Contemporary İstanbul’daki Güçlü Eserlerin Ardındaki Kadınlar

Contemporary İstanbul’un En Cesur ve Güçlü Eserleri

PlumeMag olarak 5-10 Ekim tarihleri arasında Tersane İstanbul’da düzenlenen Contemporary İstanbul’un 16. edisyonunda medya partneri ve katılımcı olarak yer aldık.

Katılımcı olduğumuz için fuarı her gün farklı saatlerde, farklı bakış açıları ile gezme şansı buldum. Her yeni turda çok farklı keşifler yapma şansım oldu.  

Tersane’nin eşsiz manzarasının ve mimarisinin büyüsü fuar süresince beni etkilemeye devam etti. Mimarinin ve mekansal algının insanlar ve nesneler üzerinde yarattığı güçlü etkiyi her geçen gün daha fazla hissettim. Tarihi dokuyu taşıyan tuğla ve kirişlerin insanın elinden tutup gökyüzüne taşıması ve geri dönüş yolunda Haliç’in ve tarihi İstanbul’un karşı yakadan çapkın göz kırpışları bana çok farklı coşkular yaşattı.

Bu sebeple özellikle dış mekanlarla ilişki içerisinde olan, yolumu kesip beni kendi içine çeken eserler odak noktam oldu. Tabii iç mekanlarda galerilerde çok etkilendiğim, düzenli aralıklarla karşısında vakit geçirdiğim eserler de vardı.

Günlerce gezdiğim fuarda kendime “En İyi 10” yapmak üzere yola çıktım. Bu keşif yolculuğunda fark ettiğim şey ise not aldığım ve karşısında ya da içinde zaman geçirdiğim en güçlü eserlerin çoğunun kadınlara ait olmasıydı. Tabii Erol Akyavaş, Sıtkı Kösemen ve  İlhan Koman’ın yeri ayrı… 

Sadece kadın sanatçıların eserlerinden oluşan “En İyi 10” listemi ve nedenlerini maddeler halinde açıklıyorum. Buyurunuz…

Şükran Moral / Faar Gallery / Portreler Sergisi

Şükran Moral

Şükran Moral ile yıllar önce bir dernek aracılığıyla İstanbul’daki atölyesini ziyaret ettiğimizde tanıştım. Kendisine özel bir ilgim olduğunu herkes bilir. Bu kadar sert işler yapan, korkunun ve tehlikenin üzerine giden, konfor alanında olmayı reddeden bir kadını gizemli bulmanın dışında, keşfetmek için kendisini ve özellikle işlerini yakından takip etmeye çalışıyorum. Türkiye’den sınır dışı edilmiş, birçok kurum ve galerinin korktuğu bir isim olsa da dünya basınından cesaretine övgüler alan ve eserleri dünyanın en önemli müzelerinde yer alan bir sanatçı Şükran Moral.

Şükran Moral / İstanbul'dan Anama Mektup

Faar’da gerçekleşen portreler sergisi bir nevi retrospektif tadındaydı. Sanatçının gençlik yıllarında Tersane’de muhasebe departmanında çalışırken yazdığı şiirlerle başlayan sergi, yıllar içinde sanatçı kimliğine geçişi ve yaptığı işlerin temposunun artışını anlatıyordu. Ya da ben öyle anladım. Önemli olan zaten izleyicinin ne aldığı değil mi? Yıllar sonra hayata ilk adım attığı noktaya bambaşka bir kimlikle geri dönüyor olması benim, Tersane’de eserleri yer alan tüm sanatçılara nazaran Şükran Moral için çok daha farklı anlamlar taşıyor olmalı.

Beni “İstanbul’dan Ana’ma” adlı şiiri çok etkiledi. Fransa’da sanat tarihi okurken, anneme yazdığım mektuplar aklıma geldi.

Ani Çelik Arevyan / Galeri Nev İstanbul /  “Between Life and Death” 

Contemporary İstanbul’daki Güçlü Eserlerin Ardındaki Kadınlar

Her gün düzenli olarak önünde vakit geçirdiğim bir diğer eser ise Ani Çelik Arevyan’ın Galeri Nev İstanbul’da sergilenen “Between Life and Death” isimli 3’lü serisiydi.

Sanatçı, 1998’deki ilk fotoğraf serilerinden biri olan “Between Life and Death”i çektiğinde, kara kalem çizimler yapıyor ve daha çok drapeler üzerinde çalışıyormuş. Vücudun kıvrımları ve üzerindeki kumaşın dökümünün, gözünde bu figürleri heykele yaklaştırmasından dolayı resim yaparken geliştirdiği bakış açısı, serideki fotoğrafları biçimlendiren önemli bir etmen olmuş.

