Art Niyetli Sohbetler: Yusuf Taktak

Art Niyetli Sohbetler: Yusuf Taktak

Güncelleme Tarihi: 1 Ekim 2023


PlumeMag, üç buçuk yılı aşkın bir süredir sürdürülebilir yaşam trendlerine odaklı içerikler üretiyor. Sürdürülebilir yaşam trendleri, bizim için sanat ve kültürden bağımsız ele alınabilecek bir konu değil. O sebeple Kültür-Sanat bizim için çok değerli bir kategori. Bu kategorinin içerisinde yer alan Art Niyetli Sohbetler de, bizim uzun vadede sanatın her alanından değerli isimlere yönelteceğimiz sorularla birlikte hayatı, geleceği, doğayı ve gezegenin geleceğini sorgulayacağımız bir seri.

Bugün Art Niyetli Sohbetler’in ikincisinde sanatçı Yusuf Taktak ile beraberiz. Art Niyetli Sohbetler’in hayata geçmesinde bize destek olan Mey Diageo’ya çok teşekkür ediyorum. Çünkü PlumeMag; kurulduğundan beri sürdürülebilir yaşam trendlerini konu alan, ama bunu yaparken de kültür ve sanatı her zaman odağında tutan bir yayın. Kültür ve sanat olmadan, felsefe ve estetik bakış açısı olmadan geleceği, doğayı ve gelecek nesillere bırakacağımız dünyayı sorgulamanın da mümkün olmadığını düşünüyoruz. O yüzden bu önemsediğimiz projemizde bizimle oldukları için çok mutluyuz.

Hoş geldiniz Yusuf Bey…

Teşekkür ederim.

Öncelikle bizi bu harikulade mekanda ağırladığınız için teşekkür ediyorum.

Ben ‘’hoş geldiniz’’ demeliyim aslında. Siz benim atölyeme şeref verdiniz eskilerin deyimiyle. Sağ olun…

Aslında Art Niyetli Sohbetler’de konseptimiz günümüz ve ülkemizdeki sanat dünyasını biraz sorularla, eleştirel bir bakış açısı ile ele almak. Ama sizin de halihazırda başlamış olan Başka Zaman Başka Mekan başlıklı serginiz var. O yüzden biraz sergi ile ilgili konuşarak başlayalım.

Sevinirim, çok iyi olur.

Art Niyetli Sohbetler: Yusuf Taktak
Fotoğraf: Ayşe Koşak

Bu sergide sizin zaten sanat pratiğinizde çok gördüğümüz öğeleri yine görüyoruz.

Yani tuvaller, öğrencilik döneminde başlayan ve bugüne kadar süren kolajlar ve asamblajlar var… Değil mi? Üç boyutlu şeyler, kutular var…

Evet, kutular çok fazla… Yine bisikletler çok fazla. Renkli dünyanız zaten hala devam ediyor… Ama burada aslında sizin yola çıktığınız zamandaki şartlar çok farklı bütün sanat pratiğiniz içerisinde. Çünkü pandemiye denk gelen bir dönemin izlerini görüyoruz.

Bir de arkasından deprem oldu. Arka arkaya… Zaten içine kapanık bir yaşam sürdürüyorum. Pandemide iyice içime kapandım. Bir de arkasından deprem felaketini yaşadım. Ben burada hüngür hüngür ağlarken o yıkılan evleri gördüğümde, renkli resimler yapıyordum. Ben de şaşırdım. Yani ‘’Niye böyle resimler çıktı?’’ diye… Çünkü ilk akla gelen karanlıklar içerisinde insanların dramatik durumunu, perişan durumlarını falan resmetmem gerekir doğal olarak. Ama tersine belki de o ferahı istemek, rahatlığı istemek, özgürlüğü istemek mi acaba diye düşünüyorum sonra…

Art Niyetli Sohbetler: Yusuf Taktak
Eser: Gece – Gündüz, 2021-2023, Tuval Üzeri Akrilik,116x178cm

Belki siz de mevcut durumun, gerçekliğin izinden yola çıkarak hayal ettiğiniz, aslında olmasını istediğiniz şeylerin tasvirlerini yaptınız.

