Ebru Sanatında Geleceğin Gelenekçisi: Atilla Can

Ebru Sanatında Geleceğin Gelenekçisi: Atilla Can

Güncelleme Tarihi: 2 Ekim 2021

Kültürel miraslarımıza daha çok sahip çıkılması gereken bir dönemdeyiz. Unutmadan ve unutturmadan atacağımız her adım, kültürel belleğimiz için çok mühim. Yıl 2014’ü gösterdiğinde biricikliği ve kendine özgü oluşu ile birçok geleneksel sanat türlerinden sıyrılıp UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne alınan bir sanat türü var. Her yapılışında benzersiz bir yolculuğa tanık olduğumuz ebru sanatından bahsediyorum. 

Biz de bu sanata gönül vermiş, Birleşmiş Milletler ve UNESCO Paris ile yazışmalar yaparak ebrunun listeye alınması adına önemli katkılar sunmuş Ebru Sanatçısı Atilla Can ile bilgilendirici bir röportaj yaptık. Sanatçı Can, ebrunun sürdürülebilirliği adına da başta su olmak üzere doğal kaynakların korunması hususundaki hassasiyeti ve deneysel uygulamaları ile de alkışı hak ediyor. “Gayemiz ebru sanatının daha iyi tanınması, anlaşılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasıdır.” diye belirterek sohbetimize başlayalım.

Atilla Bey merhaba. Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Uzun yıllar resim sanatıyla meşgul oldum. Daha sonra ebru sanatının cazibesine kapılıp İstanbul’da Zal Mahmut Paşa Külliyesi’nde 5 yıl boyunca üstadım Ali Çalışır’dan ebru dersleri aldım. Bu sanatın sanattan öte bir bilim olduğunu kabul ederek arayışlar içine girdim. Yenilikçi yaklaşımlar ile bu kadim sanatımıza katkı sağlamaya çalıştım.

Dünyada bir sanat insana dokunmuyorsa, insan için gayret sarf etmiyorsa eksiktir düsturu ile birçok ulusal ve uluslararası projelerde bulundum, projeler gerçekleştirdim. Beş kıtada, otuzdan fazla ülkede sanatım ve ülkem adına festival, sergi, panel, sosyal sorumluluk projesi ve organizasyonlarda ebru sanatını temsil etmeye çalışıp kültür elçiliği yapmaya, kültürel diplomasiye katkı sağlamaya ve  öğrenci yetiştirmeye gönüllü oldum.

Ebru sanatının önde gelen temsilcilerinden biri olarak bu sanata olan merakınız nasıl başladı?

Attila can ebru sanatı

Çocukken elime aldığım kalemin, boyaların kağıt üzerine bıraktığı izler, farklı renkler, farklı şekiller bende coşku uyandırmaya başlamıştı. Çizme, karalama aşkı yaşadığım kendimi tanımaya başladığım bu dönemlerde yaşıtlarıma göre farklı ve güzel çizimler yaptığım söylenirdi. Bu söylemler ve dış mecra yarışmalarında ödüller almam ile kendimi bir şekilde resim sanatının içine girmiş buldum. Kara kalem, sulu boya, yağlı boya çalışmalarım oldu. Bu keyif ve devamlılık ile uzun yıllar bu yolda yürürken ebru sanatının adını duyuyor ve yapılış tekniği de ilgimi çekmeye devam ediyordu. Bu sanatı farklı, özgün ve eşsiz kılan özellik olan su üzerinde yapılıyor olması fikri hücrelerimi sarmaya başladığında sanat ile ilgili araştırmalar yapmaya ve bunu öğrenmek için yol, yöntem, hoca aramaya başladım. Bir gün üstadım Ali Hoca ile tanıştım ve şimdi büyük bir tutkuyla devam ettiğim ilk ebru dersini kendisinden aldım.

“Ebru sanatında an vardır, tekrar yoktur. Tıpkı aşk gibi, tıpkı yaşam gibi.”

