sokak köpekleri

Sokak Köpekleri ile “Ne Yapmalı?”

Güncelleme Tarihi: 9 Temmuz 2024

Son yıllarda sokak hayvanları meselesi Türkiye’nin gündeminde yer alıyor. Başıboş sokak köpeklerine yönelik yeni düzenlemeleri içeren kanun teklifinin TBMM’ye iletilmesi ile beraber de bu mesele üzerindeki tartışmalar yeniden alevlendi. Tartışmaların odağında ise yeni kanun teklifinin bir dizi düzenlemenin yanı sıra sokak köpeklerinin uyutulmasının da önünü açıyor olması yer alıyor.

Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin grup toplantısında konuya ilişkin açıklamalarda bulundu. Mevzuattaki değişikliğin öncelikle sokak hayvanlarının sahiplenilmesini amaçladığını ve bu konuda başarılı olunursa bir sonraki adıma ihtiyaç duyulmayacağını belirtti. Fakat geniş bir çevre tarafından gelişmeler, endişe ile seyredilmeye devam ediyor.

Peki, sokak hayvanları hakkında ne düşünmeliyiz? Hangi çözüm önerisi takip edilmeli? Sorunun kaynağı nereye dayanıyor?

Tüm bu sorulara ve daha fazlasına yanıt bulmak için kısa bir maceraya çıkalım…

İnsanın Doğayı Anlamlandırma Serüveni

köpek sahiplenme
Fotoğraf: Pexels | Ömer Furkan Yakar

Güncel meseleye değinmeden önce kendimize üzerinde düşünebileceğimiz bir zemin hazırlamak faydalı olacaktır. Bu sebeple her şeyin başladığı yere dönebiliriz.

Batı düşünce tarihine baktığımızda insanın kendisini ve çevresini anlamlandırabilmek için insanmerkezci bir bakış açısı geliştirdiğini söyleyebiliriz. İnsanmerkezcilik, sınırlı görüye sahip olan insanın dünyayı idrak edebilmesi için bir düzen ve bir yapı sunar. Bu yapıya göre insan merkezdedir ve diğer tüm “şeyler” bu merkez etrafında düzenlenir. İnsanmerkezciliğin pek çok bağlamda ele alınabileceğini söyleyebiliriz. Fakat bu tartışma özelinde ihtiyaç duyduğumuz bağlam etiktir.

İnsanmerkezci etiğe göre yalnızca varlık olarak insan içsel bir değere sahiptir. Doğal olarak diğer tüm “şeyler” sadece araçsal bir değere haizdirler. Yalnızca insan ahlaki değerleri tanıma bilincine sahip olduğu için de sadece insan ahlaki bir statüye sahiptir. Bu statü gereği insan hem ahlaki meselelerin yegane faili hem de yegane nesnesidir. Haliyle inşa edilen tüm etik düzenler merkezine insanı alır.

Fakat son yüz yıl içerisinde tüm bu etik düzenler, çağın dinamikleri gereği pek çok çevremerkezci eleştirinin odağı haline gelmiştir. Çevremerkezcilik; sadece insanların değil, var olan her şeyin kendine içkin bir değere sahip olduğunu varsayar. Ahlaki meselerin faili olarak insanın yeri değişmese de ahlaki meselelerin nesnesi olarak daha kapsayıcı bir etik düzen önerir. Bu yol ayrımını türcülük, ekoloji ve iklim krizi gibi pek çok bağlam özelinde ele almamız mümkün. Bu bağlamların öznelerinden biri de pek tabii hayvanlar…

Çevremerkezci bakış, hayvanları tamamen araçsallaştıran insanmerkezci bakışa konjonktürel olarak pek çok eleştiri getirir. Bu eleştiriler sayesinde bugün artık bir tartışma konusu olarak bile görülmeyen bazı adımlar atılabilmiştir. Hayvanların türlü eziyetler içinde sirklerde ve hayvanat bahçelerinde yaşam mücadelesi vermeleri ve çeşitli endemik ve nesli tükenmekte olan türlerin hobi amaçlı avlanmaları ile ekolojik düzenin geri döndürülemez bir biçimde zarar görmesi gibi konularda atılan olumlu adımlar, bu eleştirilerin müspet sonuçlarına örnek olarak gösterilebilir.

