Imposter Sendromu Nedir?

Imposter Sendromu Nedir?

Hiç ‘aslında şu an bulunduğum pozisyonu hak etmiyorum’, ‘ailemin ve arkadaşlarımın inandığı kadar yetenekli değilim’ gibi düşünceler aklınızdan geçti mi? Eğer sık sık bu gibi düşüncelere dalıyorsanız, imposter sendromu yaşıyor olabilirsiniz. Imposter (sahtekarlık) sendromu; kişinin içten içe deneyimi, eğitimi, beceri düzeyi ve uzmanlığını yok sayarak kazandığı tüm başarılara şansının yaver gitmesi ile veya dış etkenler sayesinde ulaştığına inanması durumudur. Ayrıca yetkin hissetmemek, övgü aldığında övgünün samimiyetine güvenememek ve kabiliyetlerden sürekli olarak şüphe duymak gibi belirtiler de bu durumu tarif edebiliyor. 

Imposter sendromunun bir diğer yorucu tarafı ise günlük işlerde kendine aşırı yüklenme hali. Halihazırda ailemizin, iş yerimizin, çevremizin bizlerden beklentisi bol. Bu beklentilerin her birini karşılamak emek ve zaman gerektirirken üzerine istemeden eklenen yetersizlik hissi, zamanla kaygıya ve motivasyonsuzluğa yol açabiliyor. Beklentileri karşılayamamaktan yaşanılan korku, gereğinden fazla çalışmaya ve öz baskıya neden oluyor. ‘Burada olmayı hak ediyor muyum?’ gibi sorularla kar topu gibi yuvarlanarak büyüyen tereddüt, orada olmayı hak ettiğinizi gösteren on farklı sebep olsa bile inandırıcı gelmeyebilir. İnsan eleştirilere karşı aşırı hassas olup, etraftaki herkesin her konuda daha ‘iyi’ olduğuna inanıyor. 

International Journal of Behavioral Science dergisine göre meslek, cinsiyet ve yaş fark etmeksizin insanların yüzde 70’i hayatlarında en az bir kere bu hissi deneyimliyor ve maalesef bireyler zamanla anksiyete ve suçluluk duygusu döngüsüne girebiliyor. 

Imposter Sendromu ile Nasıl Başa Çıkılır?

Önemli olan sorunun farkında olmak ve ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsanız profesyonel destek almaktan çekinmemek. Çünkü sahtekarlık sendromu, özellikle anksiyete ve öz güvensizlik ile birleştiğinde  hayatı bunaltıcı bir hale getirebiliyor. Şunları da unutmamak gerek: Aşırı yüksek hedefler koyup zorla başarısız olmaya gerek yok. Ulaşılamaz hedefler eksik yönlerimize odaklanmamıza sebep olur. Öte yandan ‘değer’ yalnızca üretkenlikten ve çalışkanlıktan gelmiyor ve zaman zaman yardım istemek zayıflık veya yetersizlik demek değil.

Sosyal medya kullanımını kısıtlamak başkalarıyla kıyas yapmanın önünü almaya yardımcı olacaktır. Malum çoğu insan olduğundan fazlasını gösteriyor. Herkesin başarı anlayışı ayrı olduğu gibi hayatında önceliklendirdiği konularda tabii ki farklı; bunu sürekli olarak kendimize hatırlatmak gerek. Son olarak bu durumun yarattığı duyguları güvenilen yaşıtlarla veya iş arkadaşlarıyla paylaşmak, daha az yalnız ya da az garip hissetmede yardımcı olacaktır. 

Imposter Sendromu Nasıl Ortaya Çıktı?

imposter sendromu nedir

Fotoğraf: Tima Miroshnichenko

Imposter sendromu terimi, ilk kez psikolog Suzanne Imes ve Pauline Rose Clance tarafından 1978 yılında kullanılmış. Imes ve Clance araştırmalarında bu deneyimi en çok başarılı kadınların yaşayacağını ortaya koymuş. Neden mi? Çalışmaya göre akademik ve iş hayatında belli bir başarıya ulaşmış kadınlar, çalışarak hak ettikleri her şey için kendilerini bir noktada sahtekar hissederek çevresini kandırdığını, aslında yetenekli/başarılı olmadığını düşünüyor. Bu şüphe, iş ortamında karar verme yetkisinine sahip olan kadınlarda yeni fikir beyan etme, sorumluluk alma ve geri dönüşte bulunmada tereddüt yaşatıyor. Hatta mobbing ile birleştiğinde bu öyle sık yaşanan bir sorun ki günümüzde kadınların erkeklerden çok daha nadir olarak üst yönetici pozisyonunda bulunmasının sebeplerinden bir tanesi de bu.

Günümüzde tabii ki bu durumu sadece kadınların yaşamadığı, erkeklerin de sık sık yaşadığı ortaya kondu. Hatta Imes ve Clance’in o yıllarda çalışmalarını yalnızca beyaz kadınlar üzerinde yani küçük bir grup ile yürüttüğünü de hatırlatmak gerek. Bugün, farklı ırk gruplarından birçok kadın ve erkek, önyargılarla savaşmak yetmezmiş gibi bir de beyaz ve erkek egemen iş yerinde bu asılsız yetersizlik hisleriyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Bunun çözümü ise kişinin kendisinde değil. İş ortamının alışılmış maskülen ve heteronormatif bir çevreye sahip olmaması, kapsayıcı ve eşitlikçi olması gerekiyor.

İllustrasyon: Duygu Naz Yaldız