Galiba…

Kutular benim çok ilgimi çekiyor. Çünkü hep böyle terimler var; ‘’Kutunun dışında düşünelim.’’, ‘’Kutunun dışında bir şeyler yapalım.’’ Ama günümüzde, geldiğimiz dünyada mimari olarak da yaşadığımız evler, çalıştığımız ofisler de hep kutu kutu… Peki biz nasıl bu kutuların içinde ‘’kutunun dışında’’ düşüneceğiz?

Aslında ben iki boyutlu resimlerimde, yani tuvallerde derdimi anlatırken hep mekan kavramı ile ilgili bağ kurardım. ‘’Mekan, mekan, mekan…’’ derdim. Bunu yaparken bir illüzyondan bahsediyordum. Yanılsamadan bahsediyorum yani… Yapay olarak bir dünya oluşturmaya çalışıyordum ve buna ‘’mekan’’ diyordum ben. İşte asamblajlar, yani kutular onun bir çeşit üç boyutlanması gibi oluyor. Zaten bu kolaj ve asamblaj meselesi 20. yüzyılın malı. Yani 20. yüzyıldan önce rönesans öncesinden başlayan bir perspektif var biliyorsunuz. Hem çizgisel hem de hava perspektifi var. 20. yüzyıl sanatçıları bunu reddediyorlar, yok ediyorlar ve iki boyutlu iki boyutlu resimler yapıyorlar. Yüzeye saygı duyuyorlar… İşte benim bu kolajlar ve asamblajlar ile başlayan ve bugüne kadarki süreçte bunlara dikkatli bakmak aslında enstalasyonu da iyi anlamak anlamını taşıyor diye düşünüyorum.

Aslında kolaj, asamblaj ve enstalasyon Türkiye’ye geç geldi. Asamblaj ve kolaj konusunda da sizin akademik kariyerinizde bunun derslerini vermenizin de bir etkisi var.

Kuşkusuz, tabii…

Peki, buradan ben başka bir yere bağlamak istiyorum. Şu an çok fazla sergi görüyoruz içinde çok fazla kolaj, asamblaj ve enstalasyon olan. Ama tekrar dönüp baktığımızda bu çok basit bir pratik gibi gözüküyor ve çağdaş sanat bu yüzden eleştiriliyor; ‘’Bunu ben de yapardım.’’ Ama bunun bir de arka planı olması gerekmiyor mu? Yani bir işe sanat demek, bir insana sanatçı demek için onun arkasında neler olması gerekiyor?

Bir kere sanatın tanımında kavram yaratmak yatıyor. Kavram yaratmak… Sanatçı bir şey yapacak ve yaratacak bunu. Olan şeyleri tekrar etmeyecek. Elbette sanatçı -biraz kaba tabir olacak ama- hamal gibi boş tuvalin üzerine boya süren birisi değildir. Onun altyapısını hazırlamak zorundadır. Yaptığı şeyin hesabını vermek zorundadır. O bağlamda ben kütüphanemi ve arşivimi oluşturdum. Yani bir sanatçının atölyesinde olması gereken şeylerdir diye düşünüyorum. Malum bizde doğru dürüst resim-heykel müzeleri yok. Hepsinin problemleri var, iyice yerine oturmuş değil. Varlar, ama içeriklerinde problemler var. O yüzden de kitaplığımı oluşturdum. Arşivci değilim ama elimde olan bilgileri, belgeleri, mekan uygunluğu yüzünden bir oda oluşturdum bununla. Bunlarla tüm amacım, bir yandan beni besliyor bunlar kültürel açıdan bir yandan da gelecek kuşaklara bunları taşımak istiyorum. Nasıl ki resmimi taşımak istiyorum ileriye… Bir sanatçının atölyesinde olması gereken şeyleri de geleceğe taşımak istiyorum. Gençlere taşımak istiyorum… Nitekim bu arşive Salt kanalıyla birçok insan ulaşıyor. Kimi zaman oradaki bilgiler yetmiyor, bana geliyorlar. Ben de sevinerek onlara derdimi anlatmaya çalışıyorum.

