Hülya Uçansu ile Türk Sinemateki ve Onat Kutlar Üzerine

Güncelleme Tarihi: 15 Ocak 2024

Mey|Diageo’nun katkılarıyla hayata geçirilen ‘’Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar’’ filmi, 11 Ocak’da MUBI’de gösterime giriyor. Onat Kutlar ve Türk Sinemateki’nin hayatına odaklanan belgeselin yönetmenliği Önder Esmer, yaratıcı yönetmenliği Tuvana Simin Günay ve yapımcılığı ise Matthias Kyska tarafından üstleniliyor.

Belgesel hakkında Sayın Hülya Uçansu ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Fakat önce sizlere biraz Hülya Hanım’dan bahsetmeme izin verin…

Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin kurucularından biri olan Hülya Uçansu, Bandırma’da dünyaya geldi. Ortaokulu Sankt Georg Avusturya Kız Lisesi’nde, liseyi Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okuduktan sonra İ.Ü.Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Sinema sektöründe çalışmaya 1975 senesinde Türk Sinematek Derneğinde Onat Kutlar’ın yardımcılığını yaparak başladı. Kültür Bakanlığı’na bağlı İstanbul Film Yapım ve Gösterim Merkezi’nde gösterim bölümü şefi olarak da çalıştı. 1983-2006 yılları arasında İKSV tarafından düzenlenmekte olan Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin yöneticiliğini yaptı. 1987 yılı itibarıyla başta Venedik olmak üzere San Sebastian, Chicago, Rotterdam, Montreal, Montpellier, Roma, Valladolid, Torino, Edinburgh gibi dünyanın önde gelen film festivallerinde jüri üyesi ya da jüri başkanı olarak ülkemizi temsil etti. Bir Uzun Mesafe Festivalcisinin Anıları (2012), Nisan Ayların En Güzeli (2014) ve Onat Kutlar’a Mektup Var (2016) başlıklı üç kitap yayınladı.

Gelin, şimdi Mey|Diageo’nun destekleriyle hazırladığımız röportajımıza göz atalım…

Öyle sanıyorum ki Sinematek ve Onat Kutlar ile tanışıklığınız 17 Eylül 1975 tarihinde başlıyor. Sizce hayatınızı bugünden önce ve sonrası diye ikiye ayırmamız mümkün mü?

Bu sorunuzun yanıtı hiç şüphesiz evet.

1975 yılında İÜ Edebiyat Fakültesi İngiliz Filolojisi 3. Sınıf öğrencisiydim. Nisan ayında evlenmiştim, fakülteye öğrenci olarak devam ediyordum. Yani Amerikan Koleji mezunu, İngiliz ve Amerikan Edebiyatları hatmettirilmiş, ancak kendi dilimizin özellikle çağdaş edebiyatçılarından bihaber, olabildiğince apolitik (sonradan da çok politize olduğum söylenemezse de artık ülkeme ve dünyaya bakışım değişmişti) bir genç kadındım.

Sonra ne mi değişti? 

Her gün saat birde Laleli’de fakülteden çıkar, Sıraselviler’deki Sinematek Derneği’nin yeni taşındığı merkezine ulaşır, Onat Bey’le birlikte derneğin kuruluşunun onuncu yılı için yoğun bir tempoda çalışırdım.

Kutlar’ın cömert ve zengin kişiliği nedeniyle Sinematek Derneği adeta ülkenin ilerici aydınlarının sık uğradığı bir kültür merkezi gibiydi. Aziz Nesin’den Yaşar Kemal’e, Atıf Yılmaz’dan Ömer Kavur’a kadar kimlerle tanışmadım ki orada… Hem Atıf Bey hem Ömer Kavur ile yakın dostluklarımız onların ölümüne kadar sürdü.

Adeta bir define adasına düşmüştü yolum. Onat Kutlar ile karşılaşmak gerek sinema gerek edebiyat gerekse dünyaya bakış açısından benim için bir okul işlevi görmüştü. Haliyle hem fakülteyi, hem evliliği hem de işi bir arada götüremediğim için belli bir süre sonra ayrılmak zorunda kaldım. Ancak artık 17 Eylül’deki o kısa karşılaşmamızdan sonraki gelecek yaşamımın bereketli tohumları atılmıştı. Sonraki hayatım gerçek bir festivale dönüştü.

(Ayrıntıları ilk kitabımda anlattım.)

