Ben Bir Zeytin Ağacı Duydum

Ben Bir Zeytin Ağacı Duydum

 

‘’(…)

Git ve unutma

Ha vardır benim dallarım şimdi

Ha hatırla.’’

Zeytin Ağacı, Birhan Keskin

Athena’nın kente hediyesi, Tanrı’nın sözleri işitilsin diye üzerine ant içtiği kutsal, güvercinin gagasında Nuh’a vadedilen yaşamanın umudu… Bütün ağaçların atası, ‘’ölmez ağaç’’ zeytin, insanlık boyunca ona bakan, bakmasını bilen insanlara; doğalın, sağlığın, hayatın ve estetiğin hazzını sundu. Bütün bir anaçlıkla açtığı kucağında besledi, baktı, ısıttı ve şifa verdi.

Mine Akın’ın Bütünün İçinden adlı kişisel sergisi, Ferda Art Platform’un mekanında seyircinin beğenisine sunuldu. Akın; heykellerinde belki de üzerinde çalışabileceği en kıymetli malzemeyi, zeytin ağaçlarını seçmiş. Biraz bundan, biraz da sanatçının gözler önüne serdiği estetik doyumun üzerimde bıraktığı etkiden sebep bu yazı, alışılagelmiş bir sergi incelemesinin seyrinden taşıp bir denemeye evrilmek hevesinde gözüküyor.

Nitekim ben de buna ket vuracak değilim.

Zeytin ağaçları, dendrolojik bir unsur olarak duramıyor zihinlerde. Hikayelerdeki yaşantılar ve hayallerle insanlığın, bütünlüğü ve manzaradaki yeriyle coğrafyanın hafızasını tutuyor. Zeytin ağacı, etrafındaki insanlara basitçe bir meyve sunmakla kalmıyor. Bütün günlük pratikleriyle sürdürülebilir bir yaşam dinamiğini ve eğer arzulanırsa biraz daha ‘’insan’’ olmak; nazıyla sabrı, bilgeliğiyle emeğin kıymetini ve kutsiyeti ile sonsuzluğu vadediyor. Belki de bu yüzden Mine Akın’ın zihninden, usta ellerinden geçen ve bütün duyumlara imkan tanıyan bu formlara yalnızca ‘’bakmak’’ yetmiyor. Çünkü sanatçının heykelleri; tende hissedilecekse Marakeş’in Ourika Vadisi’nde zeytin ağaçlarının arasından süzülen rüzgara, işitilecekse Milas’ta bir zeytin bahçesinde yanan kuzinenin çıkartığı çıtırtıya ve eğer tadılacaksa Toscana’da zeytinyağı, kekik ve bir parça ekmeğe dönüşüyor.

Ben Bir Zeytin Ağacı Duydum
Fotoğraf: İsimsiz IV ve İsimsiz V, Mine Akın

Şimdiye kadar belki de sanatçının açtığı kapılardan malzemenin işe getirdiklerinden bahsettik. Bir de malzemenin zihin oluklarından sanatçının geçirdikleri var. Mine Akın, gövdelere öyle formlar kazandırmış ki dişil bir tavrın atanışı ihtimali ile zeytin ağacında gömülü pro forma kadınlığın uyanışı ihtimali aynı soyut oluktan akıyor. Bu ikisini ayrıca okumaya çalışmak imkansız. Zaten artık her ne kadar imgelemi Descartes’in anladığı gibi anlamasak da bir münasebete ilişkin iki terimi önce ayırıp sonra bir araya getirmek anlamsız bir çabadır. En nihayetinde Sartre’nin dediği gibi; “Münasebet sentezdir.” 

Artık Mine Akın’ın yaratımları ne bir zeytinin ne de bir kadının gövdesi. Ancak merakla bakan gözler karşında bu heykeller, hem zeytin hem de kadın bedeninin bütün tavrına, erkek tahakkümü karşısında dikilişine ve kadimliğine gebe bir sentez hüviyetinde duruyor. Haliyle insan; bu duru geçişkenliğin, bütünlüğün ve iç içeliğin karşısında hayranlığını pek de gizleyemiyor.

Kapak Fotoğrafı: Eleia, Mine Akın