Art Niyetli Sohbetler: Yusuf Taktak
Eser: Önceki Yıllar, 2002-23, Kutu- Karışık Malzeme, 76x100x20 cm

Bu arşiv dediğiniz ve şu anda Salt’ta dijital olarak incelenebilen materyallerin gerçekleri de burada, sizin kütüphanenizin yanında özgünleri bulunan arşivde nasıl bir eser sayısından yada nasıl bir dökümantasyondan bahsediyoruz?

Kütüphanede sayısı belli… On bini aşkın dünya sanatı kitabı var. Arşivde binlerce diyebileceğim belgeler, bilgiler ve kitaplar var. İçlerinde çok nadir şeyler de var. Bunları sahaflarda bulduğum için öyle keyifleniyorum ki… Yani koleksiyoner keyfi diye bir şey vardır. Kimsenin ele geçiremediği şeyleri bulmuş oluyorsunuz. Tabii bunları yanımda götürecek değilim. Yani bunları gençlere göstermek için paylaşıyorum aynı zamanda. Umarım bunlardan gelecekte sanat tarihçileri yada şimdiki çok yaygın, popüler adıyla küratörler esinlenip farklı yerlere doğru yol alırlar.

‘’Küratörler’’ demişken, küratörün sizce görev tanımı nedir?

Küratörden önce… (Gülüyor.) Türkiyede sergi komiseri vardı mesela. Daha sonra sergi düzenleyicisi oldu vesaire… Küratör, ‘’creative’’… Oradan geliyor malum. Siz benden daha çok yabancı dil biliyorsunuz. (Gülüşmeler.)

Yeni bir şey yaratmak, yeni bir kavram yaratmak… Bu yarattığı kavramı, kavram yaratıcılarına yani sanatçılara pas etmek ve yeni işler yapmasını sağlamak. Yada elde olan işleri kendi kavramına uyuyorsa onları sergilemek. Ama görüyorum ki, daha önce sergi komiserleri ne yapıyorsa, bazı küratörler seçiyorlar resimleri karma resim sergisi yapar gibi. Biraz da havalı olsun diye küratör adını takıyorlar.

Art Niyetli Sohbetler: Yusuf Taktak
Fotoğraf: Tekinsiz 2, 2023, Kutu-Karışık Malzeme, 76x100x20 cm

Yani yanlış anlamayın ama böyle bir terim kullanmak zorunda kalacağım. Benim son zamanlarda gördüğüm çoğu karma sergi baya toplu sünnet havasında oluyor. Ben gerçekten kendim de bir sanat tarihi mezunu olarak, bunu Türkiye’de pratik edememiş bir insan olarak şu anki sektörde bazı gördüğüm şeyler beni gerçekten rahatsız ediyor. Siz sanatçı olarak kim bilir bundan ne kadar rahatsız oluyorsunuzdur…

Çok rahatsız oluyorum elbette. Yani konseri sevmezseniz dışarı çıkarsınız… Onun gibi ben de sergiye gidiyorum. Çoğu zaman süratle dolaşıp çıkıyorum. Bakıyorum, yerleştirme iyi değil… Yani eğer galeri bir kutuysa kutunun içinde elemanlar yerli yerinde değilse eğer küratörün fikrini okuyamıyorsunuz. Çünkü yerleştirmedeki bir takım biçimler, ögeler size küratörün fikrini açıklarlar. Onu bir anda gördüğünüz zaman konsantrasyonunuz dağılıyor ve hemen dışarı çıkıyorsunuz. O yüzden ‘’Galiba resimde ve heykelde hep katedeceğimiz yol var.’’ diyorduk. Bizim ustalarımız ve hocalarımız da bunu söylüyorlardı. Ağır ağır yerine gelmeye başladı sanıyorum. Besbelli küratörlük için de biraz mesafe edinmek gerekiyor.