Sohbetimizin, Geleneksel Türk Ebru Sanatı’nın yeni kuşaklara tanıtılmasına katkı sağlamasını temenni ederek sormak istiyorum. Ebru Sanatı nedir, nasıl ortaya çıkmıştır?

Kitre, kerajin gibi maddelerle hazırlanmış kıvamlı su üzerinde toprak, oksit, pigment gibi boyaların içine öd konarak su üzerinde yüzdürülmesi, yüzdürülen boyaların ise biz dediğimiz iğnelerle farklı yönlere çekilerek desen yapılması, hazırlanan desenin emici nitelikteki kâğıtların su üzerine yatırılıp kağıdın boyanması ile elde edilen kağıt süsleme sanatına ebru diyoruz. Her ebru eseri dünyada tek ve parmak izi gibi benzersizdir. Yaptığınız ebrunun bir benzerini yapma şansınız yoktur. Çünkü ebru sanatında an vardır, tekrar yoktur. Tıpkı aşk gibi, tıpkı yaşam gibi… Ebru sanatına büyülü bir vasıf kazandıran yanı ise onun su üzerinde yapılıyor olmasıdır.

ebru sanatı kültürel mirasEbru sanatının nasıl ortaya çıktığını ifade etmek gerçekten zor. Çünkü halen geçmişi muammalarla dolu olan bir sanat dalı. Yüzyıllarca gizli saklı yapılan bu sanat için söylenenler ve yazılanlar ebrularımıza benzemese de hep tekrardan ibaret. Kaynaklara bakıldığında 13. ve 14. yüzyıllarda Türkistan’ın Semerkant Bölgesi’nde bu sanatın ilk defa yapıldığı yönünde söylemler var. Orta Asya’dan İpek Yolu’yla önce İran’ın Herat Bölgesi’ne, oradan Selçuklu’ya, Selçuklu’dan miras olarak da Osmanlı’ya kadar intikal eder. Bu sanat çok sevilir ve herhangi bir loncaya bağlı olmamasına rağmen İstanbul,  bu sanatın başkenti konumuna gelir. Ticaret gemileri ile İstanbul’a gelen tüccarlar bu renkli kâğıdı görür, hayran kalır ve alır ülkelerine götürürler, böylelikle de Avrupa’ya ve dünyaya ebru yayılmış olur.

Avrupalı, bu renkli kâğıtları çok sever, en önemli kitapların iç ve dış kapaklarını ebru ile süsler. Bu güzel renkli kâğıtlarla süsleme işi o kadar popüler olur ki ebrulu kâğıtlara olan ihtiyaç da haliyle artar. Daha sonra Avrupalı,  gizli –saklı, ketum bir anlayışla  yapılan ebru sanatının sırrına  bir şekilde vakıf olur ve bu sanatı kendisi de yapmaya başlar. 

Ebru sanatı tarihi, hep bu çerçevede anlatılır. Ancak hiç kimse 4. yüzyılda keçe üzerine yapılmış eserlerden bahsetmez. İşte bu nedenle geçici hayatın bilgileri yok olmadan, kalıcı Ebru tarihinin doğru, bilimsel ve kanıtlara dayalı kelamını-yazılımını, sanat tarihçilerine yani işin ehline bırakmak isterim. Doğrusu da bu zaten.

Kısaca Ebru nasıl yapılır, Ebru’da kullanılan malzemeler nelerdir?

