21. yüzyılın ilk çeyreği biterken son 10 yılda belki de en çok işittiğimiz kelimelerden biri sürdürülebilirliktir. Tüm markaların adlarıyla beraber anılması için tabiri caizse can attığı bu kelime, aynı zamanda tarihte içi en hızlı boşaltılan kavramlardan biri olmaya da aday. Peki ya neredeyse tüm yöneticilerin dudaklarını araladıkları her anda ağızlarından dökülen bu kelime, büyük ve sistematik bir yalanın anahtar kelimesi olabilir mi?
İdeal Sürdürülebilirlik
Gelin isterseniz sürdürülebilirlik kavramını ideal sürdürülebilirlik ve reel sürdürülebilirlik olarak ikiye ayıralım.
İdeal sürdürülebilirlik; insanca yaşamaya ve sosyal adalete inanan, tabiatın ve kitlelerin sömürülmesine başkaldıran bireylerin bel bağladığı çözüm önerisini tanımlar. Sürdürülebilirlik kavramı açıklanırken ‘’Bugünün ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayabilme kabiliyetlerinden ödün vermeden karşılayabilmek.’’ bahsini sıklıkla duyarız. Bu bahis kabaca, nesiller içerisindeki kendi menfaatlerini toplum menfaatlerinden üstün gören bir grup bencil azınlığın bütün bir dünya hayatını domine etmesine karşı çıkmak manasına gelir. Tanımda bahsedilen ‘’Bugünün ihtiyaçları’’ cümlesi, bütün bir canlılığın temel ihtiyaçlarını ifade eder.
Fakat aynı tanıma, pek çok sermaye sahibi ve yöneticinin zihninde yer tuttuğu haliyle bambaşka bir açıklama getirildiğini görüyoruz. Bu da bizi reel sürdürülebilirliğe götürüyor.
Reel Sürdürülebilirlik
Çok daha fazla maruz kaldığımız reel sürdürülebilirlik, ‘’Bugünün ihtiyaçları’’ cümlesini küçük bir grubun arzularına denk görür. Burada bahsedilen şey neoliberal kapitalizmin ‘’çağdaş’’ regülasyonudur. Sömürünün sürdürülebilirliği için maksimizasyon yerine optimizasyonun tercih edilişi… Reel sürdürülebilirliğin bu zihniyetini açıklamak için oldukça yerinde olduğunu düşündüğüm bir örnek verebilirim…
İki tane köleniz olduğunu düşünün. Birini çok kırbaçlayarak ve az yemek vererek günde 15 saat çalıştırıyorsunuz. Kısa bir süre içerisinde hastalanıyor ve ölüyor. Diğerini ise az kırbaçlayarak daha fazla besliyor ve günde 12 saat çalıştırıyorsunuz. Haliyle çok daha uzun yıllar size hizmet ediyor. Reel sürdürülebilirlik diye bahsettiğim şey, ne yazık ki üretim araçları ve sermaye sahibi kişilerin çoğunluğunun tercih ettiği bu ikinci köle yaklaşımıdır. Bu, en iyi ihtimalle ölümü gösterip vereme razı ettirmektir.
Peki, ne için?
Her şeyden önce işletmelerin sosyo-ekonomik birer varlık olduklarını unutmamak gerekiyor. Varlıklarını devam ettirebilmek için mutlaka tüketici davranışları ile ahenk içerisinde hareket etmeliler. 1970’lerden sonra kayda değer bir şekilde artış gösteren iklim okuryazarlığı, tabii kaynakların sınırsız olmadığı farkındalığı ve çevre duyarlılığı gibi değişimler işletmeleri de bu uyanışa tepkisiz kalmamaya mecbur etmiştir. Ufak bir grup işletme ideal sürdürülebilirlik uygulamalarına yönelirken, ne yazık ki pek çoğu algı yaratmanın öz yaratmaktan daha kıymetli olduğunu fark etmiş ve yeşil pazarlama denen kavramı tamamıyla yeşil aklama kavramının içine gömmüşlerdir.