Resim-heykel dediniz. Ben buradan yine müzeye döneceğim. Çünkü demin müzeler ile ilgili ‘’Daha da alacak yol var.’’ demiştiniz. Mesela şu anki Mimar Sinan Resim ve Heykel Müzesi… Siz bir sanatçı olarak bu müzenin Türk sanatını iyi bir şekilde temsil ettiğini düşünüyor musunuz?

Yani bizde bir yanılgı var… Müze demek bina demek değildir. Müze; küratör, sanat tarihçisi, şu, bu demek de değildir. Aslında müze arşivdir, biliyor musunuz? Yani dönemin kültür varlıklarını bünyesinde toplayan bir kurumdur aslında. Yani Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma gelir gider… Ama onları iyi saklamak, demin sözünü ettiğim gibi iletmek gerekiyor bence. Şimdi bu müze, onu iletmekte biraz başarısız. Üstüne üstlük daha önce Atatürk’ün emeğiyle 1937’de açıldı biliyorsunuz Resim ve Heykel Müzesi. Yoktan var etti Atatürk bu müzeyi. Bir sürü resmi, başyapıtı -ben kırk dört tane biliyordum- en son yetmişi aşkını Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne, saraylara vesaire dağıtılmış. Resim dekorasyon malzemesi değildir. Demin söz ettiğim gibi bir dönemin kültürünü gösterir. Kültür varlıklarıdır onlar… Yani siz Fransa Cumhurbaşkanı’ndan ‘’Ben Mona Lisa’yı odamda istiyorum.’’ demesini bekleyemezsiniz. Dünya yıkılır… Ama bizim ülkemizde ‘’sanatçı’’ ‘’sanat insanlar’’ var ki… O kadar vurdumduymazlar ki… Ellerinden yapıtları gidiyor. Umurlarında bile değil. Sen sanat yapabilmek için önce bu köklerini, yani soyağacını bilmen gerekiyor. Aksi halde soysuz bir sanat yapmış olursun. Onları bilmezsen… Yani birilerine öykünmüş olursun ve yok olup gider. Batılı geldiği zaman ‘’Sen Türkiye’de yaşıyorsun, İstanbul’da yaşıyorsun… Niye çevrenden etkilenmiyorsun?’’ diye soruyor çoğu zaman.

Beni kafama takılan başka bir soru daha var. Şu an Türkiye’de çok popüler olan, alıcısı da çok olan birçok sanat tarzının aslında öncüsü sizsiniz diyebiliriz.

Estağfurullah.

Art Niyetli Sohbetler: Yusuf Taktak
Eser: Tekinsiz 2, 2023, Kutu-Karışık Malzeme, 76x100x20 cm

Asamblaj ve kolaj konuları çok mühim aslında. Ama siz kendiniz böyle bir popülerliğe sahip değilsiniz. Bu sizi kurduğunuz bir denge mi?

Ben resim yapmayı çok seviyorum ve bu atölyemde de o bağlamda çok çok mutluyum gerçekten. Sadece kendi resmimle ilgili elbette demin sözünü ettiğim gibi yeni bir şeyler yaratma peşindeyim. Elbette her sanatçı gibi… Gönlümde her zaman ‘’şeyler’’ var. Ama beri yandan da bu ülkede yaşıyoruz. Gerçekten de kültürün olanca kuvvetiyle hissedildiği bir toprakta… Ama bunu gözlemleyecek, gözetecek ve algılayacak kültür ortamı maalesef denk gelmiyor. Bunun için çok çaba sarfettim. Mesela Türkiye’de pek çok önemli sergiye önayak oldum. Mesela Öncü Sanat diye bir sergi yaptım. O sergiye katılanların tümü şimdi de varlar ve çok önemli bienallere vesaire gidiyorlar. Önemli sanatçılar… Hala devam eden Günümüz Sanatçıları sergisi var. Onun fikir babası benimdir. O da bugüne kadar geliyor. Bir dönem İstanbul Modern açılmadan önce, bizim grup İstanbul Modern’i açacaktık. Biraz da Tate Modern’den etkilenmiş olarak… Ama Eczacıbaşı Grubu’nun parasal varlığı yerinde olduğu için… Elbette para her zaman parasızı yener. Önümüze geçip yaptılar. Helal olsun, kutluyorum tabii ki onları. Hemen geri çekildik biz. ‘’İstanbul Modern’’ adı da bana aittir. Hatta iki defa sergi yaptım bununla ilgili. ‘’Yaptık’’ demek daha doğru. Kolektif bir şeydi çünkü… Birisi Tophane, Has Ahırlar bölgesinde öteki de Tophane-i Amire’de. Adı da Modern Türk’tü. Bu vakfın amacı da İstanbul’a İstanbul Modern Müzesi’ni kazandırmaktı. Hep manifestomuzda bunu vurguluyorduk. Ama İstanbul Modern açıldıktan sonra kapandı. Çünkü hedefimize ulaşmış olduk. Yani buna benzeyen şeyler de yaptım. Sadece kendi sanatım değil, kendi sanatımın uzamında, devamında bir şeyler yapmaya çaba gösterdim. Çok ihtiyaç var çünkü… Çok kurak bir toplumda yaşıyoruz. Doğru dürüst müzemiz yok.