Sanatçı seriyi şu sözlerle ifade ediyor: 

“Bu serinin en belirgin özelliği, figürün arka plan içinde erimesini istememe karşın figürün bu isteğe direnmesi diyebilirim. Seriyi oluştururken beni yönlendiren bir diğer motivasyon, figürün içine gömüldüğü zemini, arka planı ve kirece bulanmış modeli farklı beyaz tonlarında buluşturmaktı. Bu fotografik ögeler yer yer eşitlendi ve aynı düzleme taşındı. Ancak bunu sürdürmek, fotoğraf yüzeyinin bütünü düşünüldüğünde imkansız bir çabaydı. Gerçekleştiği noktada fotoğraf düz beyaz bir yüzeye dönüşecek, yok olacaktı. Çabamın imkansızlığı, fotoğrafların taşıdığı gerginlikle görünür hale geldi. Sanırım bu yüzden bu serinin ölüm ve yaşam arasında durduğunu düşündüm.

 

Gülay Semercioğlu / Pi Artworks / Mediterranean

Contemporary İstanbul’daki Güçlü Eserlerin Ardındaki Kadınlar

Gümüş çekirdekli endüstriyel tel ile yaptığı eserleriyle tanınan Gülay Semercioğlu’nun eserleri, dışarıdan bakıldığında son derece muntazam ve estetik motiflerin yer aldığı çok keyifli eserler olarak görünüyor. 

Fakat sanatçının malzeme seçimini aslında kadın olmanın görünmeyen zorluklarını vurgulamak üzere bilinçli olarak yaptığını keşfetmek, izleyici başka bir boyuta taşıyor. 2009 senesinde, Pompidou’da, sadece sanatçı kadınların yer aldığı, “Elles @Pompidou’’ sergisinde Sigalit Landau’nun bir videosuyla Gülay Semercioğlu’nun tekniğiyle anlatmak istediği fikir arasında paralellik buldum.

Landau, videoda çıplak bedeninde bir hulahop çeviriyordu. Doğada çıplak ve güzel bir kadının hulahop çevirmesinden daha estetik ve çekici ne olabilir? Ama videoyu izledikçe hulahopun iç tarafında ilk bakışta gözle görülmeyen dikenli teller olduğunu görüyor ve ilerleyen saniyelerde sanatçının belinin kanamaya başladığını izliyorsunuz.

Söyleyeceklerim bu kadar… 

Rachel Hayes / Istanbul 74  

Rachel Hayes

Rachel Hayes, Istanbul 74’ün ev sahipliğinde yer alan  dev bir kumaş enstalasyon ile ziyaretçileri karşılıyor. Rachel Hayes, dünyanın farklı yerlerinde açık benze desen ve kumaşlarla doğaya ve açık hava mekanlarına misafir oluyor. Bu misafirlik asla talepkar değil. Daha çok bir tatlı huzur tadında. Enstalasyonun en etkileyici yanı ise kumaşların çok ince bir dokuya ve narin bir yapıya sahip olmaları. Bu narin yapıya ve rengarenk cıvıl cıvıl desenlere karşı bulunduğu mekan üzerinden büyük bir hakimiyet kuruyor ve insanları etkisi altına alıyor. Bu da bana çok kadınsı, çok duyarlı bir tavır gibi geliyor. Sanatçı, otorite kurmak için sert olmaya ya da hakimiyet kurmak için duvarlara gerek olmadığını alegorik ve şiirsel bir şekilde anlatıyor. 

Gönül Nuhoğlu / FAAR / Armaggedon

Contemporary İstanbul Gönül Nuhoğlu

Tersane’nin denize bakan kısmında iki bloğu birbirine bağlayan açık geçiş alanında sergilenen deli gömlekleri ve metal konstrüksiyon üzerinde konuşlanmış kuşlar, en dramatik bulduğum eserlerdendi. Tersane’nin fuar alanına dönüştürülmeden önce kuşların yuvası olduğunu düşünecek olursak burada çift katmanlı bir enstalasyon olduğunu hayal edebiliriz.  Magritte’in “Bu bir pipo değildir.” yazan tablosunu yazının burasına kadar gelmiş birçok insan biliyordur. Bunlar da o sandığımız kuşlar değil mi acaba? Tersanede çok vakit geçirince yuvaları bozulan ya da insan sirkülasyonundan dolayı yuvalarını terk eden kuşlar hep aklımın bir yerindeydi bu enstalasyona bakarken.

Deli gömleklerinin ise hepimizin içinde saklı olan delirmeye beş kala ruh durumumuzla bizi karşı karşıya bırakması bana göre dramatik anlardı. 

Contemporary İstanbul Gönül Nuhoğlu

 

Ardan Özmenoğlu / Anna Laudel 

Contemporary İstanbul Anna Laudel Ardan Özmenoğlu

Fuar boyunca sosyal medyada en çok paylaşılan fotoğraflardan birisi de giriş alanının bahçesinde, arkasında neonla “Babam sağ olsun’’ yazan vintage Mercedes idi. Bir de galerinin standında “Para verseler almam.’’ yazan eser. İlk olarak bu eski otomobil çok maskülen bir iş gibi göründüğünden çoğu insan bunun bir erkek sanatçı işi olduğunu düşündü. Bu eserin bir kadına ait olduğunu duyunca şaşıranlar oldu.