Ebru sanatının tuvali su olduğu için, bu sanatı eşsiz kılan öge su üzerinde yapılıyor olması. Yalnız suyun bir özelliği var. İçinde eritilmiş halde bulunan kıvam arttırıcılardan dolayı zeytinyağı kıvamında yoğun bir su. Geleneksel manada ebrularımızda geven otunun özütünü eritip kullanırken, günümüz ebru sanatında daha çok soğuk okyanuslarından tedarik edilen yosunlarından elde edilmiş kerajin denen kıvam arttırıcılar kullanıyoruz. Kullandığımız boyalar;  toprak, oksit ve pigment boyalar. Doğada gördüğümüz renkli toprakları da ezerek boya hazırladığımız gibi, mikronu düşük, makinelerle hazırlanmış  hazır boyaları da tercih ediyoruz. Metalden, ahşaptan hazırlanmış tekne dediğimiz kaplara ise kıvam artırıcı sıvıyı boşaltıp daha sonra bu sıvının üzerinde boyaları yüzdürmeye çalışıyoruz. Normalde boyalar su üzerinde yüzemiyor ve suyun dibine batıyor. Boyanın su yüzeyinde kalabilmesi için boyaların içine sığırların karaciğer safra salgısından elde edilen öd sıvısını damla damla koyup karıştırıyoruz. Böylelikle boya su yüzeyinde tutunabiliyor. Boyaya ödü çok koyduğumuzda boya su yüzeyinde dairesel olarak büyümeye başladığı gibi aynı zamanda boyanın tonlarında açılmalar, renk farklılıkları elde ediyoruz.

ebru sanatı kültürel miras

Boyaların at kuyruğundan yapılmış fırça ile atılması ile yapılan ebru çeşidine “battal” diyoruz. Eğer çiçekli ebru yapacaksak, su yüzeyine önce fırça ile hafif tonda battal zemini atıyoruz, sonrasında ise yapacağımız desene uygun farklı renklerdeki boyaları biz dediğimiz iğnenin ucu ile suya dokunarak damlatıyoruz. Değişmez bir kuraldır: Suya damlattığımız her boya daire şeklinde açılıyor. Siz de her daire şeklindeki bu boyayı kimi zaman bir güle, kimi zaman bir laleye, kimi zaman bir kardelene çeviriyorsunuz. İstediğiniz figürü su üzerinde yaptıktan sonra dikkatli bir şekilde emici nitelikte olan bir kâğıdı teknenin bir köşesinden diğer köşesine kadar su yüzeyine yavaşça yatırıyorsunuz. Bir müddet bekletilen kâğıt, su yüzeyindeki boyayı emiyor ve boya kâğıda geçmiş oluyor. İç yüzeyi ıslanan kâğıdın iki ucundan tutarak ve yavaş bir şekilde tekneye sıyırarak tekneden çıkartıp kurutma raflarında kurutmaya bırakıyorsunuz. 

Bu soruyu, 1600‘lü yıllarda yaşayan Ebrucu Mehmet Efendi’ye de sorsaydınız, ebru yapımını ‘’Tertib-i Risale-İ Ebri’’  adlı eserinde bahsettiği gibi bu yöntemle yapıyor olduğunu söylerdi. Yani çıraklarımıza anlattığımız, öğrettiğimiz ebru tekniği, yüzyıllardır değişmedi, aynı prosedür ile devam ediyor. 

ebru sanatı kültürel miras

Bu sanatta su, kıvam artırıcı, tekne, kâğıt, boyalar, öd, gül dalı ve at kuyruğundan yapılmış el yapımı fırçalar, gül dalına saplanmış biz dediğimiz iğneler, ebruların kurutulması için kurutma tezgâhları, boyalar için kavanozlar, boyayı ezmek için ise mermerden yapılmış dest-i seng (el taşı) gibi malzemelere ihtiyaç duymaktayız.

Eserlerinizde bu geleneksel sanatı yenilikçi bir bakış açısıyla yorumladığınızı görüyoruz. Kendi tarzınızı nasıl ifade ediyorsunuz?

Ben ebru sanatını geleneksel usta çırak yöntemi ile öğrendim. Hocam bana gelenekselin sırlarını öğretirken aynı zamanda günümüz ebrusunun da temelini atacak tarzları da gösterip herhangi bir kısıtlamada bulunmadı. Ben de bu öğretiler ve üzerine bir şeyler koyarak ve yeni formlar kazandırarak çalışmalarıma devam ettim. Hocamdan el aldıktan sonra yaptığım ebrularla ilgili birçok hususta yenilikçi ve özgür davranıyorum. 