Evet…

Arkeoloji müzesine iyi sahip çıkamıyoruz vesaire…

Aslında dünyadaki müzelere baktığımızda müzeler, sanatçılar için kendilerini anlatma alanı ve dünyaya açılma alanı oluyor. Biz müzeleri o alanda ne kadar iyi kullanabiliyoruz ve sanatçılar için müzeler ne kadar faydalı? Bu da şu an hala tartışmalı bir konu öyle değil mi?

Müze aslında eğitim kurumu biliyor musunuz? Yani Batı müzelerini siz de çok iyi biliyorsunuz. Herhangi birine gittiğiniz zaman gençler, çocuklar gelirler, eğitim amacıyla müzeleri doldururlar. Bizde henüz bu daha yaygınlaşmadı. Çünkü orta dönem okullarında resim ve heykel ile ilgili birtakım dersler vardır. O derslerin devamında adeta pratik etmek için müzelere giderler. Zaten öyle bir ders yükü yok bizde. Var olanlar da kaldırıldılar. Dolayısıyla müzeye gitme eylemi bir hocanın inisiyatifine bağlı. Yani o hoca çok seviyor olacak resim ve heykeli de bir sergiye götürecek… Bu, böyle gitmez aslında biliyor musunuz? Böyle gitmez…

Geçenlerde çok enteresan bir şey duydum. Bir üniversitede lego atölyesi varmış. Ben de dedim ki ‘’İleri yaştaki öğrenciler çocuklarını mı getiriyorlar?’’ Yo hayır, şu an yeni nesil elleriyle hiçbir şey yapmayı bilmediği için motor becerileri çok geride kalmış, üniversitede bunu lego ile tamamlıyorlar. Yani plastik sanatların aslında yuvadan neredeyse insanların hayatına girmesi, onların motor becerileri için de iyi bir şey değil mi aslında?

Elbette çok çok iyi… Ben iyi niyetle şunu söylemek isterim; sanat aslında -eğitimle tabii olur ama- insanın olduğu her yerde, dünyanın her ülkesinde, en geri kalmış Afganistan’dan tutun da sözde en ileri Amerika’ya varıncaya kadar her yerde sanat yapılır. Amerikanın, Almanın, Fransızın, İngilizin neden fazla sesini duyuyoruz? Çünkü onların parasal varlıkları yerinde. Yaptıklarını sergileyebiliyorlar. Hatta orada ilkel sanat diye çaldıklarını da sergileyebiliyorlar müzelerinde. Ama ötekilerin, fakirlerin böyle olanakları yok. Kendilerini duyuramıyorlar.

