Yapay zekâ, dönüştürücü gücü bakımından tüm dünyayı etkisi altına almayı başardı. Peki sürdürülebilirlik çalışmaları bu dönüştürücü güçten nasıl etkilenecek? Sürdürülebilirlik, yapay zekâ etkisiyle nasıl bir yol haritasını takip edecek? Yanıtlara birlikte bakalım!
Teknoloji ile Gelen Yeni Dönem
Sosyal bilimler, insanlığın geçirdiği dönüşümleri daha net tanımlayabilmek ve tasnif edebilmek için yola çıktığında büyük kırılma noktalarını kullanmakta cesur davranır. Yaşadığımız bu dönem elbette farklı kırılma noktalarıyla tanımlanabilir ama bir “Yapay Zeka Çağı” içerisinde yer aldığımız söylense itiraz edenlerin sesi zayıf kalır.
Aslında uzun zamandan bu yana hayatımızda etkilerini gördüğümüz yapay zekanın özellikle ChatGPT ile birlikte basit kullanıcı tarafından da kullanılabilir hale getirilmesi bu çağı başlatan önemli adımlardan biri oldu. Yapay zekanın “demokratikleşmesi” olarak da tanımlanabilecek bu süreç beklenildiği üzere pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi.
Hayata dair pek çok konuda olduğu gibi sürdürülebilirlik konusunda da soru işaretlerimiz benzeşiyor. Yapay zeka, sürdürülebilirliği mutlaka etkileyecek ama bu etkiyi nasıl ve hangi noktalarda göreceğiz?
Madalyonun İki Yüzü
Aslına bakıldığında yapay zekanın hayatımıza etkisi için verilecek her yanıt biraz erken verilmiş olacak. Ama yapay zekanın artık hükümet programlarında, gelecek tasarılarında daha da yer almasıyla birlikte elimizde daha fazla veri var ve en azından bugüne kadar olan gelişmeleri değerlendirerek bir projeksiyon oluşturabiliriz.
Yapılan araştırmalar ve ortaya çıkan sonuçlar, yapay zeka ve sürdürülebilirlik arasındaki ilişkiyi bir madalyon gibi tanımlayabilmemize yardımcı oluyor. Yapay zekanın günümüzde sürdürülebilirlikle ilgili çok önemli adımların atılabilmesini sağlayacağı önemli bir gerçek. Bir diğer gerçek ise bu adımları atarken belirli tehlikeleri ve endişeleri de beraberinde getiriyor olduğu.
Artılar
Avustralyalı bir yatırım danışmanlığı firmasının yayınladığı raporda yapay zekanın sürdürülebilirliğe yapabileceği katkılar şöyle sıralanıyor:
- Yapay zeka, çeşitli verilerden yararlanarak kullanıcıların kalıplarını ve davranışlarını öğrenebilir ve israfı en aza indirebilmek için ayarları değiştirebilir. Sürdürülebilir iklimlendirmede harcanan enerji miktarı düşünüldüğünde bu geliştirme oldukça önemli bir enerji tasarrufunu sağlayabilir.
- Daha düşük bir maliyetle enerji verimliliğini % 15-25 daha iyi hale getirebilir.
- Raporlamaları daha iyi hale getirerek emisyonların azaltılmasına kolaylık sağlayabilir.
- 2030 yılında küresel ekonomiye 5.2 Trilyon $ katkı sağlayabilir. Üstelik sera gazı emisyonuna sağlayacağı katkıyla 2030 yılında Japonya, Avustralya ve Kanada’nın emisyonlarını yok sayılabilecek hale getirebilir.
Bir başka makalede yapay zekanın;
- Yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesine,
- Daha akıllı enerji şebekelerinin oluşturulmasına,
- Sürdürülebilir tarım uygulamalarına,
- Atık üretimi, toplanması ve imha edilmesi süreçlerini kapsayan atık yönetimine,
- Su kaynaklarının yönetimine,
- İklim değişikliği konusunun daha sağlıklı biçimde ele alınabilmesine,
- Biyoçeşitliliğin korunmasına yardımcı olabileceği ifade ediliyor.
Bu süreçlerin neredeyse tamamında yapay zekanın “otonom” bir rol yüklediğini söylemek mümkün. Büyük veri setlerini daha iyi değerlendirmek ve işlemek, rutin işlemleri eksiksiz bir biçimde yapmak, var olan sistemleri daha iyi hale getirebilmek adına sistemlere entegre olmak gibi avantajları yapay zekanın sürdürülebilirlikle olan ilişkisinde artıları olarak özetlenebilir.
Ancak problem tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Yapay zeka -en azından şimdilik- bu artıları masaya koymak adına çok ciddi bir enerji tüketmek zorunda ve bu enerji tüketimiyle ilgili verilerin ne kadar şeffaf olduğu konusunda derin endişeler var.