Contemporary İstanbul Ardan Özmenoğlu

Neden? Ben de bilmiyorum. Diğer eser ise kültür sanat editörümüz Emir’in aktardığına göre Ardan Özmenoğlu’nun bir ziyaretçinin eserlerinden biri için, para verseler asmam dediğini duyduktan sonra yaptığı bir işmiş. Çok da iyi yapmış. 

İroni ve insanın kendiyle bu şekilde boy ölçüşmesinin günümüz sanatında çok önemli bir yer tuttuğu görüşündeyim. Hayatı bazen de çok şey yapmamak lazım belki de…

Günnur Özsoy / PG Art Gallery / İsimsiz

Günnur Özsoy Bihter Ayyıldız

Günnur Özsoy’u bilenler bilir. Akışkan formlar ve parlak yüzeylere sahip tanımlanamayan kıvrımlarla birbirleriyle hep iletişimde ama hep bambaşka alemlerde heykeller yapan, imzası çok net bir heykeltraş kendisi.

Açık alanda sergilenen isimsiz eseri, her görenin içine girmek ve neredeyse onunla oynamak istediği bir eserdi. Hatta fuar boyunca eserin içi hiç boş kalmadı diyebilirim. Rengi ve formuyla insanı içine çeken çok davetkar ve eğlenceli, hatta fuarın en eğlenceli eseriydi diyebilirim.

Sanatçıyla yaptığımız kısa sohbette kendisi de bunu doğrular bir ifade kullandı. Artık eserlerin önünde fotoğraf çektirmek demode hale gelmişken içine girebildiğiniz bir sanat eseri fikri şahane değil mi sizce de?

Yağmur Çalış / House of Brothers / REM Uykusu / Ustalaşma Döngüsü 

Yağmur Çalış Ustalaşma Döngüsü Seçkin Pirim

Contemporary İstanbul’un destekçilerinden Pernod Ricard’ın alanında bulunan ve fuarın buluşma noktası olan House of Brothers Lounge’da sergilenen REM Uykusu, genç sanatçı Yağmur Çalış’ın, Seçkin Pirim’in dokunuşuyla döngüsünü gerçekleştiren bir eser. Pernod Ricard’ın sosyal sorumluluk kapsamında genç sanatçıları desteklemek üzere alan açmak üzere hayata geçirdiği proje kapsamında ortaya çıkan eser, genç sanatçının hayata karşı bakışını dev bir enstalasyon ile ortaya koyuyor. Bu devasa eserin kağıttan yapılmış olmasının da yine görünen ve görünmeyenin dengesi konusunda önemli bir unsur olduğu görüşündeyim.

 

Tuba Önder / Galeri Diani / Düş Avcısı

Contemporary İstanbul’daki Güçlü Eserlerin Ardındaki Kadınlar

Farklı disiplinlerde eserler üreten Tuba Önder, sanatsal üretimin düşünce ve felsefeden ayrı olamayacağına inanan ve hayat boyu öğrenci olduğunu söyleyen bir sanatçı. İnsanların maruz kaldığı materyalizmi ifade ettiği savaşçılar serisinin “Düş avcısı’’ isimli parçasında, kendini yer çekimine ya da maruz kalmayı reddettiği bir şeye karşı yüksek gerilimli şekle sokan bir kadın görüyoruz. Bu kişi, bir duvara çıkmak için kollarından güç mü alıyor, yoksa bir şeyden geri mi durmaya çalışıyor? İşte bu eserin karşısına geçip bakmaya başladığınızda sorular kafanızda dönüp durmaya başlıyor. Ben de sanatın en çok insana soru sordurma güdüsünü seviyorum. Beynin ve hücrelerin bu sorularla gıdıklanmasını ve sanki hissizleşen hücrelere elektrik veriliyormuş hissi yaratmasını seven tek kişi ben değilimdir herhalde.

10) Zeynep Kayan / Zilberman / Yırtık Serisinden

Contemporary İstanbul Zeynep Kayan

Bu siyah beyaz baskıları gördüğüm ilk anı hatırlıyorum. Cumartesi günü ziyaretçilerin en kalabalık olduğu saatlerde yine bir keşif turuna çıkmıştım. Kalabalığın içinde bir kişi ile göz göze gelirsiniz ve göz bebekleriniz arasında sadece sizin görebildiğiniz bir lazer ışığı çizgisi oluşur. Bugüne kadar böyle bir şey yaşamamış olanlar için üzgünüm ama bu çok özel bir andır. İşte Yırtık serisi ile öyle bir an yaşadık. Köşesine kurulmuş bekleyen siyah beyaz baskılar, herkesin çok maksimal giyinip geldiği bir davete en sade haliyle gelen bir kişinin ihtişamını taşıyordu benim için.

Artık fotoğraf, mektup ya da sevdiğimiz bir kitabın sayfasının yırtılmasından dolayı yaşanan üzüntünün bellek dışında kaldığı dijital bir çağda, yırtık kelimesini görmek bile eski bir dostu görmüşüm gibi derinden etkiledi beni. Hala dolma kalemle mektup yazan, okuduğu kitapların içine şiirler karalayan, eski fotoğraflara bakma seansı yapan benim gibi bir insan için fazlaca anlam yüklenecek bir eser. Siz ne düşünüyorsunuz?