Öğrenemiyorlar…

Öğrenemiyorlar da…

Art Niyetli Sohbetler: Yusuf Taktak
Eser: Tekinsiz, 2023, Kutu-Karışık Malzeme, 76x100x20 cm

Ben de Resim ve Heykel Müzesi’nin yenisi açıldıktan sonra gittiğimde -hüzünlü bir geziydi- orada bir tablo görmüştüm. Şimdi ressamın ismini unuttum, özür diliyorum bütün okuyuculardan. Orada aslında Atatürk dönemin sanatçılarına mecburi hizmet olarak Köy Enstitülerinde ders verdirtiyormuş. Ne kadar güzel… Artık Köy Enstitümüz bile yok. Keşke olsa… Orada köy kadınlarının şalvarlarıyla, sırtlarında bebekleriyle resim dersi aldıklarını görüyoruz. Aslında bu yok dediğimiz şeyler, en yokluk zamanlarımızda bile olabilmiş. Bu bir irade baktığımız zaman…

Şeref Akdik’den bahsediyorsunuz.

O dönemlerde gerçekten çok önemli şeyler yapılmış. Mesela yurtiçi gezileri var. Ressamlarımız yurtiçi bütün vilayetlere gönderilmiş, o kentlerdeki bütün görüntüler büyük kentlere getirilmiş. Çorum, Trabzon, Hakkari, Zonguldak, Niğde, Afyon… Yani her tarafa… Bizim bildiğimiz bütün önemli ressamlar gidip oralardan görüntüler almışlar buraya. Onlar da müzelere taşınmışlar. Eğer müzelerde yeteri kadar resim varsa sanat galerileri yapılmış farklı illerde. Orada halkın sanat görmesini istemişler. Bu da Atatürk sayesinde olan bir şey. Ama ne yazık ki o sanat galerilerinin içleri boşaltıldı, yok edildi. Ne yazık ki Resim ve Heykel Müzesi’ndeki çoğu yapıt, başyapıtlar hep iktidarlar tarafından alındı. Bu çok içler acısı bir şeydir. Oysa iktidar, döneminin kültür varlıklarını saptayıp onları envantere almakla yükümlüdür. Onları bulacak ve müzesinde saklayacak. Eskiden olanları çalmayacak yani… Tabiri caizse sol cebinden çalıyor, sağ cebine koyuyor. Aynı ülkedeyiz… Onlar halkı bilinçlendirmek üzere, bilgilendirmek üzere ki daha sonra kültür varlığı çıkacak ortaya ve daha sonra da uygarlık oluşacak. Yani önce bilgi, sonra kültür, sonra uygarlık… Değil mi? Üçlü bir aşama bu… Maalesef bu bazen kesintiye uğruyor.

Siz de tam bu noktada ‘’Ben arşivci değilim.’’ diyorsunuz. Ama kendi kitabınızı aslında tam bir arşiv mantığıyla hazırlıyorsunuz.

‘’Arşivci değilim.’’ derken, arşivci ve kütüphanecilerin hakkını yememek için… Çünkü o bir uzmanlık alanı. Elbette kendi biriktirdiğim şeyler var. Atmayan birisiyim… Biriktirdiğim şeylerle beraber kendim bir kitap oluşturacağım inşallah. Monografi diyor ya yabancılar, onun benzeri… Yani akademiye girişten bugüne kadar geçen bütün dönemlerimi, serüvenimi o büyük kitapta anlatacağım.

Benim sanat tarihi okurken en merak ettiğim şey bir eser incelediğimde, ilk önce sanatçıyı incelerdim. Ondan sonra eserlere geçmek isterdim. Çünkü eser tek başına beni çok doyuramıyordu. Bazen de görüyorum monografiler… Giriş, sanatçının bilgileriyle çok güzel bir şekilde yapılmış. Aama sonra sizinle de konuştuğumuz gibi arkası dümdüz geliyor.

Evet, görsellerle dolu.

Şimdi ben oradan bir çıkarım yapamıyorum. O yüzden de sanatçının bir eseri hangi dönemde, hangi duygulardayken, hangi maddi durumdayken, kiminle arkadaşken, ne yiyor ne içiyorken yaptığı çok değişmiyor mu aslında?