Eksiler
Massachusetts Üniversitesinde yapılan bir araştırma, popüler bir yapay zeka modelini eğitebilmek için 626.000 pound karbondioksit üretildiğini ortaya koyuyor. Bir diğer deyişle büyük bir yapay zekanın eğitimi, ortalama bir otomobilin yaşam boyu emisyonlarının neredeyse 5 katını buluyor.
Küresel karbon emisyonunun en az %2’sini veri merkezleri oluşturuyor. Bu oranın önümüzdeki yıl %3.2’ye, 2040 yılına kadar ise %14’e çıkacağı tahmin ediliyor. Veriyi daha basit hale getirmek gerekirse şu ifadeyi kullanmak mümkün:
“Yapay zeka eğer sürdürülebilir hale getirilmezse, 2025 yılına kadar insan işgücünden daha fazla enerji tüketecek ve karbon-sıfır uygulamalarını önemli ölçüde yok edecek.
Üstelik yapay zeka ile ilgili sürdürülebilirlik endişeleri sadece “yeşil renkte” değil.
Herhangi bir yapay zeka uygulamasına göz attıysanız uyarılara rastlamışsınızdır. Yapay zeka mevcut haliyle halüsinasyon görebilir ve sizi yanlış bilgiye itebilir. Böyle bir senaryoda daha fazla veri ve bilgi kirliliğinin ortaya çıkacağını ve doğru veriye ulaşabilmek için hem yapay zeka hem de kullanıcı tarafından daha fazla enerji tüketileceğini unutmamak gerek.
Sürdürülemez İstihdam
Yapay zekanın özellikle rutin işleri üstlenmekte mahir yönüne diyecek söz yok. Ancak bu ister istemez geleceğe dair “istihdam” endişelerini ve daha kalabalık bir işsiz nüfusu da tetiklediğinden yine sürdürülebilirlik bağlamında belirli problemleri yaratıyor.
“Evet ama yapay zeka da kendi başına bir istihdam alanı yaratmıyor mu?” sorusu aklınızdan geçiyor olabilir. Elbette yaratıyor ancak buz dağının görünmeyen kısmında işler pek de mutluluk verici değil.
Biraz önce bahsettiğimiz gibi yapay zeka halüsinasyon görebilir ve yanlış bilgi verebilir. Bu perspektifi biraz daha genişlettiğimizde sepete zarar verebilecek nitelikte bilgileri, ön yargıları ve ırkçı ifadeleri de eklememiz gerekiyor. Neyse ki geliştiriciler bunun farkında ve yapay zekanın bu eğilimlerden kaçınabilmesi için insanlar istihdam ediliyor.
İşte tam da bu noktada Time dergisinde çıkan bir haber istihdam konusunun neden çok da mutluluk verici olmadığını özetler nitelikte. ChatGPT’nin daha az “toksik” olabilmesi için çalışan Kenyalı işçilerin o dönemde saatlik 1.32 dolar aldığını ortaya koyan habere göre bu işçiler resepsiyonist olarak çalışıyor olsalardı saatlik ortalama 1.54 dolar alabiliyor olacaklardı.
Yapay zekanın bugünü ve geleceği değiştireceği konusunda şüphe yok. Ancak bu tarz “düşük ücretli” desteklerle var olan gelişimin ne kadar “sürdürülebilir” olacağı önemli bir soru işareti.
Kenya örneği tek başına bir gerçeği ortaya koyuyor ancak yine de bir başka ve çok daha müreffeh bir ülkeyle argümanı destekleyelim. Bu sefer durağımız Finlandiya ve bir yapay zeka uygulamasının tıpkı ChatGPT’de olduğu gibi dışarıdan destekle gelişmeye ihtiyacı var.
Ancak sorun şu ki bu sefer Güney Yarım Küre o kadar da “ideal” bir tercih değil zira Fince bilen işçilere ihtiyaç var. Fakat Finlandiya gibi bir ülkede “düşük ücretli” işçi çalıştırmak ne çok mümkün ne de çok kabul edilebilir.
Tam da bu noktada devreye bir başka formül giriyor ve firma cezaevindeki mahkumlardan iş gücü olarak yararlanıyor. Saatlik ücret ise 1.54 Euro. Yani ortalama bir Fin işçinin saatlik ücretinin neredeyse 10’da biri.
Finalde yapay zekanın sürdürülebilirliğe hem çok ciddi katkılar sağlayacağı hem de hedeflere yönelik olumlu bir ivme kazandıracağını söylemek yanlış bir tahmin olmaz. Bununla birlikte yapay zeka “fenomeninin” daha sürdürülebilir biçimlerde içinin doldurulması gerektiğini söylemek net biçimde doğru. Zira yapay zeka en azından kısa vadede insan iş gücüne muhtaç ve şartları iyileştirilmeyen işçilerin kendi yaşamlarını, yapay zekanın enerji tüketimini dengelemek isteyen doğanın da kendisini daha sürdürülebilir hale getirmeye daha çok ihtiyacı olacak.
Kapak Fotoğrafı: Unsplash | Cash Macanaya