Art Niyetli Sohbetler: Hande Şekerciler, Arda Yalkın

PlumeMag olarak yayın hayatımıza başladığımızdan beri sürdürülebilir yaşam trendleri odağında içerikler üretiyoruz. Öte yandan sürdürülebilir yaşam, bizim için sanat ve kültürden bağımsız ele alınabilecek bir konu değil.  Çünkü sürdürülebilirlik pratiklerinin ancak düşünce ve felsefe ile daha da gelişebileceğine inanıyoruz. Bu nedenle “Kültür-Sanat” bizim için çok değerli bir kategori… 

Bu kategorinin içerisinde yer alan Art Niyetli Sohbetler serisinde ise sanatın her alanından değerli isimlere yönelttiğimiz sorularla birlikte hayatı, geleceği, doğayı ve gezegenin geleceğini sorguluyoruz. 

Mey|Diageo’nun destekleriyle hazırladığımız bu serinin altıncısında aynı zamanda sürdürülebilirlik partneri olduğumuz, Türkiye’nin ilk yeni medya sanatı fuarı Noise Media Art’ın kurucuları Hande Şekerciler ve Arda Yalkın ile birlikteyiz.

Hoş geldiniz.. Bugün sizinle aslında ha:ar’ın çok üzerine çıkmış bambaşka bir etkinlik/fuar/sanat organizasyonu için birlikteyiz; Noise Media Art… Türkiye’nin medya sanatı odağında yapılmış ilk sanat fuarı diyebiliriz; 360 derece bir etkinlik… Biraz açarak başlayalım isterseniz…

Hande Şekerciler: Aslında ilk ‘’sanat etkinliği’’ demek doğru olmaz bence. Çünkü başka daha büyük etkinliklerin yanında eklenti olarak yapılıyordu. Ama kendi başına, başlı başına bir fuar olarak ilk defa yapmış olduk.

Arda Yalkın: Dünyada da çok örneği yok zaten.

Hande Şekerciler: Yani biz görmedik… Ama belki bir yerlerde vardır diye böyle söylüyoruz; ‘’Herhalde dünyada da pek örneği olmayan’’ diye… Türkiye’de ise ilk oldu. İlk senesi olmasına rağmen biz böyle çok parçalı bir yapı kurguladık. 

Medya sanatı lafını niye kullanıyoruz? Benim kişisel fikrim; sanat dediğin şey sanat işte yani… Bronz heykel yapıyorum ama bronz sanatı demiyoruz öyle değil mi? 

Medya sanatı lafını medium’u işaret etmek için kullanıyoruz. Bu ne demek? Örneğin bronz heykel, taş heykel, kağıt üzerine sulu boya, kağıt üzerine karakalem gibi geleneksel yöntemleri kullanmayan… Ama şimdi fotoğraf, video gibi kendisi de geleneksel yöntem olmaya başlamış mediumlar da buna dahil. Hatta medya sanatını başlatan mediumlar bunlar. 

Bunu ifade etmek için medya sanatı lafını kullanıyoruz.

gürültü saç

Arda Yalkın: Medya sanatı, var olmak için bir medyaya ihtiyaç duyan sanat eserini tanımlıyor aslında. Transfer edilebilen… Aslında konvansiyonelin dışında kalan her şey… 

Hande’nin de dediği gibi artık video ve fotoğraf da konvansiyonel tarafa gitmeye başladı. O yüzden konvansiyonel olan video ve fotoğrafı da pek almadık içerisine. Konvansiyonelin dışına çıkmak istediğimiz zaman da ilk başvurduğumuz yer teknoloji oluyor. Dolayısıyla yoğun anlamda teknoloji kullanılan sanat eserlerine ilgi duyuyoruz. Hande’nin de dediği gibi dünyada da böyle. 

Biz en son aralık ayında, Art Basel sırasında Miami’de bir sergi açtık. O süreç içerisinde şöyle bir şey düşündük; bizim medya sanatı eserlerini alıp incelediğimiz ya da medya sanatı hakkında bilgi vermeye çalıştığımız Piksel.Bülten diye bir yayınımız var. Buraya gelmişken Miami’yi gezelim ve bu fuarın içerisindeki teknoloji ve medya ile ilgili işleri alalım dedik. 6-7 tane eser dışında hiçbir şey bulamadık. Genelde resim ve heykel gibi geleneksel eserler vardı. Dolayısıyla bunun bir ihtiyaç olduğunu görüyoruz. 