Bilinçli tüketicinin ilgisini celbetmek için sürdürülebilirlik faaliyetlerini uzun uzun anlatan pek çok işletme, ne yazık ki doğadan çaldıklarını yerine koymak konusunda son derece başarısızdır. Bu realitenin örtbas edilmesi için de pek çok ‘’legal’’ yöntem geliştirilmiştir.
Örneğin; son zamanlarda ambalajlar üzerinde sıkça görmeye alışkın olduğumuz ‘’geri dönüştürülebilir’’ ibaresi… Fakat geri dönüştürülebilen plastiğin ne kadar geri dönüştürüldüğünden bahsedilmez. Geri dönüşümün zannedildiği kadar verimli bir politika olmaması ve geri dönüşüm imkanlarının pek çok ülkede yeterince yerleşik olmaması bir yana Greenpeace’in verilerine göre 1950’den bu yana üretilen plastiğin %90’ının geri dönüştürülmemiş olması da çarpıcı bir gerçektir.
Ya da kahve zincirlerini ele alalım… Bu işletmeler kağıt pipet kullanımına geçtiklerinde bunu çevreci bir sürdürülebilirlik hamlesi olarak pazarlarlar. Fakat Türkiye’de üretilmeyen ve neredeyse tamamı Brezilya’dan ithal edilen binlerce ton kahvenin seyahati boyunca yaydığı karbon salımından bahsedilmez. Kağıt endüstrisinin iklim krizine olumsuz etkileri düşünüldüğünde kağıt tüketiminin nasıl çevreci bir eylem olduğu zannedildiğinden hiç bahsetmiyorum bile…
Ahşap da tıpkı kağıt gibi daha çevreci ve sürdürülebilir gözükmenin bir materyali olarak algılanıyor. Sürdürülebilir ürünler satmak için kolları sıvamış bir işletme hayal edelim. Bu işletme yeni mağazasını açarken müşterisine hoş gözükmek için dükkanın eski sahiplerinden kalan plastik tenteyi söküp ahşap olanıyla değiştiriyor. Tabii böyle mağazaların uyulması ‘’zorunlu’’ olan alışılagelmiş bir görünümü vardır… Fakat biliyoruz ki halihazırda üretilmiş ve satılmış olan o plastik tenteyi ömrü yettiğince kullanmak çok daha sürdürülebilir bir yaklaşım olurdu. Lakin sürdürülebilir algısı yaratmak, sürdürülebilir olmaktan çok daha mühim gözüküyor.
Yapılması gereken şey ise oldukça basit. Kendimizi ve başta çocuklar olmak üzere çevremizdekileri iklim okuryazarlığı konusunda yüreklendirmeliyiz. İdeal sürdürülebilirliği özümsemeli ve işletmelerin yarattığı aldatmacalara kanmamalıyız. Hatta bilinçli tüketiciler olarak bu gibi işletmeleri kamuoyuna ifşa etmeliyiz. Bunun için de geleneksel ve sosyal medyayı bilinçli ve erişilebilir bir örgütlenme olanağı olarak değerlendirmeliyiz. Sürdürülebilir faaliyetler gösteren lokal işletmeleri tercih etmeli ve önermekten çekinmemeliyiz. Eğer böyle bir işletme sahibi isek bizim gibi faaliyet gösteren işletmeler ile çeşitli üst organizasyonlar kurmalı ve kanun koyuculara karşı sürdürülebilir uygulamaları teşvik eden yasalar çıkartmaları hususunda talepkar olmalıyız.
Aynı şekilde vatandaşlar olarak da sürdürülebilirliği tüketici haklarının bir kriteri olarak benimsemeli, bu çatı altında ayıplı mal üreten ve tüketici algısını manipüle eden işletmelere karşı kanun koyucuların yanımızda olmasını talep etmeliyiz.
Kapak Fotoğrafı: Pexels | Magda Ehlers