Ebru eseri kültürel miras

Şu da var ki günümüzde falsolu ebru diye adlandırılan ebruların yönü, yanlış gözükse de aslında  gelecekte istikametinin hedeflenen yere gidiş olduğu anlaşılacaktır. Çünkü bazı insanların ‘’falsolu ebru’’ dediklerini duyduğumuzda, bizler o ebrulara ’’gelecek’’ diye karşılık veriyoruz.  “Kendi tarzınızı nasıl ifade ediyorsunuz?” dediğinizde ebru tarzım, gelenekle geleceğin harmanlandığı, ‘’Geleceğin Geleneği‘ ’bir tarz diyebilirim.

“Ebrunun “Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’’ne alınması bir milattır.”

Ebru sanatının 2014’te UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’nde yerini alması çok kıymetli. Bu adımın gerçekleşmesinde Birleşmiş Milletler ve UNESCO Paris ile yazışmalar yaptığınızı ve ebrunun listeye alınması adına önemli katkılar sunduğunuzu biliyoruz. Süreç nasıl işledi, anlatır mısınız? 

Ebru sanatının UNESCO tarafından ‘’Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’’ne alınması, ilk kez bir Türk sanatının dünya mirası listesine kaydedilmesi, geleneksel Türk süsleme sanatları ve Türk sanat tarihi adına bir milattır. UNESCO Paris binasında 195 ülkenin alkışları arasında Türkiye’den ilk kez bir sanatın bu onuru yaşaması aynı zamanda diğer sanatlara da ilham kaynağı oldu. Bu süreç 2009 yılında Birleşmiş Milletler’e ve UNESCO Paris Merkezine dilekçe göndermelerim ile başladı. Dilekçelerimde kadim, geleneksel Türk süsleme sanatlarımızın en kıymetlilerinden olan ebrudan bahsederek böyle kıymetli bir sanatın tescillenmesi, kaybolmaması, yaşaması ve gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğinden bahsettim. Ebru sanatının eşsiz ve farklı bir üslup ile yapılan bir sanat olduğunu, tarihinin çok bilinmese de tahmini olarak bin yıldan daha fazla bir geçmişinin olabileceğini ve bu sebeple koruma altına alınması gerektiğini, yapılabilirse de dünyada her yıl bir günün “Dünya Ebru Günü” olarak kutlanmasını talep ettim. Sonrasında, T.C. Kültür Bakanlığımıza süreçten bahsettim. Bazı engellere takıldık ama asla pes etmedim.

Projeme destek bulabilmek adına başka yollar bulmalıydım. UNESCO Paris’e gönderdiğim dilekçeler  sanki sonsuzluğa giden mektuplar gibiydi. Bir gün tüm cesaretimi toplayıp, ‘’UNESCO Paris, talebimi ister kabul etsin, ister etmesin, ben dünyada her yıl bir günü Dünya Ebru Günü olarak kutlayacağım.’’ dedim. Hazırlıklarımı tamamladıktan sonra dilekçelerimden üç yıl sonra 2012 yılında İstanbul’da, 20 ülkenin katılımı ile ilk Dünya Ebru Günü’nü kutladık. Bu proje, ulusal ve uluslararası basının, sanatçıların, sanatseverlerin ilgisini çekti. Bu doğru bir projeydi ve bunu her yıl yenileme kararı alarak farklı şehirlerde ve farklı ülkelerde o bölgenin sanatçılarının desteği ile 6 defa “Dünya Ebru Günü” etkinliğini gerçekleştirdim. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da bu etkinliklerim ilgi çekti. Dünyanın birçok ülkesinden sanatçılar projeme katıldı. Kültür Bakanlığımız etkinliklerime resmi gözlemciler göndermeye başladı. Bu benim için olumlu ve güzel bir işaretti. 