Çünkü dünya değişiyor. Artık dünyayı algılarken bile dijital bir cihaz üzerinden algılıyoruz. Haliyle biz kendi başına bir etkinliği hak edeceğini düşündük. Bu yüzden de bir fuar yapma fikri ortaya çıktı. 

Birkaç soru sorduk kendimize… Bunlardan birincisi: ‘’O kadar fuara katıldık, bizce bir fuarda eksik olan ne?’’ Çünkü gittiğimiz her yerde bir şeyleri eleştiriyoruz. 

Bunun yanı sıra ilk senelerimizi düşündük. Fuarlara katıldığımız ilk yıllarda nasıl hissettiğimizi, neleri eksik bulduğumuzu, nerelerde dışlandığımızı, nerelerde dahil olabildiğimizi… 

İkinci olarak da aynı konuyu galerilerle konuştuk. Ortak bir hayal kurduk ve fikir ortaya çıktı. Çok katmanlı olmasının sebebi teknolojiyi ilgilendiren çok fazla medium olması. Ayrıca detaylara girince göreceksiniz ki fuara belli misyonlar yükledik. 

Sadece ticari hareketlilik yaratacak bir fuarın ötesinde başka misyonlar bulduk kendimize. O nedenle de büyüdü iş… 20 galerinin katıldığı fuar var. Onun etrafında ise katmanlar… Bu sene ilk edisyonumuz olmasına rağmen, sanırım 65 kadar kişi yurt dışından geliyor.

Fotoğraf: Levent Menekay

Yıllardır sizin hikayenize şahitlik etmiş bir sanat izleyicisi ve aynı zamanda bir basın mensubu, sanatsever olarak gözlemlediğim kadarıyla çok farklı platformlarda ve alanlarda hep yer aldınız. Hep bir meselenin üzerine gidiyordunuz. Kendi kabuğunuzu kırarak yurt dışında da yaptığınız işlerin bir şekilde etki yapmasını öngörüyordunuz. O yüzden ben böyle bir şeyin olabileceğini öngörmesem de hissediyorum.

Hande Şekerciler: Şaşırmadım diyorsunuz.

Evet, şaşırmadım. Bunun sizden çıkmasına da şaşırmadım. Aslında sanatın evrildiği bir dönemde sizin gibi sanatçıların bulunduğu yerlerde memnun edilememesine şaşırıyorum. O yüzden Noise Media Art oluşumu bana biraz da manifesto gibi geliyor. Bu canlı bir manifesto ve girişimcilik hep bir meseleden doğar ya… Bu da sizin bir sanat girişimcisi oluşunuz…

Arda Yalkın: Sosyal girişimci de diyebiliriz.

Evet, sosyal tarafı da var. Çünkü salt ticari diyemeyeceğimiz benim şahit olduğum çok nokta var.

Hande Şekerciler: Söylediğin bir şey çok dikkatimi çekti ve onun üzerinden başka bir şey geldi aklıma. Hani ‘’memnun edilememeniz’’ dedin ya, aslında bence zaten sanatın kendisi bir memnuniyetsizlikten doğuyor. 

Dört başı mamur, çok süper olsan hayatta dikiş makinesini de icat etmezdin. Çamaşır makinesini de icat etmezdin. Anlatabiliyor muyum? 

Belki de hala mağarada yaşıyor ve mutlu mesut otlanıyor olurduk. Hayat, aslında böyle bir şey. İnsan olmak sürekli bir huzursuzluk, sürekli ‘’Bunu böyle daha iyi yapabilir miyim?’’ meselesi. Bizim aramızda da böyle bir dinamik var. (Arda Yalkın’ı göstererek) Bir sanat eseri yaparken de bu böyle. Herhangi bir girişimcilik yaparken de böyle… 

Bir fikir çıkıyor. İkimizden biri bir hayal kuruyor. Ya da beraber konuşmaya başlıyoruz. Sonra bununla ilgili bir ihtiyaç ya da o ihtiyaçtan dolayı bir fikir doğuyor ve bu şekilde büyüyor.

