handan börüteçene

Üç İç Denizin Ülkesi | Salt

Güncelleme Tarihi: 19 Kasım 2023

Handan Börüteçene’nin bugüne kadarki en kapsamlı sergisi olan Üç İç Denizin Ülkesi, 7 Kasım 2023 tarihinde görücüye çıktı. Bu özel gösteri 14 Nisan 2024 tarihine kadar Salt Beyoğlu’nda görülebilecek.

Aslına bakarsanız sanatçı bu isimde başka bir sergiyi epeydir hayal ediyormuş. Fakat sergi programını yürüten Amira Akbıyıkoğlu, bu ismi duyunca kaçırmak istememiş. Çok da isabet olmuş… Nitekim Börüteçene sergiden bahsederken serginin kendi üretim macerasının da bir arkeolojik kazısı olduğunu, seyircinin işin nihayetine tanıklık ettiğini ve fakat tüm bunların ardında bütün müzelerin, kitapların, arkeolojik kazıların, ağaçların ve jeolojik katmanların olduğunu, son olarak da yeryüzünün belleği olmasaydı hiçbir şey yaratamayacağını söyleyip ekliyor;

“Üç İç Denizin Ülkesi’ne ve bu şehre teşekkür ederim.”

Üç İç Denizin Ülkesi de anlaşılacağı üzere burası, yani Anadolu ve Trakya. Fakat Börüteçene buranın hikayesini anlatıyor dersek yanılmış oluruz.

Peki ya neden? Sorun “hikaye” mi? Hiç sanmıyorum. Öyle ki Handan Börüteçene yalnızca işlerinin anlatısıyla değil, şahsıyla da harika bir hikaye anlatıcısı. Eserlerinden bahsederken bulunduğu alana bir primadonnanın sahnesine yaptığı şeyi yapıyor. Sırf bunu seyretmek bile fazlasıyla heyecan verici.

Sorun “buranın” mı? Hayır… Çünkü gördüklerimiz 400 bin yıldır insan kalbinin hiç durmadan attığı sonsuz bir nefes olan bu şehre dokunduğu Hayal Gerçekten Daha Gerçektir’den, ata tohumlarını toplamak için köy köy gezdiği Yeryüzünün Belleği’ne kadar oldukça “buradan”.

handan börüteçene

Belki de söylediğimizin yanılgı değil de eksik olduğunu düşünmeliyiz. Börüteçene’nin üretiminde “geçmiş” nosyonu hem kilit hem de anahtar olarak büyük bir yer kaplıyor. Yerel olanın geçmişine oldukça kişisel bir motivasyonun itkisiyle giriyor ve yerel olanın içinde bir yerden evrensel olanın kapısını aralıyor. Belki de böylesi bir serüvende yürütülen her arkeolojik kazı, her şey ve herkes için başat olan bir yerlere varıyordur. O zaman şöyle söyleyelim; Börüteçene sadece buranın hikayesini anlatmıyor…

İki Oda Bir Salon Huzur ile televizyon kapanınca biten savaşları gösteriyor. Yağlayıp güzel kokular sürdüğü Yaşasın Neolitik ile Ukrayna’ya barış diliyor. Bilhassa 80’lerdeki üretimiyle kadın meselesine “ağızları olmayan” kadınlar bırakıyor; Mutfak Ordusu, Ütücüler, Dayanışma, Havva’nın Önlenemez Yükselişi

Handan Börüteçene, mekanın ruhuna/şuuruna/mazisine referans vermekte olduğu gibi mekanın kendisini de sanatının nesnesi haline getirmekte pek bir mahir. Bunun belki de en iyi örneklerini Yeryüzünün Belleği’ni sergilediği Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Hitit Ortostatları Salonu’nda çalışmanın Hitit rölyefleri ile yakaladığı ahenkte ve Kunstmuseum Bonn’da gösterdiği Şehrin İşaretlerinde-Türkiye’den Çağdaş Sanat başlıklı sergisinde ortaya koyduğu sergileme pratiğinde görebiliriz.

handan börüteçene

Hal böyleyken kırk yılı aşkın bir üretim sürecinin tek bir mekana yerleştirilmesi, donuk bir laboratuvarda rastlanan sevimli tavşanlar eğretiliği yaratabilecekken ve hatta bu eğretilik bana kalırsa büyük oranda kaçınılmazken Üç İç Denizin Ülkesi sergisinde ustaca aşılmış. Belki de sergi için çağrılan eserlerin bir kısmına türlü sebeplerle ulaşılamamış olmasına karşın yerlerine “kayıp ilanları” yerleştirmenin, bazı işlerin sergi için yeniden üretilmesinin ve bazılarının da sergide kendilerine arşiv olarak yer bulmasının bunda bir payı vardır. Böylece aynı zamanda Salt Beyoğlu’nda yalnızca bir sergiyi değil, bir Handan Börüteçene kütüphanesini deneyimleme fırsatı yakalıyoruz.

Son olarak bir işe ayrı bir parantez açmak istiyorum.

Bana Kendini Getir

handan börüteçene

Nejat Eczacıbaşı Koleksiyonu’ndan uzun süreli ödünç olarak İstanbul Modern’in seçkisinde bulunan eser, sergide yer alan işlerden birisi. 1800-1960 yılları arasına tarihlenen 19 adet bavul, 19 adet sandalye ve sizleri eserin bir parçası olmaya davet eden ayaklı büyüteçlerden oluşan çalışma, ilk olarak Paris’teki Palais de la Porte Dorée binasında sergilendi. Keza bu bina sömürge ülkelerden kaçırılan parçaların sergilenmesi için inşa edilmişti. Daha sonra Afrika ve Okyanusya Sanatları Müzesi’ne dönüştürüldü ve bugünlerde Ulusal Göçmenlik Tarihi Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor.

Sanatçı, sandalyelere müzenin koleksiyonunda yer alan Papua Yeni Gine’nin Kurimbu Köyü’ne ait yekpare bir ağaç gövdesine yontulmuş 19 portreyi yerleştiriyor. (Yontunun fotoğrafı sergi alanında görülebilir.) Sanatçı aynı zamanda bavulların kapaklarını altın varaklarla kaplıyor. Bu sayede bavullar altının kıymetli bir malzeme olması bir yana, çok iyi bir iletken olmasından ve oksitlenmediği için zamana meydan okumasından mütevellit anıtsallaşıyor.

“Şöyle söyledi mekân:
Beni ilk gördüğün zamanki heyecanlarını getir,
Her biri bir başka işinde sana yol olan.
Bana kendini getir.”