Güncelleme Tarihi: 25 Temmuz 2022
2018 yılında araştırma şirketi Mintel tarafından yürütülen bir anket sonucu ortaya çıkan ve Eco Gender Gap olarak adlandırılan eko cinsiyet eşitsizliği, kadınların erkeklere kıyasla sürdürülebilirliğe ve yeşil yaşama daha çok önem verdiğini söylüyor. Araştırmaya göre, kadınların yüzde 71’i etik yaşamaya önem verirken, erkekler için bu oran yüzde 59’da kalıyor.
Mintel’in hazırladığı aşağıdaki grafikten gördüğümüz üzere kadınlar; geri dönüşüm, su tüketimi ve enerji tasarrufu konularında erkek kullanıcılara göre daha çevre dostu davranışlar sergileme alışkanlığına sahip. Bunların dışında sürdürülebilir bir diyet uygulama ve bir ürünü tercih ederken nasıl üretildiğine dikkat edip etmeme de var.
Neden Kadınlar Daha Sürdürülebilir Alışkanlıklara Sahip?
Kaynak: Mintel
Erkeklerin daha az etik ve sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarına sahip olma eğiliminde olmasının birkaç farklı sebebi var. Bu sebeplerin başını ‘feminen’ algılanma endişesi çekiyor. 2019 yılında yürütülen bir başka araştırmaya göre matara taşımak, plastik poşet yerine alışveriş çantası veya bez çanta taşımak/kullanmak veya çevre dostu diğer tüm alışkanlıklar gay olmak veya feminen hareketler sergilemekle bağdaştırılıyor. Çevre bilincine sahip olmak ve etik tüketim tercih etmek, yani bir açıdan ‘empati’ kurmak, maskülenliği aşağı çeken bir davranış olarak görülebiliyor. Hatta bahsi geçen maskülenliği koruma dürtüsü, bilerek ve isteyerek çevreye duyarsız davranışlar sergilenmesine bile itebiliyor.
Bir diğer nokta ise eve alınacak gıda ürünlerinden temizlik ürünlerine tüm alışveriş ve genel ev işlerinin kadın sorumluluğu olarak görülmesi. Dolayısıyla evde yürütülecek bir geri dönüşüm veya kompost yapma girişimi, yine bir kadının önayak olmasını gerektirebiliyor. Reklam ve ürün tanıtımlarında bu ürünler için hitap edilen kitle çoğunlukla kadınlar olduğu gibi, çevre dostu veya sürdürülebilir nitelik taşıyan ürünlerin tanıtımı yine kadın kitleyi hedef alıyor.
İklim Krizi Her Birimizin Sorumluluğunda
Kaynak: Deepak Kumar
İklim değişikliği ve iklim aktivistliği düşünüldüğünde akılda ilk beliren Greta Thunberg, Alexandria Ocasio-Cortez gibi isimler de yine kadınlar.
Buna rağmen hatırlatmak gerekir ki iklim krizine karşı atılan adımların ne kadar yetersiz olduğu iklim konferanslarında dile getirilirken, atılan ve atılacak adımların kararını veren kesim çoğunlukla erkeklerin oluşturduğu siyasi liderler ve erkek yöneticiler. İklim müzakerelerinde kadın sesinin azlığı ise dikkat çekici. İngiltere bazlı iklim müzakerelerinde eşit reprezantasyon olması gerektiğini savunan SHE Changes Climate platformunun ortaya koyduğu üzere müzakerelerde Birleşik Krallık adına görev alan 12 liderin yalnızca ikisi kadındı. Ayrıca yine Birleşik Krallık adına COP26’ya katılan tüm ekibin %45’i kadınlardan oluşmasına ve bu iyi bir oran gibi gözükmesine rağmen kadın katılımcılar daha çok organizasyon ve benzeri etkinliklerde görev alarak, karar verme pozisyonlarında yeterince yer almadı.
Halbuki iklim krizi, cinsiyet tanımayan ve her birimizi ilgilendiren bir konu. Üstelik iklim krizinden kadınlar, erkeklere göre daha fazla etkileniyor. Bunun temel nedeni ise özellikle Afrika ve Asya’da kadınların ana geçim kaynaklarının doğaya daha fazla bağımlı olması. Birleşmiş Milletler verilerine göre, gelişmekte olan ülkelerde gıda üretiminin %45-80’ini kadın çiftçiler gerçekleştiriyor. Kuraklık, azalan su kaynakları, aşırı hava olayları ve kıyı bölgelerinin sular altında kalma ihtimali ise hem gıda güvenliğini, hem de geçimi tarıma bağlı kadınları riske atıyor. İklim değişikliğine bağlı olarak toprağın verimi azaldıkça kadınların aynı geliri elde etmesi için çok daha uzun saatler çalışması gerekiyor.
Toplumsal cinsiyet rollerine bağlı olarak sıklıkla kadınlar tarafından üstlenilen gıda, temiz içme suyu, yakacak temin etme ve diğer tüm ev işleri de her geçen gün benzer şekilde zorlaşıp uzuyor. Bu da, kadınların ve kız çocuklarının eğitime daha az zaman ayırmasına yol açıyor. Ailede erkek bireyler eğitim ve iş fırsatlarının peşinden gidebilirken, kadınlar çocuklara, kardeşlere veya ailenin yaşlı bireylerine bakma sorumluluğuyla baş başa kalıyor. İklim krizine bağlı olarak deniz seviyesinin yükseldiği veya aşırı hava olaylarının görüldüğü yerlerde ise insanlar göçe zorlanıyor. Zorunlu göç, açlık, fakirlik gibi sorunlar aile içi şiddet olaylarını artırıyor. Tüm bunlar göz önüne alındığında, kadınların mücadelede ön saflarda yer alması gerektiği su götürmez bir gerçek.
İllüstrasyon: Duygu Naz Yaldız