Fotoğraf: Levent Menekay

Şöyle diyebilir miyiz? Sanatçı huzursuzluk duyduğu meseleyi şikayetle değil, yaratıcı bir yolla çözümlemeye çalışan, en azından sorusunu ortaya koyan kişidir…

Hande Şekerciler: Evet. Dediğiniz gibi ya da tespiti yapan.

Arda Yalkın: Kendini başka yollarla ifade eden bir sürü insan var. Rahat olup da sanat yapabilen bir sürü insan da var. O yüzden bizim için böyle olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten de her şey rahatsızlıktan çıkıyor.

Hande Şekerciler: Zaten kişisel deneyimlerimiz üzerine konuşuyoruz.

Noise’un çok kıymet verdiğimiz bir tarafı da şu ki biz, çok sanatçı odaklı bir şey üretmeye çalıştık. Bir yapı kurmaya çalıştık… Hem kendi mesleğimiz bu olduğu için hem de sen de görüyorsundur gittiğin davetlerde, (Bihter Ayyıldız’ı işaret ederek) en az bulunan kişiler sanatçılar… Sanatın konuşulduğu yerlerde en az sanatçılar var.

Arda Yalkın: Geçen bir konuşma programı görmüştüm. Uzun bir liste var. Listede herkes konuşuyor. Seyahat planlamacısı konuşuyor, başka kişiler konuşuyor. İki tane sanatçı var…

Hande Şekerciler: Sanatçılar konuşmayı bilmediğinden değil. Tuhaf bir şekilde gerek görülmediğinden… Sanatı başkaları konuşuyor. Tabii ki herkes konuşsun. Ama ortada öznesi olanın olmadığı bir cümle var.

Belki şöyle de diyebiliriz… Bizim kendi PlumeMag ekosistemimiz içinden Green Up Meetings çıktı ve aslında alan açılmayan yeşil girişimcileri önceliklendirdik; siz de sanatçılara bir alan açtığınız, onlara özgür ifade ortamı veren, sanatçının kendisinin birebir “hero” (kahraman) olduğu bir iş yapıyorsunuz…

Arda Yalkın: Fırsat, alan gibi şeyler söylemeyeceğim de bir oyun parkı kurduk ve sanatçıların rahatça oynayabilmeleri için uğraşıyoruz. Çünkü öbür türlü ‘’Aman, sen oraya karışma. Şunu elleme.’’ diyen bir sürü yapı var ve sadece galeriler değil. Dolayısıyla güvenli bir alan yaratmaya çalışıyoruz. 

Medya sanatındaki en büyük sorunlardan biri de ‘’Ben bu eserleri nasıl göstereceğim?’’ sorusuna cevap bulmaktır. Bir sürü teknik ekipman gerekiyor. Tasarım tarafı falan var. 

Oradaki bilgi çok önemli. Bu bilgiye sahip olması gerekiyor sergiyi yapan insanların. Yoksa ‘’Onu da koymayıver. Çok pahalı bir şey olmasın.’’ oluyor. Biz sanatçı tarafından baktığımız için, zaten kendimiz yaptığımız için… 

Örneğin ben projeksiyon makinelerini kuruyorum. Hiç de erinmem… Herkes birbirine yardım ediyor. Bunu yapmaya çalışıyoruz. Zaten bizim çok ciddi bir makine parkımız var. Onu sanatçıların kullanımına açtık. Hep sanatçının yanında olmaya çalışıyoruz.

Hande’nin söylediği bir diğer şey, benim kanayan yaramdır. Biz yıllarca fuarlara katıldık. İsimlerine gerek yok. Sadece Türkiye’de değil dünyada da böyle. Belli bir statün yoksa fuara giremeyebiliyorsun. Giriş kartın bile olmayabiliyor.

Hande Şekerciler: Küçüksen diyelim. Hem yaş olarak hem de kariyer olarak…

Arda Yalkın: Birisini davet edemezsin içeriye. Ya da herkes orada oturup büyük sofralarda yemek yerken sen bakarsın; ben buraya ne zaman davet edileceğim diye. Bizim ortaya koyduğumuz ilk şey bu. Önce sanatçılar gelecek. Gerekirse diğerleri gelmesin yani… Ama bu tabii ki bir ekosistem. Diğerlerinin de gelmesi gerekiyor.