Tüm bunlara karşın tartışmaların son bulduğunu söylemek pek mümkün gözükmüyor. Nitekim hayvanların insan yararı gözetilerek araçsallaştırılması son bulmuş değil. Çevremerkezci görüşün doğal bir sonucu olduğunu söyleyebileceğimiz bir pratik olarak vegan yaşam tarzı, tüm bu tartışmalar özelinde “talepkar” olmaya devam ediyor.

Hayvan Hakları

Hayvan hakları meselesi de bu geçiş sürecinin yarattığı dilemma içerisinde şekilleniyor diyebiliriz. Bugün bu kavramdan bahsedebiliyor olmamıza rağmen temellendirme hususunda sorunlar yaşadığımız da aşikar. Örnek için Türkiye’deki kanunlara göz atabiliriz.

Türkiye’de hayvanlara kötü muamelede bulunmak ve yaşam haklarını ellerinden almak Kabahatler Kanunu kapsamında ele alınıyor. Buna göre bir hayvanın canına eziyet ederek kasteden bir kişi hapis istemiyle yargılanamıyor. Kanuna göre hayvanlara yönelik tüm haksızlıklar idare para cezası ile sonuçlanabiliyor. Türk Ceza Kanunu’na baktığımızda ise “sahipli hayvan” vurgusu ile karşılaşıyoruz. Sahipli bir hayvana zarar vermek de mala zarar vermek kapsamında değerlendiriliyor. Fakat söz konusu sokak hayvanları olduğunda, herhangi bir mülkiyet bahsi olmadığı için hiçbir yaptırım uygulanamıyor.

Görüldüğü üzere her ne kadar hayvan haklarından bahsediyor olsak da, hayvanlara yine insan aidiyetleri üzerinden değer biçiliyor. Tüm bunlar göz önüne alındığında hayvanlar üzerindeki insan tahakkümü hala bir tartışma konusu olarak hayatımızda yer ediniyor. “Uyutulma” meselesi de temelde böyle bir tartışmadan doğuyor.

Sokak Köpekleri mi? Başıboş Köpekler mi?

köpek hakları
Fotoğraf: Pexels | Emir Bozkurt

Sokak köpekleri meselesinin Türkiye’de toplumu kabaca üçe böldüğünü düşünebiliriz. İlk grup süregelen durumda bir sorun görmeyenlerden oluşuyor ve bu tartışmayla pek ilgilenmiyorlar. Fakat azımsayabileceğimiz bu grubun fikirlerinin aksine Türkiye’de hem insan hem hayvan hayatı hem de kamu düzeni açısından sürdürülemez bir durumla karşı karşıya olduğumuz aşikar. Diğer iki grup arasında ise taban tabana bir zıtlıkla karşılaşıyoruz. Bir grup köpeklerin her ne şartla olursa olsun uyutulmasını vahşice bulurken, diğer grup insan/hayvan hayatının ve toplum düzeninin risk altında olduğunu ileri sürerek uyutulmanın da bir dizi eylem planı içerisinde makul bir yöntem olabileceğini savunuyor.

Kimin haklı olduğuna karar vermeden önce tartışmaya iki grubun kelime tercihleri üzerinden giriş yapabiliriz. Bu konuda pek çok kavram ile karşılaşmamız mümkün. Öreğin itlaf veya bunun yerine ötanazi, ölümcül ayıklama, uyutulma… Yada kısırlaştırma veya bunun yerine orşiektomi, kastrasyon… Aslına bakarsanız tüm bu kavramlar aşağı yukarı birbirlerinin yerine kullanılabilirler. Asıl ayrım “sokak köpeği” veya “başıboş köpek” söylemlerinde yaşanıyor. Çünkü bu iki söylemin de maksatlı bir şekilde tercih edildiğini söyleyebiliriz.