Elbette onlar zaten… Kişinin hayatı elbette yansıyor sanatına bence. Öyle bakmak gerekiyor… Örneğin bir şairin peşinden gidersiniz, yaşadığı yerleri kameraya alırsınız, yaşadığı insanlarla konuşursunuz ki o şairin yaşamı ortaya çıkmaya başlar. İşte onun sevgililerini bulursunuz, onlarla konuşursunuz, nereden etkilenmiş? Nereden ilham almış? Aşkları nedir? Topluca o şairi yaratmaya çalışırsınız. Elbette ressamın, heykeltıraşın yada yeni nesil… (Gülüşmeler.) Yeni nesil ressamların yaptıklarını anlamak için de bu tür şeyler yapılabilir bence.

Siz akademisyenlik de yaptınız uzun bir dönem. Bence çok güzel bir şey. Bir şey öğretiyor olmak… Çünkü hep öğreniyorsunuz. Peki, bu dönem içerisinde öğrencilerdeki değişimi nasıl gözlemliyorsunuz?

Vallahi ben Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezundum. Mimar Sinan oldu şimdi… Arkasından Yeditepe’de kısa bir süre çalıştım. Çünkü iyi bir üniversite değildi o zamanlar. Şimdi nasıldır? İnşallah iyidir. Ardından da Yıldız Teknik Üniversitesi’nde devam ettim. Gençlerle beraber olmak çok güzel tabii ki. Onların ‘’genç’’ dünyaya bakışları hem beni çok etkiliyordu hem de yaratıcı gücüme çok etkilerde bulunuyordu. Onlara elimden geldiğince atölyemden yol gösterdim kitaplarımla, arşivimle falan. Çok enteresan şeyler çıkıyordu içlerinde. Şu anda piyasada olan ‘’öğrencilerim’’ var. Etkili sergiler yapan, hatta yurt dışına gitmiş olanlar da var. O yüzden de çok mutluyum gerçekten.

Son sorum da bu yaptığınız kitapla ilgili ve aşağıdaki kütüphane düzenlemeniz. Ayrıca arşivin devamıyla ilgili… Ben sanat tarihi okuyan yada yeni mezun birisi olsam sizin atölyenizde uyuyarak çalışmak için can atardım. Nasıl bir ilgi var? Herhalde burada, bunların bir parçası olmak isteyen çok genç vardır diye düşünüyorum.

Maalesef yok o kadar… Ancak birileri tesadüfen denk geldiği zaman heyecan duyabiliyor. Dönem dönem gençler geldiler. Güzel sanatlarda okuyanlar… Bana yardımcı olmaya çaba gösterdiler. Onları da eğitmek, öğretmek gerekiyor. Arşiv bilincini ulaştırmak gerekiyor onlara. Ben çoğu zaman yapamıyorum resimle uğraştığım için. Bol bol kitap okumak gerekiyor gerçekten. Zaman ayıramıyorum. Umarım çok ilgi duyanlar olursa eğer onlara yardımcı olurum.

Buradan açık çağrı yapalım… Ama çok önemli bir şey gerçekten.

Çok çok çok önemli.

Bu tarihe bu aşamasında şahitlik etmek… Kitabı da heyecanla bekliyoruz.

İnşallah. Ben sizden daha çok heyecanlıyım bu konuda. Çünkü kolay değil, kaç yıl geçmiş aradan… Akademiye 1970 yılında girmiştim. Yani onu topluca görmek, dönem dönem görebilmek… Ben de çok istiyorum doğrusu.

Çok teşekkürler bizi kabul ettiğiniz için. Harika bir sohbet oldu.

Teşekkür ederim ben de ilgi gösterdiğiniz için.

Serginize de inşallah çok büyük ilgi olur ve bir sürü insan sizin dünyanızı keşfetme şansına sahip olur.

İnşallah.

Art Niyetli Sohbetler’in ikincisinde Yusuf Taktak ile beraberdik ve Yusuf Taktak’ın gerçekten kapalı yaşadığı hayatına, bu muhteşem atölyesine geldiğimiz için kendimizi çok şanslı buluyoruz. Bu sohbetin gerçekleşmesinde destek olduğu için kültür-sanat sponsorumuz Mey Diageo’ya tekrar teşekkür ediyoruz.