Bu uzun süren bir fuar ve arka arkaya farklı alanlarda etkinlikler var. Bunların içine fuar, sergi ve konuşmalar da giriyor. Genelde sanat fuarlarında müzik, işin “eğlence” kısmında kalıyor. Fakat siz burada altını da çizerek müziği sanatın sergilendiği sahneye taşıyorsunuz.

Hande Şekerciler: Bu, iki sebepten böyle oldu. Birincisi Arda’nın hayatının daha erken dönemlerinde müzik işi içinde olmuş olması. Bence bu en büyük etkenlerden birisi. Daha da erken dönemlerinde bir süre müzisyenlik yapması…

İkincisi ise medya sanatı için kullanılan bu yeni mediumlar, yani alet edevat ve yazılımlar müzik ile çok ilintili. Audiovisual (görsel-işitsel) performansların kendisi bir sanat biçimi zaten.

Arda Yalkın: Bu kültürün bir parçası zaten.

Hande Şekerciler: Biz de müzik programını şekillendirirken buna ağırlık verdik. Mesela hiç birbirini tanımayan Andy Stott ile Markus Heckmann… Markus, TouchDesigner’ın yöneticilerinden bir tanesi. Arda, “Bu iki insanı birleştirirsek çok enteresan bir şey olabilir.” dedi ve biz bir anda prodüksiyon da yapmış olduk. 

İkisi de birbirini çok sevdi ve çalıştılar. Açılışı vardı ve yıkıldı ortalık…

Ben gelemedim ama sosyal medyadan izlediğim ve arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla gerçekten muhteşem olmuş…

Arda Yalkın: Enteresandı gerçekten. Aylardır uğraşılıyor ve çok ciddi bir ekip var arkasında.

Hande Şekerciler: Bizim ekibimizde de herkes sanatçı bu arada. Headhunter (yetenek avcısı) gibi genç sanatçıları yakalayıp seçtik. Onlar da kendi işleri gibi sahipleniyorlar.

‘’Bana damdan düşeni getirin.’’ Sözü vardır ya Nasreddin Hoca’nın… Onlar da sanatçı refleksleriyle o empatiyi yapıyor olabilirler. Benim de gördüğüm pek çok organizasyonda sanatçının, organizasyonu yapanın, markanın vs. tüm bileşenlerin bakış açısı var. Ama sizin ekibinizin sanatçılardan oluşuyor olması belki o empatiyi yakalayıp ihtiyaç durumunda ‘’Biz olsak ne isterdik?’’ sorusunun cevabını daha iyi sağlıyor olabilir.

Hande Şekerciler: Evet. Örneğin biz bu işi yaparken Fatih de işin içindeydi. Sahayı yönetiyor. O da bir koleksiyoner aslında. Böyle bir ekip kurulmuş oldu.

Memnun edilemeyişinizden kastım olmanız gereken yerde olmayışınızı görüyor, hissediyorsunuzdur. Aslında şu anda o, “Biz olsak nerede olurdu?” sorusunun hayata geçmiş halindeyiz.

Hande Şekerciler: Evet, doğru. Daha kariyerimizin başında, daha gençken tanınan bir sanatçıysan bile galerin yoksa fuara giremezsin gibi bir durum vardı. Çünkü fuar aslında galeriler için bir pazar yeridir. Amiyane tabirlerle konuşuyorum ama basite indirgersek budur. 

Ayakkabıcılar da fuar yapar. Kumaşçılar da fuar yapar. İşte sanat dünyasının da fuarı var… Biz de genç sanatçılar için küratöryel, bizim kar amacı gütmediğimiz ama onların eserlerinin satılabilmesine vesile olabileceğimiz…

Arda Yalkın: Ya da galeriler ile anlaşmasına…

Hande Şekerciler: Evet! Ya da buraya gelen galeriler ile, ya da lokal galeriler ile yabancı sanatçıları tanıştırabileceğimiz bir şey nasıl yapabiliriz diye düşündük. 