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın yönetim kuruluna giren Kutlar, 1983 yılında film festivalinin düzenlenmesi için sizi davet ediyor. Kısa bir sürede festivali uluslararası standartlara eriştiriyorsunuz. Sinemaya yön veren yönetmenlerin yanı sıra dünyaca ünlü sanatçıları da ağırladığınız yaklaşık çeyrek asırlık bir tecrübeniz var burada… Aslına bakarsanız iki şeyi merak ediyorum; şu an geri dönüp bu yıllara baktığınızda ne görüyorsunuz ve festivalin şimdiki gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın (İKSV) düzenlediği, ağırlıklı olarak klasik müzik konserlerinden oluşan İstanbul Festivali’nde sinema 1981’de beş belgeselle başladı. 1982’de dönemin efsane mekanı Konak Sineması’nda yedi filmden oluşan bir hafta gösterime sunuldu. Ancak bütün İstanbullu sinemaseverlerin temmuz sıcağında sinemalara doluştukları etkinlik, o yılların çok sevilen adıyla Sinema Günleri 1983’te başlatıldı. Benim göreve davet edildiğim yıl…

Sanırım başka pek az etkinlik kitleler tarafından bu hızla ve böyle bir coşkuyla karşılanmıştır. İKSV’nin güvenli çatısı altında Sinema Günleri yıldan yıla, başında dönemin program yöneticisi Vecdi Sayar’ın kurduğu, sonra da benim ve Atilla Dorsay’ın devam ettirdiği ilişkilerle sağlıklı ve çok hızlı bir büyüme gösterdi. Onuncu yıla ulaşmadan Avrupa’nın önde gelen festivalleri arasına girmiştik. İstanbul kentinin güzelliği, programların kalitesi, Türk misafirperverliğinin festivale yansıyan sıcaklığı etkinliğin Avrupa’da hızla tanınmasına ve saygı görmesine yol açtı. 1989 yılında Cannes festivalinden bir telefon aldık.

Telefondaki ses: Jüri için kimi arasak İstanbul’da olduğunu öğreniyoruz.

O yıl bizim gurur yılımızdı; Theo Angelopoulos jüri başkanı, Oscar ödüllü Rus yönetmen Nikita Mikhalkov, Polonya’nın en önemli yönetmenlerinden K. Kieslowski ve diğerleri… O yıl kapanış töreninde onur konuğu olarak Bernardo Bertolucci de gelmişti.

Cannes yöneticileri pek de haksız sayılmazdı…

Şu an geri dönüp o yıllara baktığımda o coşkulu dönemin “bir sıra neferi” olarak yıllarca çalışabildiğim, emek verebildiğim için kendimi dünyanın en şanslı insanlarından biri olarak hissediyorum. Bunu hem kuruma hem cansiperane çalışan ekip arkadaşlarıma hem de bendeki aşka borçluyum. İKSV’deki görevimden ayrılalı 18 yıl oldu. Festivali yakından takip ettiğimi söylesem doğru olmaz. Genç kuşağın da başarılı olduğunu düşünüyorum. Farklılık varsa bunu “zamanın ruhunun” değişikliğinde aramak lazım.

onat kutlar

Seyirci ‘’Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Türk Sinemateki ve Onat Kutlar’’ filmi ile 11 Ocak’ta karşılaşacak. Peki ya sizin karşılaşmanız nasıl oldu? Süreç içerisinde neler yaşadınız?

Bir gün çekingen bir sesle konuşan genç birinden bir telefon aldım. Telefonun ucundaki kişi Önder Esmer’di. Sinematek Derneği ve Onat Kutlar hakkında bir belgesel hazırladıklarını, benimle de görüşmek istediklerini söyledi. Ben de memnuniyetle kabul ettim. İyi ki de etmişim. Hem yönetmen Önder, hem de yaratıcı kurguyu yapan Tuvana beklediğimin çok üstünde, arşiv değeri taşıyan, Tuvana’nın akıcı kurgusu sayesinde hiç sıkılmadan izlenen kıymetli bir iş ortaya çıkardılar. Post prodüksiyon döneminde yapımcı olarak aralarına Matthias da katıldı. Bütçe çalışmalarında büyük emeği vardır.

Ömrünü sinemaya adamış olan biz yaşlı kuşak onlara müteşekkiriz. Bugüne kadar bu gerekli ve anlamlı çalışmayı yapmayı başka kimse düşünmedi.

Belgeselde konuşan çok sayıda değerli insan da artık aramızda değil. Bu durum belgeselin değerini daha da artırıyor.

Film, Onat Kutlar’ın 1985’de yayınladığı Sinema Bir Şenliktir’den bir pasajla açılıyor. Burada Kutlar; tanıdığı sayısız insanın portrelerini çizmek istediğinden, o yıllarda sinemacı dostlar ile sürdürdüğü onurlu bir kavganın belgeselinin saklı olduğundan ve bir gün mutlaka yapmak istediğinden bahsediyor. Sizce bu film, o ‘’onurlu kavga’’ için neler ifade ediyor?

Bu filmin bütünü Onat Kutlar’ın sözünü ettiği “onurlu kavganın” ta kendisidir. Bu zor ülkeden onun gibi onurlu, ilkelerinden ödün vermeden yaşamayı başaran bir insan geçti.

Ölümünden bir iki yıl önce Cumhuriyet Gazetesi’nde düzenli olarak yazılarında (Gündemdeki Sanatçı) o dostlarının portrelerini çizdi zaten. Onun gibi özel bir insanın yakın çevresinde uzun yıllar birlikte çalışma ayrıcalığına sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.