atilla can unesco görüşmeleri

Yalnız UNESCO Paris halen sessizdi. 2013 yılında Paris’e gittim. Görüşmeler yaptım. Türkiye’ye ye döner dönmez bir kampanya başlattım. Türkiye’de ve dünyada  ulaşabildiğim ebru sanatçılarına, farklı disiplindeki sanatçılara, akademisyenlere UNESCO Paris’e dilekçeler yazmalarını rica ettim. İnanın  dünyanın her tarafından Çince, Almanca, İngilizce, İspanyolca, Türkçe, Flemenkçe, Japonca, Rusça, Kazakça, Gürcüce gibi dillerde yüzlerce ebru, Paris’e gitti.  Tüm bu gelişmeler üzerine Kültür Bakanlığı’ndan bir telefon aldım. Onlara bu hususta resmi bir adım atılması gerektiğini söyledim. Kültür Bakanlığı’nın çalışmaları sonrasında bir ebru dosyası hazırlandı ve UNESCO Paris Merkezine gönderildi. 27 Kasım 2014 günü ise ebru dosyası, UNESCO Paris Merkez binasında görüşüldü. 195 ülkenin alkışları arasında dünyada ilk kez bir Türk sanatı, UNESCO tarafından oy birliğiyle “Dünya Somut Olmayan Kültür Mirası” olarak temsili listeye kabul edilerek koruma altına alınmış oldu.

“Bir retina gibi, bir DNA yapısı gibi dünyada tek ve eşsiz…”

Kültürel mirasımız için sizce ebru sanatı neden bu kadar önemli?

Ebru sanatı kültürel miras

Geleneksel el sanatlarımızdan olan ebru, yüzyıllar öncesinden günümüze kadar usta-çırak yöntemi ile aktarılmış kıymetli bir kültür mirasımız. Dünyaya baktığımızda toplumların benliğini, aidiyet duygusunu kültürel miras kavramları bir arada tutuyor. Yine bir toplumu diğer toplumdan ayırt eden en önemli unsur, yine o toplumun kendilerine özgü kültürel farklılıklardır. Her ne kadar günümüzde bu kültürel farklılıklar azalmaya, toplumlar birbirine benzemeye başlamış olsa da yine toplumların spesifik kültürel farklılıkları, o toplumları dünya nezdinde farklı ve özel kılmakta. Ülkemizin kültürel miras havuzuna baktığımızda, 20 medeniyetten beslenmiş kadim bir kültürel mirasa sahip olduğunu görüyoruz. İste bu kültürel havuzun kıymetlilerinden biri de ebru sanatı.

Ebru sanatının su üzerinde yapılıyor olması, insan ruhu üzerine olumlu etkiler bırakması, terapi özelliği, belli bir süre içinde sanatsal çıktıyı alma ritüeli, bir retina gibi, bir DNA yapısı gibi, bir parmak izi gibi dünyada tek ve eşsiz oluşu, bu sanatın dünyada dikkat çeken bir sanat kategorisinde ilk sıralarda bulunmasını sağlıyor. 

Bir dönem kaybolmakta olan sanatlar arasında gösterilmesi, gelecek kuşaklara aktarılamama, yaşatılamama kaygısı, usta-çırak yöntemi ile yaşatılmaya çalışılması gibi nedenler bu sanatın önemini kat kat artırdı.

Peki bu sanatın dünyanın ortak mirası olarak kabul edilmesi ve UNESCO listesinin 12. unsuru olmasıyla birlikte gözlemleriniz ne yönde? Demek istediğim uluslararası bu başarı, Ebru Sanatı’nın daha da yayılmasına, gelişmesine zemin hazırlıyor mu?