O zaman da OI Emerge diye bir başlık açtık ve burada bu yıl ilk yıl olduğu için de bir pozitif ayrımcılık gözeterek sadece kadın sanatçıları kabul ettik. Bu, bizim temel kaygılarımızdan birisi zaten. Galerisi olmayan, 40 yaş altı, dünyanın her yerindeki kadın sanatçılardan bir seçki yaptık. 

Amerika’dan Avrupa’dan ve Türkiye’den genç sanatçılar var. Bu şekilde 11-12 sanatçılık küratöryel bir sergi kurguladık.

Arda Yalkın: Burada bir şeyi daha hedefledik. Sen “memory stick” ile gel ya da gönder bize indirelim gibi bir şey değil. Fuarın kendisinde zaten ekran bazlı işler var. Çünkü medya sanatının çok önemli bir parçası. Ama öbür tarafı da önemsiyoruz. Ekran bazlı işlerin daha az olması için uğraşıyoruz. Çünkü biraz da buna döndü olay…

Kolay transfer edilebildiği, istediğiniz gibi büyütülüp küçülebildiği için… Çünkü büyüdüğü zaman insanlar üzerindeki etkisi farklı oluyor, telefonda farklı oluyor… O yüzden ekran bazlı işler çok revaçta. Biraz da bundan çıkarmaya çalıştık. 

Mesela robotla çalışanlar, dille çalışanlar, sesle çalışanlar… Böylece sanatçıların “Buraya” gelmesini çok istedik. Bizim için çok önemliydi. Çünkü işle olmaz… Buraya gelecek, aynı sofraya oturacak, yemek yiyecek ki o insanlar ile bir şeyler olsun. 

Orada Mey|Diageo ile çalışıyoruz ve elde edilen gelir o insanların buraya gelmesi için kullanıldı. Onlara kalacak yer ayarlandı. Uçak parası için destek verildi. Üretim için destek verildi… 

Şimdi çoğu buraya geliyor. Galerilerle masaya oturacaklar. Onlarla konuşma fırsatları olacak. Açılış olacak… 600-700 tane konuk burada eserlerini görecek.

Fotoğraf: Levent Menekay

Şimdi böyle konuşurken her şey çok güzel yapılabilmiş. Ama aslında baktığınızda bir deli işi ve müthiş bir cesaret gerektiriyor. Nasıl “Biz bunu yapabiliriz.” diye düşündünüz?

Hande Şekerciler: Biz öyle düşünmüyoruz Bihter ya! (Gülüşmeler) Bir hayal kuruyoruz ve başlıyoruz yapmaya yani…

Arda Yalkın: Yapabileceğimiz şeyi biliyorduk aslında. Dedik ki biz Kadıköy Belediyesi ile çalışıyoruz. Piksel’deyiz şu anda… Kadıköy Belediyesi’nin desteklediği bir mekan… Bize mekan desteği veriyorlar. Sergiler için, eğitimler için destek veriyorlar. Burada elektrik, su, barınma gibi her türlü giderimizi onlar karşılıyorlar. Biz de bunun karşılığında ücretsiz eğitimler veriyoruz. 

Piksel, kar amacı gütmeyen bir kurum. Şunu biliyoruz; biz elimizdeki, yani ha:ar’ın sahip olduğu stüdyo imkanlarıyla 10-15 galeriyi bir yere koyup sergileyebiliriz. En kötü ihtimalle küçük bir şey yaparız. Bir bakalım ya dedik… Galerilerin geri dönüşleri de çok iyi oldu.

Hande Şekerciler: Önce tabii anlamadılar. İki tane sanatçı, bir de Beyza… Tüm galeri ilişkilerini yürüten kişi. Artık tabii proje koordinatörümüz. (Gülüşmeler) Önce tuhaf karşıladılar. ‘’Kim bunlar, nereden çıktılar?’’ diye.

Arda Yalkın: Biz aslında İstanbul Belediyesi ile de daha önce çalıştık. Orada da Piksel eğitimleri oldu. Önce onlara gittik. Daha sonra Kadıköy Belediyesi’ne geldik ne yapabiliriz falan diye. Sonuçta iki tane insan gelmiş ve biz burada uluslararası fuar yapacağız diyor. (Gülüşmeler) Ama tabii Kadıköy Belediyesi buradaki şeyin farkında. 

