin malumu. Fakat takdir edersiniz ki Afganistan, emperyal güçlerin savaş alanı olmaktan çok daha fazlasına sahip. Bunlardan biri de kuşkusuz halı dokumacılığındaki ustalıkları. Zaten Pers kökenli halkların halı dokumacılığındaki marifetini biliriz. Öyle ki İran halıları, dünyanın her yerinde olduğu gibi bizim ülkemizde de pek bir meşhurdur.
Afgan halı dokumacıları on yıllardan beri tanklardan, savaş uçaklarından ve askerlerden başka pek bir şey görmedikleri için halılarda bu desenleri kullanmaya başlamışlar. Kısa bir süre içerisinde ve özellikle Amerikan işgali ile bu iş hızla popüler bir hale gelmiş. Çünkü savaştan dönen Amerikan askerleri için bu halılar, harika bir hatıra ve hediyelik eşya değerinde karşılanmış. Bugün Batı’da çağdaş sanat sergilerine kadar giren bu halılara, Amerika’daki herhangi bir bit pazarında da rahatlıkla rastlayabilirsiniz.
Afgan savaş halısındaki ‘’modern’’ desenlerin ve batı medeniyetinin bu halılara getirdiği oldukça oryantalist bakış açısının, halı dokumacılığının çağdaş sanat serüveninde tarihi bir kırılma noktası oluşturduğu aşikar.
CI’16 ve Mamut Art Project’21

Contemporary İstanbul’un 16. edisyonunda Anna Laudel Galeri’de Ramazan Can’ın halılarıyla yeniden karşılaşmak benim için çok güzeldi. Nitekim Ne Yerdeyim Ne Gökte sergisi hakkında bir incelemeyi daha önceden yayınlamıştık. Fakat aynı fuarda Mr. Besk’in işleriyle de tanışma fırsatım oldu. Kendisi bir grafiti sanatçısı. Çalışmaları, bir malzeme olarak halının kullanım şekli ve yoğunluğuyla Ramazan Can’ın işlerinden oldukça başkalaşıyor. Burada halılar, işin kendisi olmaktan ziyade işe görece arabesk hava katacak bir zemin, hatta bir çerçeve kimliğinde. Hazır nesne olarak halının kullanımına alışkın olduğumuz söylenebilir. Yani buraya kadar her şey normaldi. Sonra fuarda seyircinin dikkatini en çok çeken eserlerden birini keşfettim. Villa del Arte’ye ayrılmış bu bölümün önünde günün her saati kayda değer bir kalabalık ve bu kalabalıktaki herkesin elinde de cep telefonları vardı. Christiaan Lieverse’ye ait bu revaçta portre, tahmin edin neyin üzerine çizilmişti…
Evet, bir halı!
Geçtiğimiz ayın sonunda algıda seçiciliğim son noktasına ulaştı. Kalyon Kültür’de gerçekleşen LIA: Hayatı Kodlamak isimli sergide sanatçının bilgisayar sistemleriyle dokumacılığın arasında kurduğu bağlantıyla oluşturduğu ‘’weaving’’ adlı eseri gördüm. Aynı gün çıkıp Mamut Art Project’i gezdim. Deniz Satır Hartikainen’nin yün dokuma gözleri, Hayrettin Taşkaya ve İsmail Dönmez ortaklığıyla oluşan Studio Pinprick’in masalsı dünyalarını yarattıkları dokumaları ve Özkan Işık’ın son derece güncel sosyal hususlara ilişkin temalarla bezediği halıları…
Son olarak 43 sanatçının eserine yer veren ve fazlasıyla yüksek potansiyel barındıran Mamut Art Project’te de hatırı sayılır miktarda dokumayla karşılaşmak beni keyif verici bir fikre ikna etti diyebilirim. Seyircinin de ilgisini celbeden dokumacılık, farklı teknikleri ve uyarlamaları ile sanatsal üretimde giderek daha fazla yer kaplayacak gibi gözüküyor.

Kapak Fotoğrafı: Karolina Grabowska