Tüm dünyada genel kabul görmüş bir şekilde yasa dışı yöntemlerle elde edilen para, “kara para” olarak bilinir. Bu paranın legal bir şekilde kullanılabilir hale gelmesi için de aklanması gerekir. Tüm ülkeler ve ilgili bazı uluslararası kuruluşlar, bu tarz faaliyetlerle mücadele eder ve gelinen son noktada kara para aklama sahası oldukça daraltılmış durumdadır.
Bir yer hariç…
Burada suça teşvik edebilecek tüyolar vermek istemiyorum. Fakat dijitalleşmenin fevkalade hakimiyeti ve teknolojinin takip edilmesi zor gelişimi, her ne kadar yeni kapılar aralasa da kara para aklama yöntemleri genel hatlarıyla hemen herkes tarafından biliniyor. Haliyle bu faaliyetlerin önüne geçmek de her zaman için çok zor değil. Hemen her pazar için o piyasanın dinamiklerine uygun mali denetimleri içeren yasalar, lokal ve evrensel olarak belirlenmiş durumda diyebiliriz. Özetle paranın hareketi pek tabii takip edilebilir bir şey. Fakat ne yazık ki bu her zaman için böyle olmuyor.
Bir Sanat Eserinin Değeri
Bir sanat eserinin değerinin belirlenmesi felsefi açıdan imkansız bir şey. Buna karşın fiyatlandırılması için çeşitli kriterler mevcut. Örneğin eserin üretim dönemi, yaşı, kaç adet üretildiği, kullanılan malzemenin kıymeti ve tabii sanatçının kim olduğu gibi pek çok etmen esere paha biçmenin yol haritası oluyor. Fakat tüm bunlar elbette “On üretim döneminden… Az üretilmiş. Oradan da elli yazılır.” gibi genelgeçer matematiksel bir hesap tablosu koymuyor önümüze. Hele ki galerilerin ve sanatseverlerin sahip olduğu popüler satın alma eğilimleri ve sanat basını gibi faktörlerin “paha biçme” üzerindeki etkisi düşünülecek olursa özellikle de çağdaş sanat için meselenin manipülasyonlar ve yutturmacalar eşliğinde tam bir keşmekeşe dönüştüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu noktada sanat piyasasında fiyatlandırmanın tam manasıyla regüle edilebilir bir şey olmadığının altını çizmek isterim. Fakat kesinlikle bu tartışmanın arkasındaki felsefi derinliği bilmeden bakılan bir Piet Mondrian tablosuna getirilen “Ya bunu ben de çizerim. Para mı verilir buna!?” gibi komik bir yorumla sığ bir yere çekilmesinin taraftarı değilim.
Sanat Pazarı

Fotoğraf: Artur Matosyan
Buraya kadar sanatın kendi içerisinde getirdiği imkanlardan bahsettik diyebiliriz. İşin bir de sanatın içine yerleştiği piyasanın imkanları boyutu var. UBS’in raporuna göre pandeminin etkileriyle küçülmesine rağmen güncel market büyüklüğünün 50 milyar doların üzerinde olduğu hesaplanmış. Bu göz önüne alındığında, sanat piyasasının çok yüksek miktarlarda nakit paranın döndüğü bir ortam olduğu bizleri şaşırtmaz sanırım. İşin içine takas yönteminin oldukça meşru oluşu, eser satışlarında kamuyu aydınlatma mecburiyetinin olmayışı, denetim muafiyetleri, kayıtsızlık ve piyasanın sahip olduğu genel opak yapı gibi etmenler girince olaylar ilginçleşiyor. Genellikle ne satıcı ne de alıcı eserin nereden gelip nereye gittiğini hiç bilmiyor bile. Sonuç olarak sanat piyasası, kara paranın aklanması için kusursuz bir saha haline dönüşüyor. Diğer sahalardaki daralma da sanat piyasasındaki cazibeyi artırıyor gibi gözüküyor. Küresel olarak mali sistemde aklanabilecek para miktarı düşünülecek olursa son yıllarda sanat eseri satışları için gittikçe daha fazla karşılaştığımız astronomik rakamlar anlamlı bir hale geliyor.
Tabii bu işler sandığımız kadar basit değil. Burada galerilerin, özel fonların, sanat simsarlarının, serbest limanların, bu limanlardaki sanat depolarının, sermaye sahiplerinin, müzayede evlerinin ve hatta sanatçıların içinde olduğu küresel ve kompleks bir ağdan bahsediyoruz. Ne yazık ki hemen her yıl, bu bahsettiğim serbest limanlarda yakalanan kaçak sanat eserlerinin haberlerini okuyoruz. Bunun yanı sıra müthiş bir eser ticareti trafiğinin olduğu bu limanlarda tutulan sanat eserlerinin çoğunlukla paravan şirketlere ait gözükmesi, satışlardan doğan komisyonun rahatlıkla manipüle edilebilmesine sebep oluyor. Serbest limanların getirdiği vergi avantajları ve gizlilik imkanları da cabası.
Sanat Piyasasında Sürdürülebilirlik
Çeşitli ülkelerin yanı sıra Avrupa Birliği ve Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü gibi uluslararası öneme ve etkiye sahip kuruluşlar, sanat piyasasındaki bu yıkıcı faaliyetlere karşı efektif önlemler alıyor. Piyasada ihtiyaç duyulan şeffaflık, en azından belli bir kapsamda hızla sağlanacakmış gibi gözüküyor. Bu uğurda atılan her adımı keyifle takip ediyoruz. Nitekim sanat piyasasının temiz ve sürdürülebilir oluşu, piyasadaki “temiz’’ ve “vergi kaçırmayan’’ paydaşların yanı sıra bizzat sanatın kendisinin sürdürülebilirliği için de hayati bir öneme sahip. Çünkü öyle ya da böyle kabul etmeliyiz ki sanat eseri, içinde barındığı pazar için bir metadan başka bir şey değil.
Kapak Fotoğrafı: Vladislav Reshetnyak