“Kusurun” Estetiği: Wabi-Sabi Nedir?

“Kusurun” Estetiği: Wabi-Sabi Nedir?

Hayatı algılama biçiminizde aklın rolünü hiç düşündünüz mü? Batı, aydınlanma sonrası mantıklı çıkarımlar yaptığından dolayı karar mekanizmasını akla teslim etti. Akıl ise kurduğu düzlemde pürüzleri, asimetriyi veya kontrol edemediği şeyleri istemiyor, çünkü mantıklı adımlar için zeminin kaygan olmaması gerekiyor. O da görevinin boyutlarını şu andan geleceğe doğru sıçratarak çeşitli tahakküm denklemleri açığa çıkarıyor. Kodladığı şeylerin kontrol edilebilmesi için aynı kalmasını, yani attığı bir sonraki adımda düşüp düşmeyeceğini bilmek istiyor. Bizler de Batı’nın ve aklın yarattığı bu hegemonyanın içine doğuyoruz. 

Ölçüsüzlüğün dehşet verdiği, dönüşümün yabancılandığı ve estetik algılarının da bu ölçütlerde şekillendiği bir dünya… Ancak geminin dümenini, çığrından çıkan bu kontrol meraklısına teslim etmek zorunda değiliz. Doğada kontrol ya da sabitlik hüküm sürmüyor. Aksine çarklar kusur, kabul ve dönüşümle birlikte dönüyor. Bu noktada hayatı algılamanın bir başka biçimi olarak Wabi-sabi, estetiği ölçü yerine doğal olanın, asimetrinin kabulünde buluyor. Böylelikle Wabi-sabi nedir sorusu da yanıtlanıyor…

Wabi-Sabi Estetiği ve Sürdürülebilirlik

“Kusurun” Estetiği: Wabi-Sabi Nedir?
Wabi-Sabi ve sürdürülebilirlik

Fotoğraf: David Marcu

Köklerini Japon estetik anlayışından alan Wabi-sabi, ait olduğu toprakların dini ve kültürel altyapısıyla iç içe. Mesela Wabi, güzelliğin basit ve duruluktan doğduğu düşüncesini temsil ediyor. Sabi ise zamanın yarattığı dönüşümün dünyaya güzellik olarak yansıdığı vurguluyor. Bunların yanı sıra Wabi-sabi; beğeni alçakgönüllülük, vakurluk ve samimiyetle de el ele yürüyor. Bu yüzden özellikle Budizm’in kusur, geçicilik ve süreç üzerine kurduğu güzellik anlayışıyla uyumlu bir tablo çiziyor. Hal böyleyken de Wabi-sabi, yalnızca bir estetik anlayışı değil, bir hayat felsefesi haline dönüşüyor. Ancak bu felsefe, günümüzün hızlı ve mükemmeliyetçi ritmiyle belirgin bir zıtlık yaratıyor.

Dünyayı “ben ve ötekiler” ya da “iç ve dış dünya” gibi parçalara ayırmak, Budizm öğretilerine göre anlam taşımıyor. Çünkü her şey aynı anda bir bütün halinde var olup yine aynı anda yok oluyor. Bu yüzden “kusurlara” takılmak denklemin dışında kalıyor ve kusuru tanımlamak için bir tür referans noktasına ihtiyaç var. Ancak her nokta, “an” ismini verdiğimiz denklikte birbiriyle eşit olduğu için yapılması gereken tek şey kabul olarak kendini var ediyor. Oysa akıl, kabul halindeyken kendine devredilen hüküm tahtından uzaklaştığı için kıyaslar eşliğinde kendine kusurlar üretiyor. Sonra da bu kusurların kendince giderilmesini sağlayarak kısır bir döngü içerisinde kendini tatmin ediyor. Kendi üzerine de aynı mercekten eğilen akıl, bir tür güven ihtiyacıyla hareket edip her türlü kişisel dönüşümün de önüne geçmeye çalışıyor.

Bu noktada iç ve dış dünya gibi bir ayrım olmadığı için insan, aklın güvensizliğini doğaya da yansıtıyor. Onu düz çizgilerle parçalara bölüyor ve tanımlanabilir hale sokuyor. Sonra da verim, kâ​r veya fayda başlığı altında kendini güvene alabileceğini düşündüğü bir kaynak için doğayı tahribata başlıyor: Para. Bu ipin ucunun vardığı nokta ise gözler önünde, dünyanın ekolojik varlığına yönelik devamlı bir saldırı.

Doğayı Kendi Akışındaki Estetiğe Teslim Etmek

“Kusurun” Estetiği: Wabi-Sabi Nedir?
Wabi-Sabi: Doğanın estetiği

Fotoğraf: Tom Crew

Çevreyle ilgili sorunları kabulün yarattığı estetikle ele almak, doğanın şimdiye kadar aklın izinde uğradığı tahribata bir son vermek için uygun bir adım. Sonuçta Wabi-sabi ile uyum içerisinde güzellik algısını hayatın her anına yaymak, yaşamın bam telini titreterek dönüşümün kılavuz ettiği bir iyileşmeyi tetikleyebilir. Bunun için de aklın hükümranlığını, gündelik yaşamın her noktasında kusurla barışık hareket ederek dizginlemek gerekiyor. Benzer bir mantıkla Japon estetiği, kap kacaktan sanat eserlerine kadar hayatın her noktasına nüfuz etmiş durumda. Belki de sürdürülebilir çözümler, kusurun genişleye genişleye yok olduğu bu yaşam biçimden geçiyordur…

Kapak Fotoğrafı: Pixabay