Bu uluslararası başarı olan UNESCO koruması ile 195 üye ülkenin envanterine öncelikle ebru sanatının adı geçmiş oldu diyebiliriz. Bu olay, ebru sanatının adının dünyaya duyurulması adına önemli bir adımdır. UNESCO korumasından sonra, dünyanın birçok yerinden insan sanatı tanımaya, bu sanatı öğrenip icra etmeye başladı. Yurt dışından ve yurt içinden birçok üniversitede ebru ile ilgili bilimsel araştırmalar yapıldı, tezler yazıldı. Bu çalışmalar da bilimsel ve  akademik tanınırlığı artırmış oldu. Yine birçok kişi bizzat Türkiye’ye gelerek ebru dersleri almaya başladı, bu sanatla ilgili turizm alanında bir farkındalık oluştu. Yine sanal ortamlarda dünyanın birçok yerine ebru dersleri verildi, verilmeye de devam ediyor. 

UNESCO korumasından yıllar sonra ilk kez Türkiye’de Geleneksel Türk Sanatları Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi hayata geçirildi. Böylelikle usta-çırak yöntemi ile öğrenilen sanatların resmi manada bir okulu olmuş oldu. Bu özellikle üniversitede geleneksel sanatlar bölümü okuyacak kişiler için çok anlam ifade ediyor. Dünyanın birçok ülkesinde, Yunus Emre Enstitülerinde Türkçe öğretiminin yanı sıra Türk Kültürü ve Sanatları eğitimleri de veriliyor. Bu eğitimlerin başında da ebru sanatı geliyor. 

UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne ebrudan sonra 2016’de geleneksel çini sanatı da girdi. Benzer sanat dallarından sırada olan var mı? Bu anlamda girişimler devam ediyor mu?

Ebru sanatından iki yıl sonra çini sanatı da UNESCO tarafından koruma altına alındı. Yine 2020’nin sonlarında minyatür sanatı koruma altına alındı. Beklentim yakın zamanda da hüsn-i hat sanatının da UNESCO Koruması alacağı yönünde. Sanatlarımızın, kültürümüzün UNESCO’da kültürel miras listesine ve koruma altına alınması çabaları kesintisiz devam ediyor. 

Bir sanatçı olarak siz ebrunun tanıtılması, özellikle yeni kuşaklara aktarılması açısından neler yapıyorsunuz, hangi projeler içinde yer alıyorsunuz? 

ebru sanatı eseri kültürel miras

Ebrunun tanınmasının en güçlü yolu bilgi paylaşımıdır. Ben de çırak yetiştirerek bilgimi aktarmaya, paylaşmaya çalışıyorum. Ebru sanatı ile ilgili küçük bir kitap (Ebru Art) yazdım, 50’den fazla ülkeye gitti. Yine bu sanatın UNESCO tarafından koruma altına alınması için başlattığım farkındalık projesi olan “Dünya Ebru Günü” etkinliklerini yapmaya devam ediyorum. Bu etkinliklerde 38 ülkeye kadar katılım gerçekleşti. 60’a yakın ülke ile ebru adına temaslarım var. Pandemi sebebi ile bu etkinliğimiz beklemede. Uluslararası etkinliklerde ebruyu tanıtmaya çalışıyor, sosyal sorumluluk projelerine dahil etmeye çalışıyorum. Dünyada ilk kez Uluslararası Çocuk Sergisi düzenledim.

“İçme suyu ile hiç ebru yapmadım. Çünkü içme suyuna kıyamıyorum.”

Artık ekolojik sanat, sürdürülebilir sanat ya da sanatın sürdürülebilirliği gibi kavramlar hayatımızda. Birleşmiş Milletler’in 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi’ne baktığımızda dünya için çevre dostu uygulamalardan sorumlu olarak sanat dünyası da gösteriliyor. Bu minvalde yorumlayacak olursak ebru sanatının bu bakış içindeki yeri ne olabilir?