Her ne kadar toplumun büyük bir kesimi “sokak köpeği” kelimesini tercih ediyor olsa da böyle bir şeyin pek de mümkün olmadığını söylemek gerekiyor. Çünkü bilimsel çalışmaların ışığında biliyoruz ki hiçbir köpek sokağa ait olamaz. Her ne kadar sokaktaki köpeklerin komünite tarafından bakılan köpekler olduğu söylense de bu köpeklere “gerçekten” ne kadar bakıldığını düşünmek gerekiyor. Öyle ki yetişkin bir sokak köpeğinin ömrü, evcil bir köpeğin ömrüne nazaran neredeyse üçte biri oranında daha az sürüyor. Yavru ölümlerini de bu istatistiğe dahil ettiğimizde oluşan tablo çok daha vahim oluyor. Sokak köpeklerinin onlar için sağlıklı olan gıdaya erişiminin kısıtlı oluşu, aşıları yapılmadığı için parazitlere karşı savunmasız oluşları ve sokakta gördükleri işkence ve eziyetler de düşünüldüğünde mesele içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bu sebeplerle bu köpeklerin başıboş köpekler olduğunu söylemek çok daha yerinde olacaktır.

10 Milyon Köpek mi!?

hayvan barınakları
Fotoğraf: Pexels | Neosiam 2024+

Türkiye’deki köpek sayısına ilişkin pek çok farklı veriye erişmek mümkün. Fakat bu sayılar arasında çok ciddi bir uçurum olduğunu gözlemleyebilirsiniz. Haklı bir şekilde farklı araştırmaların kendi anlatılarına hizmet etmesi için sayıları manipüle ettikleri düşünülebilir. Bunun yanı sıra bilimsel araştırma sayısının azlığı ve yapılan araştırmaların birkaç yıl içerisinde köpek sayısında yaşanan büyük değişimler karşısında geçerliliklerini yitirdiğini de söylemeliyiz.

Yine de ideolojik saiklerle uydurulmuş 300 bin veya 10 milyon gibi sayıların gerçeği yansıtmadığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Evcil Hayvan Maması Üreticileri Federasyonu’nun (FEDIAF) verilerine göre Türkiye’nin 1.3 milyon köpekle Avrupa’da en az köpeğe sahip olan ülke olduğunu görüyoruz. Yani Türkiye’de her bin kişiye 14 köpek düşüyor. Fakat bu araştırmanın muhtemelen sadece evlerde bakılan köpekleri kapsadığını söylemekte fayda var. Buna karşın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın açıklamasına baktığımızda Türkiye’de toplam 4 milyon köpeğin yaşadığını görüyoruz. Lakin bakanlık, bu açıklamayı hangi verilere dayandırıyor bilmiyoruz.

Doğru sayılar her ne olursa olsun, Türkiye’de sosyal hayatı sekteye uğratacak ve insanların can sağlığını tehlikeye atacak kadar köpeğin elverişsiz ve sağlıksız bir biçimde sokaklarda yaşadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Medeni bir ülkede ne köpekler sokaklarda yaşam mücadelesi vermeye mecbur bırakılmalı ne de vatandaşlar sokaklarda yürürken can güvenliklerinden endişe duymalıdır. Bu konuda radikal görüşlerin ve bazı menfaat odaklarının dışında toplumun büyük bir çoğunluğunun aynı fikirde olduğunu söylemekte fayda var. Asıl kırılma bu problemle başa çıkarken başvurulabilecek yöntemler arasında yaşanıyor.

Ne Yapmalı?

sokak hayvanları kanunu
Fotoğraf: Pexels | Mikhail Nilov

Köpekler için en uygun şartların ancak evde sağlanabileceğini söylemiştik. Fakat buna karşın Türkiye’deki hanelerin sadece %5’inde köpek var. Avrupa’nın köpek sayısı bakımından lider ülkesi Romanya’da bu oranın %45 olduğunu görüyoruz ve tüm Avrupa’ya baktığımızda ise bu oranın ortalama %25’lerde olduğunu gözlemleyebiliyoruz.

Peki ya niçin köpek sahiplenmiyoruz?