Biz, binlerce insan eğittik, bunu biliyorlar. Binlerce diyorum ve gerçekten de öyle… Oradan da bir repütasyonumuz olduğu için dediler ki ‘’Bakın, biz böyle bir yer yapıyoruz.’’ Tamam, 20 galeri sığıyor. Hadi başlayalım o zaman dedik. Binayı gösterdik. ‘’Bakın böyle bir şey olacak.’’ diye. Ama daha bina yoktu ortada. Çimentolar falan…

Hatırlıyorum… Siz bana gezdirmiştiniz inşaatı…

Hande Şekerciler: Ve kimse inanmadı. Galeriler inşaat bitecek mi diye soruyorlardı.

Bu etkinliğin Anadolu Yakası’nda olması da hoş bir şey bence. Çünkü genelde Avrupa Yakası’nda oluyor. Türkiye geneline bakınca zaten sanat büyük şehirlerde ama İstanbul’un içinde bile çok belli bölgelerde kendine yer buluyor. Hatta “İstanbul’da ne kadar ulaşılabilir bir sanat ortamı var?” diye bir etkinliğimizde de konuştuk. Sizin bir sürü mekanı birden kullanıyor olmanız da hoş bir şey… Aslında mekanları da halkla tekrar barıştırıyorsunuz.

Arda Yalkın: Dün öyle bir şey oldu. Yanımızda bizi tanımayan birisi ‘’Ben her gün buradan geçiyorum.’’ dedi. Burada oturuyorlarmış… ”Burası Berlin’e falan dönmüş, hiç bilmiyordum böyle bir yer olduğunu.” dedi.

Onu ben de çok duydum. Ama şimdi bu Noise ile beraber, hani hep İstanbul’u bir yerlere benzetirler ya… Umuyorum ve inanıyorum ki insanlar bundan sonra “Bu festival de İstanbul gibi olmuş.” demeye başlayacaklar.

Arda Yalkın: Benim yaşım yettiği için bir şey söyleyeceğim…

Hande Şekerciler: Tedrisatı yetiyor. (Gülüşmeler)

Arda Yalkın: Gerçekten 2000’lerin başında 90’ların tam sonunda belki 2009’lara kadar İstanbul tipi bir eğlence vardı. Delicesine bir kültür ve eğlence… Ondan sonra yavaş yavaş düştü.

Hande Şekerciler: Biz içeriden baktığımız için biraz da böyle hissediyoruz. Çünkü biz her gün bir sürü kötü yönüyle de muhatap olduğumuz için İstanbul’un, biraz tadını pek çıkaramıyoruz bence. Kıymetini de pek bilemiyoruz. Ama görüştüğümüz galeriler inanılmaz heyecanlılar İstanbul’a gelecekleri için. İstanbul’a geliyor olmak bile onlara yetiyor. 

Bir fuarın bir sürü işlevi var; ilişkileri kurmak, satış yapmak, sanatçısını başka pazarlara açmak vs. Tüm bunlar bir yana sadece İstanbul’a geliyor olmaktan da inanılmaz heyecanlılar.

Bu çok güzel.

Hande Şekerciler: Kişisel olarak bu durum beni de çok heyecanlandırdı ve yaşadığım şehre bir daha bakmış oldum. Ben köprüden falan geçerken hep ‘’Uzaktan çok güzel görünüyorsun İstanbul.’’ diyorum.

Fotoğraf: Levent Menekay

Biz de bu fuarın bir parçası olduğumuz için çok mutluyuz. Reklam gireyim burada…(Gülüşmeler) 

Biz de bu etkinliğin sürdürülebilirliğinin tartışmaya açılma partnerliğini yapıyoruz. PlumeMag olarak sürdürülebilirlik kavramının pratikteki gerçekliğini de sorgulayan bir yapıyız. Siz de bunu sorguladığınız için bir araya geldik. 

Bunun yanı sıra bu fuar, benim Türkiye’deki sanat fuarlarına dair kaybolan inancımı yeniden yeşerttiği için size teşekkür ediyorum. Hiçbir zaman da ‘’Biz bunu yaptık.’’ diye kesin söylemleriniz de yok. Hep bir sorgulama ve araştırma içerisindesiniz. Bu sürdürülebilirlik konusunda bile bu noktaya gelene kadar kendinizi çok sorguladınız. Hala sorguluyoruz. Ölçümlere başladık. Bunun sonucunda bunu konuştuğumuz bir panel de olacak. Ne kadar kendimizi sorgulayabiliriz? Ne kadar kendimizi ölçümleyip daha iyisini yapabiliriz diye yaptığınız konuşmalarda bile ben sizin bu sorgulayıcı yönünüzü gördüm.

Arda Yalkın: Önce farkına varmak gerekiyor. Ondan sonra sorguluyorsun. Şu anda ben neye mal olduğunu bilmiyorum açıkçası. Çünkü bunun tartışmaları dijital sanatta da oluyor. 

Örneğin bir sanatçı çıkıyor ve ‘’Şu ekosistemde NFT ürettiğiniz zaman şu kadar bilmem ne…’’ falan diyor. Ama ben o sanatçıyla çalıştığım zaman biliyorum ki şu kadar ekran kartı, bu kadar bilmem ne falan… Bunları göz ardı ederek konuşuyor. 

Dolayısıyla sorgulamak için önce bilmek gerekiyor. Biz bilmiyoruz. Sizin sayenizde bunu öğreneceğiz. Belki de bizim çıkardığımız bu kadar yaygaraya değer mi diyeceğiz. Ya da bunu tespit ettik. Şimdi nasıl daha iyi hale getirebiliriz diyeceğiz. O zaman da elimizdeki verileri alıp ne yapabiliriz diye soracağız.

Hande Şekerciler: Sana soracağız Bihter. (Gülüşmeler)

Bizim de dört yıldır karşılaştığımız bir şey var. Nerede sürdürülebilirlik ile ilgili bir şey konuşulsa insanlar tamamen yok sayma ya da çok aktivist bir bakış açısına sahip olma eğilimindeler. Orta yolu bulmaya çalışan ve bu sorgulama içerisinde olan yok. 

Yurt dışında bir grup ‘’Biz tamamen ölçümlüyoruz ve karbon sıfır için yola çıkıyoruz.’’ dediği zaman bu çok alkışlanıyor. Türkiye’de birisi yaptığı zaman PR gibi algılanıyor. 

O yüzden bunu tekrar vurguluyoruz. Bu tamamen kendinizi sorgulamak için çıktığınız bir yol. Biz de size bu konuda danışmanlık yapıyoruz. Ama ben başka bir yerden bakmaya çalışıyorum. İnsanların daha anlayışlı olması, atılan adımların hemen bir karşı duruş değil de ‘’Bakalım ne yapacaklar?’’ gibi daha yumuşak karşılanması gerekiyor.

Hande Şekerciler: Ama yani böyle bir yapımız var bizim. Yapacak bir şey yok… Çok heyecanlıyız. Her şey en uçlarda… Bunu yaparken amacımız greenwashing (yeşil aklama) yapmak değil. Bir şeyler yapıyor ve bunu gizlemek için üzerine şeker atmıyoruz. Böyle bir şey var. Bunu yapıyoruz. Bakalım bu neye mal oluyor? 

Bu süreç içerisinde şunu da öğrendik ki bir yerde kötü bir şey yapıp öbür yerde ağaç dikince yaptığın şeyi nötralize etmiyormuşsun. Yani canının istediğini yap üç ağaç ekersin biter değilmiş meğer…

Arda Yalkın: Açıkçası biraz da böyle lanse ediliyor. Biz de çok araştırdık ve cahilmişiz bayağı… Markalar çünkü bas bas bağırıyorlar; karbon ayak izimiz şöyle, şu kadar ağaç diktik, şöyle oldu, böyle oldu… Radikal diyebileceğim aktivistlerle bile konuştuk. Onlar da bunu söylüyorlar. ‘’Hayır, bu değil.’’ diyorlar. Ama ne olduğunu onlar da bize söyleyemediler.

Biz size onu söyleyeceğiz. (Gülüşmeler)

Arda Yalkın: Gerçekten ‘’Biz ne yapalım o zaman?’’ dediğimizde bize cevap veremiyorlar.

O cevabı da biz vereceğiz. (Gülüşmeler)

Arda Yalkın: Öyle bir cevap var mı gerçekten? Hadi ben sorayım sana şimdi de… 

(Gülüşmeler)

Cevap aslında şu… Hiçbir şey tüketmeyeceğiz. Hiçbir şey yapmayacağız. Hareket etmeyeceğiz.

Hande Şekerciler: Ya da var olmayacağız.

Ama insan olduğu sürece, ürettiğimiz sürece tüketmek zorundayız. Her adımımız bir tüketim. Ama farkındalık oldukça, kendimizi ölçtükçe ve neyin nerede çok fazla olduğunu gördükçe o farkındalık nötralize etmeye değil, bir sonraki adımda neyi daha düşürebilirize bakmaya yarıyor. 

Tabii ki nötralize etmek için bir sürü şey var. Ağaç dikmek de hiçbir işe yaramıyor demiyoruz. Sürdürülebilirlik yolculuğu, asla yıktığını yeniden inşa etmekle ilgili bir şey değil. Ama farkında oldukça ve attığın adımlardaki izini küçülte küçülte başka bir döngü içerisine giriyorsun. Siz o döngüselliği aslında zaten sisteminizin içinde oluşturmuşsunuz. Bahsettiğiniz Piksel oluşumu, sanatçılara ortak malzeme kullanarak yarattığınız hem öğrenim hem üretim alanı da bunun içine giriyor.

Arda Yalkın: Öyle mi? Hiç böyle düşünmemiştim.

Tabii ki. Tüm bu kolektif yapılan hareketler, her sanatçının kendine bir atölye açması, her küçük grubun öğreneceği eğitim mekanlarını oluşturması da aslında bir karbon ayak izi. Yani sizin bu oluşturduğunuz şey, döngüsellik anlamında bir artı. Bunu bilmiyorsunuz mesela. (Gülüşmeler)

Arda Yalkın: Ama düşününce mantıklı… Burası mesela bu sene açılacak. Tam rakamı bilmemekle beraber 15-20 tane sanatçı ortak olarak çalışacağız. Dolayısıyla söylediğin doğru. 20 tane atölyenin olmasını engelliyor.

Bunun kullanılan alanlardaki ısıtmadan soğutmaya, su vs. gibi birçok kalemi var.

Arda Yalkın: Benim bu konuda bir umudum da var. Mesela başka bir organizasyonla görüşürken onların çok çevreci ve bu konuda çok hassas olduklarını görebiliyorum. Onların hareket planlarıyla da ilgili pek bir şey bulamamıştım. Belki böyle bir işe yarar.

Bizimki yayınlanacak…

Arda Yalkın: Evet, yani bir gün birisi baktığı zaman böyle bir şeyin nasıl bir şeye mal olduğunu görebilecek. Ben buna da seviniyorum.

Hande Şekerciler: Aslına bakarsanız kültür & sanat, insanlık, bilim gibi kavramlar, üst üste bir şeyler koyarak var oluyor ya… Biz de orada küçük de olsa bir şey koymuş olacağız. Belki daha sonra başka bir etkinlik, başka bir sanatçı, başka birisi… Ona bakacak ve ‘’2024 senesinde böyle bir şey yapmışlar ve buna mal olmuş. Biz şimdi o zaman böyle değil, şöyle yapalım ve bununla ilgili bir şey yazalım.’’ diyecekler. Hep beraber oraya bir taş atmış olacağız işte…

Ben her anlamda sizinle böyle bir projenin içerisinde yer almaktan, sizin böyle bir şeye cesaret edip yola çıkmış olmanızdan ve yolda bile konunun kendini büyütüp geliştirmesinden çok memnunum. İlk gün muhteşem geçti. Bence önümüzdeki süreç de öyle olacak. Ben heyecanla gelişmeleri bekliyorum. Size de çok teşekkür ediyorum.

Hande Şekerciler: Biz teşekkür ederiz Bihter. Senin bu pozitif enerjinin bu işin içinde olması da bizim için çok kıymetli ve beraber yol almak da çok kıymetli bence. İnşallah daha uzun seneler çok güzel şeyler yaparız.