Ebru sanatının en kıymetli maddesi su. Su olmadan yaşam olmayacağı gibi, ebru sanatını da icra edemiyoruz. Öd dediğimiz sıvı, sığırların karaciğer safra salgısı. Biz safrayı boyalara koyarak ebru yapıyoruz. Yine ağaçlardan elde edilen kağıdı, ebru sanatında çok kullanıyoruz. Bir ebru sanatçısı, sanatını icra ederken gerek eser çıktısı için ya da tekne yüzeyinin temizlenmesi maksadı ile bol miktarda kağıt tüketir. Ebruda kullandığımız suyun temiz, ağır metallerden, bakterilerden, kimyasallardan yoksun olmasını isteriz. Çoğu sanatçı ebru yaparken içme suyu kullanıyor. Ben, bu güne kadar içme suyu ile ebru yapmadım. Çünkü içme suyuna kıyamıyorum. Yine kitre dediğimiz kıvam artırıcımız, geven otu dediğimiz bitkinin özütü. Aslında size anlatmak istediğim, ebru sanatının canlılardan elde edilen maddelerle yapılan bir sanat olduğu. Bu nedenle de malzemelerin  gereksiz yere, hoyratça ve bilinçsiz kullanımı; canlıya, doğaya, ekolojiye negatif anlamda zarar vermesi anlamına geliyor.

sürdürülebilir ebru sanatı kültürel miras

İster sürdürülebilir sanat, isterseniz ekolojik sanat deyin; eldeki kaynakların doğru kullanılması, çevreye duyarlılık, dünyanın geleceği için farklı ve kalıcı çözümler ve doğal kaynak kullanımı hakkında henüz ebru sanatında çok büyük bir duyumsama yok. Samimi olarak diyebilirim ki kullandığımız malzemelerin çevre dostu olduğu pek söylenemez. Hatta çoğu kişinin, bu malzemelerin bırakın çevreye zararını, insan sağlığına da zarar verdiğinden haberi bile yok. Kimyasal sterilizasyon maddeleri, kadmiyum gibi ağır metal içeren boyaların cilt ile teması, ağır metal içeren boyaların, atıkların doğaya salınımı göz ardı edilen bir konu ve bu konu hakkında henüz bir algı, bir bilinç oluşmamış durumda. Yurt dışındaki etkinliklerimizde bize “Kullandığımız boyalarda kimyasal var mı?”, “İnsan sağlığı  ve çevre üzerine olumsuz etkileri var mı?”, “Çocuklara zarar verir mi?” gibi sorular soruluyor; belgeler isteniyor. Bizde henüz bu soruları soran bir oluşum yok.

Ben kendi çapımda doğanın kaybını göz önünde tutmak, doğal ortamı korumak, canlılığa ve canlıya duyarlı olmak adına bazı çalışmalar içine girmeye çalışıyorum. Örnek verecek olursam deneysel olarak yağmur suyundan ebrular yaptım. Gittiğim ülkelerin okyanuslarından, denizlerinden, göllerinden aldığım sular ile ebru yaptım. Yine gittiğim ülke ve bölgelerin topraklarını topladım. Meksika’nın Güneş ve Ay Piramidinden, Birleşik Arap Emirlikleri’nin çöl kumundan, İstanbul’dan, Ankara’dan, New York’tan, Berlin’den, Cenevre’den, Almata’dan ve benzer bölgelerden aldığım topraklar ile boyalar yaptım ve ebru sanatında kullandım. Yine kâğıt atölyelerine doğadaki çiçeklerden, bitkilerden el yapımı kağıtlar yaptırıyorum. Bitkilerden ya da ebru sanatında kullanılmış çöpe atılacak nitelikteki kağıtları,  geri dönüşüm maksatlı olarak kağıt hamuru haline  getirip tekrar kullanılabilir kağıda dönüştürüyorum. Yine deneysel olarak atık kumaşlardan kağıt yaptım. Dokusu ve görünümü çok güzel ebrular çıkıyor. 

Bu yaptıklarımı doğanın kaybını azaltmak, eksilenin yerine yenisini eklemek, doğanın tahribatını azaltmak ve farkındalık yaratmak adına kıymetli çalışmalar olarak görüyorum.