Bunun için pek çok sebep sıralanabilir. Her şeyden önce köpek bakmanın ekonomik açıdan bir külfet olduğunu söylemekte fayda var. Yani nüfusunun neredeyse yarısının asgari ücretle geçindiği bir ülkede bunun bir lüks olduğu düşünülebilir. Avrupa’nın kalanında Türkiye’ye nazaran daha fazla köpek bakılıyor oluşunu psikolojik sebeplerle de açıklayabiliriz. Öyle ki aile bağlarının çok daha kuvvetsiz olduğu ülkelerde insanların yalnızlıktan şikayetçi olduklarını biliyoruz. Bu sebeplerin arasına dini saikler de eklenebilir ve liste uzatılabilir.

İlk bakışta sorunu çözmek zor gibi görünüyor olsa da aslında bilimin ve etiğin ışığında dünyada yapılan ve başarıyla sonuçlanan pek çok örnek takip edilerek sorunun üstesinden gelinebilir. Her şeyden önce daha fazla köpek sahiplenmeli ve insanları köpek sahiplenmeye teşvik edecek şartları oluşturmalıyız. Eğer gelişmiş ülkelerin çözümlerine başvurmak istiyorsak, o ülkelerin imkanlarına sahip olmalıyız.

Köpek popülasyonunun dengelenmesi için en kalıcı ve etkili çözümün “Yakala-Kısırlaştır-Bırak” yöntemi olduğunu biliyoruz. Bu yöntem gereği köpekler yakalanmalı, barınaklarda/kliniklerde kısırlaştırılmalı ve tekrar bırakılmalıdır. Türkiye’de kısırlaştırma oranının %50’nin altında ve yetersiz bir sayıda kaldığını söylemeliyiz. Ayrıca Türkiye genelinde barınak statüsüne sahip 250 kadar yer olduğunu ve bu sayının ihtiyacı karşılamak için yetersiz olduğunu söylemekte fayda var. Hem barınakların çeşitli medikal uygulamalar için donatılması hem de barınakların köpekler için kalıcı meskenler olmadığı unutulmamalıdır.

Kısırlaştırmanın faydalarından biri de özellikle erkek köpeklerde testosteron üretimini durdurmasıdır. Testosteron üretimi duran köpeklerde agresyonun düştüğü gözlemlenmiştir. Haliyle sosyal hayatı sekteye uğratan agresif başıboş köpekler endişesi de belli bir oranda ortadan kalkmış olacaktır.

Ötanazinin de köpek popülasyonunun kontrol altında tutulabilmesi için başvurulabilecek ve etik çerçeveye yerleştirilebilecek bir yöntem olduğunu söyleyebiliriz. Agresif, sosyalleşmesi imkansız veya ağır hasta köpekler için bu yöntemin kısa vadede faydalı bir yöntem olduğunu söylemekte fayda var. Fakat diğer bütün önlemler sağlanmadığı sürece ötanazi de geçici ve sürdürülemez bir çözüm olarak kalacaktır.

Tüm bunların yanı sıra gerekli altyapı çalışmalarının, denetim mekanizmalarının ve caydırıcı kanunların tesis edilmesi gerekiyor. Ülkeye sokulan tüm köpekler çiplenmeli ve sorumluluk sahibi olan bireyler açıkça belirlenmelidir. Cezai işlemler, ihbar hatları ve belediye faaliyetleriyle bu bireylerin sokağa köpek salıvermelerinin önüne geçilmelidir. Ayrıca aşılama ve sağlık programları, eğitim ve bilinçlendirme programları, rehabilitasyon ve sahiplendirme merkezleri, gıda atık yönetimi ve yer değiştirme programları gibi destekleyici yöntemler de devreye sokulmalıdır.

Son olarak başıboş köpek problemiyle medeni ve bilimsel yöntemlerle başa çıkmanın mümkün olduğunu yinelemekte fayda var. Fakat bunun için her şeyin özünde bilinçli bir toplum refleksi geliştirmeliyiz ve böylesi bir tartışmayı çeşitli menfaat odaklarının ve ideolojik ajandaların “iyi niyetlerine” teslim etmemeliyiz.

Kapak Fotoğrafı: Pexels | Caner Ertekin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir